Shoaib Khalil Gichki - Pakistan

Shoaib Khalil Gichki - Pakistan

Shoaib Khalil Gichki - Pakistan


 

                               ‘FÜTÜVVET’ RUHUYLA İLK TANIŞMAM…

 

Benim adım Shoaib Khalil Gichki, 21 yaşındayım. 21-07-2002 tarihinde doğdum ve Pakistan'ın Quetta şehrinden geliyorum. Quetta Beluçistan bölgesinin en büyük şehridir. Babam doktor, annem ev hanımı ve beş erkek ve bir kız kardeşim var. Ağabeyim Pakistan'da tıp okuyor ve diğer kardeşlerim orta okul ve lisede okuyorlar.

İstanbul’da Marmara Üniversitesi'nde bilgisayar mühendisliği okuyorum. Bu yazımda Türkiye'ye geliş hikayemi anlatacağım.

Küçük yaşlardan beri yüksek öğrenimim için yabancı bir ülkeye gitmek istiyordum. Bu sadece eğitim almak amacıyla değil, aynı zamanda hayatımda, çevremde, insanlarda, kültürde vb. değişiklik amacı da taşıyordu. Pakistan'da Quetta şehrinin en eski okulu olan ve İngilizler tarafından yaptırılan Saint Francis Lisesi'nden mezun oldum.  Ortaokulda sınıfımdaki en başarılı kişiydim ve bu yüzden lise için burs kazandım.  Ayrıca tüm derslerimden A (en üstün poan) alarak sınıfımdaki en yüksek notlarla liseden mezun oldum. Ana dilim Beluçca'dır.  Beluçca, Pakistan ve İran'ın Beluçistan eyaletinde yaşayan Beluç kabilesinin konuştuğu bir dildir.  Biz evimizde Beluçica konuşuyoruz.  Bunun yanında Pakistan'ın resmi dilleri olduğu için ileri seviyede Urduca ve İngilizce de biliyorum.  İngilizce, Pakistan'daki anaokulundan itibaren tüm okullarda öğretilir.  Tüm eğitimimi İngilizce olarak aldım ve bu nedenle akıcı bir şekilde İngilizce konuşup yazabiliyorum. Tarih, COVID-19 salgınının ortaya çıktığı ve tüm ülkelerin sokağa çıkma yasağı uygulamaya başladığı yıldı. Bu, Üniversiteler için SAT(Scholastic Assessment Test) gibi uluslararası sınavlara girmek, benim için birçok sınırlamaya neden oldu. Ancak araştırmamı sürdürdüm ve her şeyin normale dönmesini bekledim.

Türkiye her zaman en sevdiğim ülkelerden biri oldu. Çünkü öncelikli kriterlerimin çoğuna uyuyordu. Her şeyden daha mühimi ve benim için çok önemli olan, Müslüman çoğunluklu bir ülke olmasıydı. Türkiye aynı zamanda iyi bir eğitim sistemine sahip, modern ve gelişmiş bir ülke. Üstelik araştırmalarım sonucunda, Türkiye devletinin her yıl uluslararası öğrencilere burslar verdiğini öğrenmiştim. Kayıt dönemi başladığında kabul edilmeyi umarak ve dua ederek burs için başvurdum. Aylarca süren değerlendirme sürecinden sonra, beni online bir mülakat için davet ettiler. Mülakatte jüri üyeleri bana birkaç soru sordular. Bu fasıl kısa sürmüş ve iyi geçmişti. Bir ay sonra, bir sabah uyanınca e-postamı kontrol ettiğimde, İstanbulda Marmara Üniversitesi bursu için bir kabul e-postası aldığımı farkettim. Gerçekten çok mutlu oldum ve bunu anneme söylemek için gittim. İngiltere gibi farklı ülkelerdeki diğer üniversitelere de başvuru yapmıştım ve Kings College London (KCL) gibi birkaç üniversiteden de kabul edildim. Mevcut tüm seçenekler arasından Türkiye'ye gelmeye karar verdim. Çünkü bu sadece en sevdiğim seçeneklerden biri değil, aynı zamanda tüm masraflarımı karşılayan bir burs imkanıydı. Burs teklifini kabul ettikten sonra belgelerimi hazırlayıp Türkiye'ye vize başvurusunda bulundum ve İstanbul’a uçuş için hazırlandım.

İlk defa yurt dışına çıkıyordum ve ailemden çok uzun süre ayrı kalacaktım. Aynı anda kendimi hem gergin, hem de mutlu hissediyordum. Çünkü yeni bir ülkede yeni insanlarla ve deneyimlerle başlayan hayatımın yeni bölümü için heyecanlıydım. Ama aynı zamanda bundan sonra ne olacağı konusunda da gergindim.  Ailemle vedalaşmak benim için de, ailem için de çok zordu.  Benim için en zor olanı küçük erkek kardeşim Mehran ve annemle vedalaşmaktı. Çünkü onlar bana en yakınlardı.  Annem ağlıyordu ve ona sorun olmadığını, yakında döneceğimi söyledim.  Ağabeyim ve babam beni havaalanına bıraktı. Onlara veda etmek annemden daha kolaydı. 3 Ekim 2021'de İstanbul'a geldim. İlk işim telefonumu İstanbul Havalimanı’nın wifi’sine bağlayıp ailemi arayıp güvenli bir şekilde ulaştığımı bildirmek oldu.  Daha sonra bir kişiden, davet edildiğim yurda gitmem konusunda bana yardımcı olmasını istedim. Benim için asıl sorun, hiç Türkçe bilmiyor oluşumdu. Ancak bu kişi biraz İngilizce biliyordu ve bana Kadıköy'e gidebilmek için Havaist otobüs bileti almamı ve oradan da adrese ulaşmak üzere bir ticari taksiye binmemi söyledi.

İstanbul'a gelmeden önce, burasının ünlü bir turizm şehri olması sebebiyle, insanların çoğunun, iletişim için temel seviyede İngilizce biliyor olabileceklerini düşünmüştüm. Ancak durum böyle değildi ve insanlarla iletişim kurmak için Google çeviri kullanmak zorunda kaldım. Otobüsle Kadıköy'e giderken İstanbul'un dünyanın en çılgın trafiğinden birine sahip olduğunu çabucak fark ettim. Uzun bir yolculuktan sonra ulaşabildiğim Kadıköy’den, Umraniye'de kalacağım öğrenci yurduna gitmek üzere bir taksiye bindim. İstanbul'da taksicilerin daha uzun rotalar kullanarak yabancılardan ekstra para aldıklarını duymuştum ve bu yüzden yolu takip etmek için Google Haritalar'ı açtım. Yurda ulaştığımda idareye gittim. Idarede kimse İngilizce bilmiyordu ve Google Translate üzerinden iletişim kurmak zorundaydık. Bir şekilde beni anladılar ve odama götürdüler. 2 yıldır İstanbul'da yaşayan Türkçe bilen Pakistanlı arkadaşım olan Uveys Beluc’ü aradım. Bana, orada beklememi ve birkaç saat sonra geleceğini söyledi. Akşam saatlerinde arkadaşım geldi ve benim için sim kart ve İstanbulKart almaya gittik.

 

Ertesi gün Türkçe hazırlık kursu için belgelerimi teslim etmek üzere üniversitede Öğrenci İşleri’ne gittim. Orada da hiç kimse İngilizce konuşamıyordu. İletişim kurmaya çalışırken ofisteki bir kadın bana sinirlendi ve kızarak: "No English!" diye bağırdı, bu yüzden ofisten çıktım. Daha sonra, biraz İngilizce bilen bir kişi, belgelerimi teslim edebileceğim ofisi bulmama yardımcı oldu. Bugün, Türkiye'de yaşamak istiyorsam, Türkçe bilmenin ne kadar gerekli olduğunu anladım.

İngilizler, Pakistan ve Hindistan'da 200 yıl hükümet sürdü.  Bu, bölgede pek çok kalıcı değişiklik bıraktı ve bunlardan biri de ‘İngilizce’ dilidir.  İngiliz yönetimi zamanından beri İngilizce, Pakistan'daki herkes için çok önemli bir dil olarak kabul edildi.  Tüm okullarda öğretilir ve okulların çoğu onu eğitim dili olarak kullanır.  İngilizce, Pakistan'da resmi bir dildir ve ofis ve okul işlerinin çoğu İngilizce olarak yapılır.  Küçük yaşlardan itibaren ebeveynler çocuklarının İngilizce öğrenmesi için gayret ediyorlar. Bu nedenle Pakistan'daki insanların çoğu İngilizce okuyup yazabiliyorsa da, çoğunlukla pratik eksikliği nedeniyle birçok insan akıcı konuşamıyor. Ancak Türkiye'nin geçmişinde uzun süreli ingiliz işgali olmadığından, burada İngilizcenin etkisi pek görülmüyor.  Eskiden Türkiye'de İngilizceye pek önem verilmiyordu ve bu yüzden günümüzde Türkiye'deki okullarda teorik İngilizce öğretilmesine rağmen pratik eksikliği ve İngilizce kullanmaya ihtiyaç duyulmaması nedeniyle insanların çoğu bu dili konuşamamaktadır.

 

Ertesi gün cumaydı ve cuma namazı için tarihî Ayasofya-yı Kebir Camii’ne gitmek istiyordum. Ayasofya yeniden cami olarak açıldığından beri burada namaz kılmak, benim için büyük bir idealdi. Bunun nedeni Ayasofya'nın dünyanın en tarihi yerlerinden biri olması ve katedralden camiye, müzeye ve ardından tekrar cami olarak açılmasına uzanan hikayesidir. Bunun yanında Ayasofya'nın mimarisine ve güzelliğine, resimlerine baktığımda hep hayran kalmışımdır. İstanbul'da ilk kez gezmeye çıkıyordum. Ayasofya'daki ana kubbenin büyüklüğü, caminin genel tasarımı ve detayları beni şok etti. Zamanda yolculuk yapmak gibiydi ve ilk kez böyle bir şey yaşıyordum. Bu durum, benim için gerçekten harika bir duyguydu. Namazdan sonra döner ve en sevdiğim tatlılardan biri haline gelen Baklava gibi Türk yemeklerini ilk kez denedim. Bundan sonraki süreçte her cuma namazı için yeni bir tarihi camiye gitmeye karar verdim ve bu sayede, 1 yıllık bir süre zarfında İstanbul'un önemli camilerinin çoğunu ziyaret ettim. Tarihi yerleri görmeyi çok seviyorum ve İstanbul benim için tüm bunları bir arada yaşayabileceğim en iyi yer.

Dersler başlamadan, yavaş yavaş kendi kendime Türkçe öğrenmeye başladım ve öğrendiğim ilk şey Türkçe kelimeleri telaffuz etmek oldu ki, bu oldukça basitti. Birkaç gün sonra da, Marmara Üniversitesi TÖMER'de Türkçe derslerim başladı. İlk derste, öğretmenlerimizin bile İngilizce bilmediklerini öğrenince şaşırdım ve bize nasıl ders anlatacaklar diye düşünmekten kendimi alamadım. Sınıftaki öğrencilerin çoğu biraz Türkçe biliyordu ve kendimi sanki hiçbir şey bilmeyen tek kişi benmişim gibi hissediyordum. Türkçe öğrenmeye ilk başladığımda sadece “Merhaba” kelimesini öğrenmiştim. Ancak onu da yanlış kullandım. Çünkü anadilim Urduca'da buna benzer bir kelime olan "Mehrbani", teşekkür anlamındadır. Bir görüşme sonunda yurt müdürüme urduca teşekkür anlamında ‘mehrbani’ demek yerine Merhaba dedim ve sonradan yanlış olduğunu anladım. Bunun gibi, Türkçe öğrendiğim süreçte birçok komik olay oldu, örneğin garsona “Bakar mısınız” demek yerine “Bekar mısınız” dediğimde veya sınıfta, derse gecikme sebebimi öğrenmek amacıyla hoca bana: “Neredesin” diye sorduğunda “Pakistan” diye cevap verdim. Çünkü ben düşündüm ki, hoca bana nereden geldiğimi soruyor! İlk defa bu şekilde yeni bir dil öğreniyordum. Başlangıçta bazı zorluklarla karşılaştım ama zamanla alıştım ve daha kolay hale geldi. Benim için Türkçe öğrenmenin en zor yanı, konuşurken farklı ekler arasında ayrım yapmaktı. Çünkü Türkçede çok fazla ek var. Türkçe'nin telaffuzu zor değil ama, özellikle “ı” harfini telaffuz ederken bile, yanlış telaffuzlar oluşabileceğini düşünerek, halen zorlanıyorum. TÖMER hayatımın en güzel deneyimlerinden biriydi.

İki kültür benzer olduğu için Pakistan'dan Türkiye'ye taşındığımda benim için büyük bir kültürel şok olmadı. Ancak bazı farklılıklar var. Öncelikle Türkiye'deki yemekler Pakistan'a göre daha az baharat içeriyor. Ama bazı yemekler birbirine çok benziyor. Yurdumda akşam yemeği saatinin 18.00'de başladığını öğrendiğimde şaşırdım. Benim için çok erkendi ve Pakistan'da geç saatlerde akşam yemeği yerken, başlangıçta bu konuda zorlandım. Fark ettiğim bir diğer durum ise Türkiye'de camide namaz kılanların çorap giymesi ve buna önem vermesi, Pakistan'da ise öyle değil. Son olarak, İstanbul'daki hava… İstanbul'da çok daha fazla yağmur yağması dışında, benim şehrimdeki havaya benziyordu.

Bir gün Pakistanlı arkadaşım Hassan Mehmood ile Üsküdar'da yürüyorduk ve bana burada ‘Fütüvvet Vakfı’ adında bir STK bulunduğunu ve öğrencilere saygılı davrandıklarını söyledi. Birlikte oraya gitmeye karar verdik. Emir EŞ hoca ve Fütüvvet vakfı’yla ilk tanışmam bu oldu. Orada biraz zaman geçirdikten sonra misafirperverliklerinden ve bize karşı davranışlarından gerçekten etkilendim. O zamandan beri onları sık sık ziyaret etmeye başladım ve her seferinde tavırları ve görgü kuralları beni çok etkiliyor. Emir hoca, Türkiye'de en sevdiğim, en saygı duyduğum insanlardan biridir. Bir gün, vakıftan ayrıldıktan sonra, tek başıma geldiğim ve kimseyi tanımadığım yabancı bir ülkede bizim için onun gibi birinin olması belki de annemle babamın bu yabancı ülkede Allah'tan kolaylık ve yardım bulmam için yaptıkları duaların sayesindedir, diye düşündüm. Dünyanın her neresinde olursam ona her zaman saygı duyacağım ve dualarımda hatırlayacağım. Bu vakıf benim için sadece bir vakıf değil, bir aile gibidir.

İstanbul'daki ilk yılım, TÖMER'de yeni bir dil öğrendiğim ve dünyanın her yerinden insanlarla tanışmış olmak, benim için harika bir deneyim oldu. Bu, dünya kültürünün ne kadar çeşitli olduğunu ve farklılıklarını kabul edip bir arada yaşamalarının mümkün olduğunu anlamamı sağladı. İstanbul’da Bizans/Roma tarihinden Osmanlı'ya kadar pek çok tarihi yeri de gezme fırsatı buldum. İlk günden itibaren benim için harika bir macera oldu ve İstanbul'da okuma ve yaşama fırsatı bulduğum için çok memnunum.

Uluslararası bir ortamda eğitim görmek, bana ve yaşıtlarıma kısa vadeli dil becerilerini geliştirme fırsatı sunarak iletişim yeteneklerini artırır. Aynı zamanda, farklı kültürleri tanıma şansı, biz gençlerin dünya görüşlerini zenginleştirir ve kültürel çeşitliliğe daha duyarlı bireyler olmamızı sağlar. Uzun vadede ise uluslararası eğitim, global dünyada rekabet avantajı sağlayarak mesleğimizle ilgili kariyer olanaklarını artırır ve kişisel gelişimimizi destekleyerek küresel sorunlar karşısında etkili çözümler bulmamıza katkı sağlar. Ayrıca, uluslararası ağlar kurarak, yaşamımız boyunca sürecek uluslararası işbirliklerine kapı aralar.

Bu duygu ve düşüncelerimi bir hayat deneyimi olarak sunmaktan ve ileriki yıllarımda geriye dönüp geçmişime baktığımda, kaçırmamam gereken bazı detayları hatırlamama vesile olacağından dolayı mutlu olduğumu belirtmek isterim.