SİBEL ERASLAN - 28 ŞUBAT GÜNLERİ...

SİBEL ERASLAN - 28 ŞUBAT GÜNLERİ...

SİBEL ERASLAN - 28 ŞUBAT GÜNLERİ...


Şubat ayı deyince, bizler 28 Şubat'ı hala, iliğimiz kemiğimiz kar soğuğunda üşürken hatırlıyoruz. Bununla birlikte, 28 Şubat'taki onurlu duruşun, maddi bir bedelle ölçülebileceğini de asla düşünmüyorum. Gençlerle yaptığımız bir 28 Şubat görüşmesini bir kısmıyla sizlerle paylaşmak isterim... 

Soru: "28 Şubat neydi ve o dönemi, bir kavramı tanımlar gibi tanımlayabilir misiniz?"

Cevap: Küresel ve iç dinamikleriyle gayet işlek bir darbeydi. Millete balans ayarı vermek için kendi kendisini görevli addeden silahlı güçlerin; sermaye odakları, medya, yargı ve akademiden de aldıkları destekle, gerektiğinde bu "balans ayarı"na uymayan veya geç kalan halkı, "1.Tehlike" veya "metastas yapmış habis urlar" olarak potansiyel suçlu ilan edebildikleri bir kaba güç gösterisiydi. Yargının ve akademinin brifinglerle hazır olda durduğu bir süreçte, adalet ve bilim kısırlaşır, dolayısıyla akıl-dışı bir durumdu maruz kaldığımız. Sermaye ve medyanın darbecilerinin emrinde hareket etmesinin ardındaysa dış ilişkiler boyutunu düşünmek gerekiyor. NATO'nun "yeşil kuşak" alarmı tüm hızıyla çalarken, Sovyetler sonrası ilan edilen yeni düşmanın İslam ülkeleri ve İslam kuşağı olarak lanse edilmesinden sonra, Türkiye jeopolitiği de bu alarma göre dizayn edilmeliydi... 28 Şubat iç ve dış basınçlarıyla, kamusalda zaten yürürlükte olan laik ve batıcı ulus yaratma projesinin, özel ve mahrem alanlarda da tatbikata geçirilmesi projesidir.

Soru: 28 Şubat sanki yalnızca bir 'başörtüsü' mücahedesi olarak addediliyor. Sizce söz konusu mücadele topyekûn ne içindi? Onca ıstırapla ne uğruna savaş halindeydiniz o dönemin mağdurları olarak?

Cevap: Erbakan Hocamızın yönetimindeki Refah ve Fazilet Parti'lerinin, başta İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlıklarını kazanması (1994) ve ardından genel seçimlerdeki yüksek başarısı ve DYP ile koalisyon yaparak, ülke yönetimine geçmesi, CHP ve destekçileri adına tam bir şoktu. Aslında dünya da bu şoku yaşıyordu. Demokrasi ile başa geçen bu kadroların, milli ve dini çizgisi, Batıcı cephede olanlar için tam bir felaketti. İstanbul Belediye Başkanımız olan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik dalgalar halinde çoğalan halk desteği ve sevgisi de onları korkutuyordu sanırım. Ama önce Refah Partisi ardından Fazilet Partisi aldıkları milyonlarca oya rağmen kanun dışı bir şekilde kapatıldılar. Ardından bu siyasi partilere oy verenleri cezalandırmaya gelmişti sıra. Memurlar, asker ve polisler, öğrenciler, kadınlar kısacası hepimiz bu cezalandırmalardan payımızı alacaktık. Çünkü suçumuz büyüktü, onları değil de, millete hizmet edecekleri seçmiştik.

Soru: Tarihte yaşanan ve dolayısıyla tecrübe edilen her şey aslında sonrakilere bir şeyler anlatır. 28 Şubat sonrakilere yani bugüne ne anlatmaya çalışmıştı? Bugün bu ne kadarıyla anlaşılıyor ve tekrarlanmaması için gayrete sevk ediyor?

Cevap: 28 Şubatta yaşadıklarımız çok ağır şeylerdi, ama o günleri yaşamasaydık, daha da evvelinde 60 darbesini, 80 darbesini tecrübe etmemiş olsaydık, belki de 15 Temmuz işgal girişiminde böylesine candan bir karşı duruş ortaya koyamazdık. Çektiğimiz çileler bize darbelere karşı durma bilinci verdi. 15 Temmuz'da bu millet, darbeci geleneği tarihin çöplüğüne atmıştır.

Soru: 28 Şubat'ta karşı karşıya kalınan karanlığı aydınlığa erdirmek için yüzlerce mütefekkirin, politikacının, akademisyenin yanı sıra direkt savaşın tam merkezinde tüm silahların doğrultulduğu Türk ve Müslüman kadının rolü neydi? Kadın neyin temsilcisiydi onca zulme maruz kalırken?

Cevap: Kadınları, her zaman toplumun en zayıf halkası olarak nitelerler. Dünyada da ülkemizde de siyasi tarihte böyle bir genelleme hatası var ne yazık ki. O en zayıf olarak görülen halkalar, sessizce yükselen bir çığlığa dönüşerek, tüm dünyaya ve ülkemizdeki muktedirlere, insan onurunu haykırdılar. Çocuklarımızla birlikte okulların önündeydik, liselilere kelepçe takılıyordu, imam hatiplere keskin nişancılar, tanklar gönderiliyordu, okul kapıları üniversitelere giden kızların yüzlerine örtülüyordu. İstanbul Üniversite'sindeki hocalarımızdan Dr. Sevgi Kurtulmuş, o günlerde doçentti, sadece başı örtülü olduğu gerekçesiyle üniversiteden atılmıştı. Kamusal alan ilan edilen her yerden dışlanıyorduk. Hastanede ve adliyelerde bile örtü yasağı başlamıştı, hiç unutamıyorum annem askeri hastanede tedavi olurken yanına refakatçi olarak her girdiğimde, örtümün iğnesini çıkartır, geleneksel şekilde bağlardım, ancak o koşullarda içeri girebilirdim, baygınlık geçiren bir arkadaşımızı üniversitenin hastanesine sokamamıştık, sırtımızda taşıyarak özel bir hastaneye yetiştirmiştik... Kötü günlerdi. Ama hiç bunalmazdık. Dostluk vardı, dayanışma vardı, bugünkü gibi güçlü değildik belki, ama bambaşka bir gücümüz vardı. Umudumuzu hiç yitirmedik, Erbakan hocamızın dediği gibi oldu her şey: "28 Şubat insanlık tarihinin küçük bir noktasıdır o kadar..." demişti.

Soru: Evet, büyük bir muharebe yapıldı ve inançlı insanlar kazandılar. Bu savaşın kahramanları sizlerdiniz. İnancı uğruna birçok şeyden mahrum bırakıldınız. Kovuldunuz, kınandınız, ötekileştirildiniz. Peki, bunca acı bugün hissediliyor mu? 28 Şubat devasa bir acı dışında ne bıraktı? Bugünün 'Müslümanı' bu tahribatı ne kadarıyla hatırlıyor?

Cevap: Victor Hugo'nun meşhur eseri "Sefiller'de benim yüreğimi çok sızlatan bir cümle vardır. "Tabiat hep önüne bakar, ardını hatırlamakta nedense hep zorlanır..." Yüzeysel anlamıyla unutmuş gibi görünsek de, belleğimizin loş köşelerinde o hüzünlü tecrübe hep duracak... Bunun yanı sıra, 28 Şubat'taki mücadelemiz Allah rızasına dayalı, dirençli bir duruştu, biz kimseden 'bunu unutmayın ve sürekli hatırlayın, ağır bir bedel ödedik, karşılığın verin' gibi bir beklenti içine de girmedik, girmeyiz, zira bu taktirde işin ruhu uzaklaşır...

Soru: 28 Şubat'a bugünden bakınca ne görüyorsunuz?

Cevap: Arkadaşlarımı görüyorum. Pırıl pırıl bir duruştu, aralarında olmak büyük bir onurdu...

Not: 2. Kat Dergisine ve genç kardeşlerime teşekkürlerimle...