'Hayır, resim evleri süslemek için icat edilmedi. Resim düşmana karşı savunma ve saldırı amaçlı kullanılacak bir savaş aracıdır." Picasso bunu 'Guernica' adlı tablosunu çizdikten sonra söylemişti. 1937 yılında Nazi uçakları tarafından bombardıman edilen Bask kasabası Guernica'da yaşanan katliama itiraz etmek için çizmişti o eserini. Siyah beyaz tablonun içinde parçalanmış boğa, kılıcı kırık şövalye, yerlerde sürüklenen ölüler, kucağındaki oğlu parçalanmış Azize Meryem, kafası kopuk atıyla Don Kişot gibi figürlerle, savaşın yıkıcılığını anlatmış ve isyanını resmetmişti...
Aynı Picasso ile Nurullah Berk'in anlattığı bir hatıra var. Cumhuriyet ilk yıllarında Paris'e gönderilen Türk ressamları zaman zaman Picasso'yu ziyaret ederlermiş. Picasso bizim Türkiye'den gelmiş ve Batı sanatına âşık ressamlara; "niçin Batının sanatını taklit ediyorsunuz? Sizin hat sanatınız bizim ulaşmaya çalıştığımız modern sanata yüzlerce yıl önce ulaşmış" diyerek onları şaşırtmıştır. Picasso'nun hat sanatına yönelik bu yaklaşımlarını onun bir Endülüslü olarak Arap sanatına yatkınlığı ile açıklayanlar olduğu gibi, modern sanatın yüksüz ve soyut sembolizmine tutkusuyla açıklayanlar da vardır...
Sanat; güzeli arar... Peki, güzel nedir? Adaletli bir iş aynı zamanda güzel değil midir? Yararlı bir iş aynı zamanda güzel bir iş değil midir? Merhamet ve iyilik güzel değil midir? Gönüllere hoş bir seda bırakmak güzel değil midir? Hepsine birden elbette dediğinizi duyar gibiyim...
Bir de Cerrahi Dergâhı pirlerinden Tuğrul Baba'nın (İnançer) ifadeleri var: 'Şunun bilinmesi lazım ki; tekkede icra edilen müzik gaye değil bir vasıtadır. Dergâhta, normalde, Zikrullah ayini yapılır. Bütün dergâhlarda Mevlevi'si, Bektaşi'si, Halveti'si, Kadiri'si vs. ayine halâvet kazandırmak, ahenk katmak ve musikinin ahenginden istifade ile insanlara büyüklerin sözlerini, yani nutku şerifleri dinletmek için, vasıta olarak kullanmışlardır...' Diyor. Nitekim Hacı Bayram-ı Veli gibi, Eşrefzâde Rumî gibi, Abdürrahîm Tırsî gibi, Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri gibi, Dede Ömer Ruşeni gibi tasavvuf yıldızları aynı zamanda beste yapmışlardır...
Geleneğimizde sanat, Allah Teâlâ'yı zikretmeye dair bir meşktir desek yanlış olmaz. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın; 'cedlerimiz inşa etmiyordu, ibadet ediyordu' sözlerindeki hikmette de olduğu gibi...
Bu bağlamda Hasan Aycın'ın çizgisini konuşmak Batı-Doğu geriliminde bir alan açmak açısından da önemler taşır. Bir ucuyla Picasso'nun dava'cı, misyon'cu duruşu ki bu sanatın ahlaki duruşu anlamındadır, kötü giden her şeye karşı bir meydan okumadır, diğer yanıyla geleneksel tevhid inancını semobolize etme derdindedir... Çizgisi ve kalemi onun asası gibidir, onlarla yürür hayat yolunu ve bir derdin adamıdır Hasan Aycın, ama bu dert onu depresif eylemez aksine, gönlünü genişletir, zikrini çoğaltır, demirci tavında dövülürcesine, keskin bir kılıç olmanın sırrına vardırır o dert onu...
Geleneksel hat sanatımız için değişik sözlüklerde şöyle der: ' cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendesedir"... Hendese; yani hesap kitap işi, insaf, adalet işidir hat. (Düzgün istiflenmemiş bir yazı için pekâlâ ''el-insaf' tepkisi konabilir) Peygamberimiz (sav) zamanında, Medine'de Medeni ismini alan yazı, zamanla iki üsluba ayrıldı. Dikey harfleri uzun ve sağdan sola meyilli olana 'Mail', yatay harfleri fazlaca uzatılana ''Meşk' adı verildi. Hz Ali zamanında Kufe'de büyük gelişme gösterdi ve Kufi adını kazandı. Bu tarihten sonra 'Kufi' sözü, genel bir anlam kazandı.
Hz. Ali, sahabeler içinde güzel hat yazmasıyla namlı bir kişiydi. Özellikle hüzün ve fetret dönemlerinde evinde hat yazmakla meşgul olduğu yazılıdır tarihlerde. Canlar canı eşi Hz. Fatıma'nın vefatının ardından hüznünü ancak Kur'an'ı Kerim nüshası yazarak teselli ettiği de anlatılır. Hüznün suyunu içmemiş bir sanat yoktur hattı zatında... Ayrılık olmasaydı, kalem olmazdı ki!
Nitekim meşhur hattatlarımızdan hezarfen Necmeddin Okyay'ın yaşadığı en büyük üzüntülerden biri genç yaşında ellerine gelen titremeden dolayı Nesih türünde meşk edemeyişiymiş. Bu hastalığı yenmek için çok mücadele etmiş Üstadımız, hatta şöyle dermiş: "Sol elimle sağ elimi tutup yazmaya çalışıyorum, yazamayınca da ağlamaya başlıyorum!" Onlar sanat eda etmenin adına meşk diyorlardı, yani işin içinde ''aşk' vardı.
Bu, bizim zamanımızın bilmediği, bilemediği için de, yokluğuna ağlayamadığı bir mertebedir...
https://www.star.com.tr/yazar/ask-olmadan-mesk-olmuyor-iste-yazi-1797383/