Bir okuyucu bir süre önce, 'Seninle aynı mahalleden sayılırım, yazılarını okuyorum; bir de filânla barışsan var ya..' diyerek beni, tarihte kalmış, eski bir İttihad-Terakki' kalıntısıyla barışmaya, -son günlerin siyasetinde çokça söz konusu edilen bir deyimle- 'helâlleşme' ye çağırıyordu.
Birisi benim hayatımın en temel ölçüsü olan aslî değerlerime, inancıma tarihte emsali görülmemiş bir hıyanet ve emperial güçlerin desteği ile savaş açacak ve o hal üzere dünya hayatından çekilecek ve ama, onun adına kurulan bir ihanet zihniyeti, o savaşı sürdürecek ve sonra da o kişiyle barışıp, helâlleşeceğiz, öyle mi? Yani, Ebû Cehl ile, Ebû Leheb'le ya da Nemrud ve Fir'avn'un zamânedeki takipçileriyle 'helâlleşmek'!!.
Bir zamanlar ilâhiyatçılık kaftanına bürünen, ama, şimdilerde sesi pek çıkamayan ve Müslümanların zihinlerini alt-üst etmeye çalışanlardan birisi, ('Ebû Leheb'in iki eli kurusun..' meâlindeki bir âyetin de bulunduğu Tebbet Sûresi'ni hatırlatarak), '1400 sene öncelerde ölmüş-gitmiş, geride eli-kolu değil, kemikleri bile kalmamış birisini, hâlâ lânetle anmanın bir mânası var mı?' demişti.
Anlamadığından değil, anlamak istemediğinden ve de 'Bazılarının içine bir kurt düşürür müyüm acaba?' gibi şeytanca hesapla söylüyordu bu lafları, herhalde. Halbuki, o âyette lânetlenen, sadece 14 asır öncelerde ölen kişi değil, onun temsil ettiği zihniyettir. Aynı şekilde Nemrud veFir'avnlara karşı oluşumuz da, bir zamanlar dünyada olan ve dünyadan binlerce yıl önce gitmiş olan kişilerin maddî varlıklarına değil, onların temsil ettikleri zihniyete karşıtlığımızdandır.
İnsanlar ölür, zihniyetleri ise tarih devirleri içinde nesilden nesle geçerek devam eder.
Ve, her Nemrud'a ve putataparlarına bir İbrahîm (a), her Fir'avn'a bir Mûsâ (a), her Samirî Yahudi'sine ve Roma putperestlerine bir İsâ (a) ve 14 asır önce de Mekke toplumunda en çarpıcı örnekleri mevcud olan putperestlere ve müşriklere karşı bir Resul-i Ekrem (S) olduğu gibi; bugün de, her iki tarafın takipçileri adına, insanlar saflarını belirlemişler, maddî ve manevî her türlü kılıçlarını bileylemişler, görünür veya görünmez şekilde savaşlarını sürdürüyorlar.
Şimdi de, bir siyasî lider, başında bulunduğu siyasî teşkilatlanmanın nasıl bir mücadele çizgisine ve ilkesine bir ömür boyu nasıl bağlı olduğu bilinmiyormuş gibi; Müslüman halk kitlelerinin karşısına 'şirinlik muskası' takınarak çıkıyor; bütün tarih devirleri içinde bütün Enbiyaullah'ın / ilâhî peygamberlerin insanlığa sundukları ilâhî kurtuluş reçetelerine savaş açanların günümüz toplumlarındaki bütün laik, seküler, ateist temsilcilerinin çizgilerine sımsıkı bağlı olduklarını Müslüman halkımızın bilmediğini var sayarak, 'helâlleşme'den dem vuruyor. Kendisinin başında bulunduğu siyasî teşekkülün son 100 yıl boyunca, millete ne korkunç tuzaklar kurduklarını unutturmak istercesine, sadece son yıllardaki birkaç zulmü sayarak, 'Bunlar yanlıştı...' diyor; diğer bütün uygulamaları doğru imiş gibi kabul ettirmek açıkgözlülüğü sergilemek istiyor.
O kişi, bütün bir 100 yıllık geçmişe yönelik bir 'redd-i miras' söylemi geliştirse bile, halkımız, o iddianın yalanına bile o kadroların tahammül edemediğini söylemekle yetinir ve ya da, kendisini 'ahmak' yerine koymaya kalkışanlara, 'O, sensin!'der, geçer-gider. Çünkü, o kişinin lideri olduğu hareket, İttihad- Terakkî'den beri Müslüman dünyasının başına çuval geçirmeyi hedef edinen bir beynelmilel bir şeytanî entrika merkezinin temsilcisi olarak çalışmıştır; bugün de öyle çalışmaktadır.
O siyasî lider bilmelidir ki, kendisinin lider olarak sorumluluk yüklendiği dönemde yaptıkları zulümler bile, öyle, 'Helâlleşelim, bitsin...' demekle bitecek cinsten değildir. Helâlleşmek, aralarında bir hak ilişkisi kalmış olanlar veya kalmış olması muhtemel olanlar arasında karşılıklı veya birisi öldüyse, diğerinin, o şahsî hakkından vazgeçtiğine dair beyan etmesi durumudur.
On milyonlarca, yüz milyonlarca insan, o meş'ûm hareketin kurduğu şeytanî çarkların dişlileri arasında 100 yılı aşkın bir zamandır, maddeten de ezildi, mânen de ve bunca acılar çekti, gözyaşları döktü; 'âhh'ları ve feryadları, bedduaları âsumanları tuttu. Onlar ise, hâlâ, ideolojinizi bir takım koruma yöntemleriyle, kanun oyunlarıyla korumaktalar. Sonra da 'helalleşmek'ten söz ediyorlar.
İdâmdan sonraki aff'dan bile daha ağır bir yüzyıllık cinayetler serisine aklı başında hangi Müslüman göz yumabilir?
Bu siyasî lider, daha önce de, onca laikliğine ve Kemalistliğine rağmen, sırf iktidara ulaşmak için bile değil, hattâ sırf Tayyib Erdoğan'ı bertaraf etmek için, ömrü boyunca hep ideolojik olarak uzak durduğu kesimin içinde bulunmuş Ekmelüddin ve Abdullah Bey'leri ileri hatta sürerek /sürmeye çalışarak kitleleri yanıltmaya kalkışırken, kendi ideolojik liderlerinin çizgisinden bir milim bile sapmadıklarını söylemiyor muydu?
Öyleyse aldatabileceği saf kitleleri başka yerlerde arasın, buradan ona ekmek çıkmayacaktır, Allah'ın izniyle.
NOT: B. Amerika'daki bir akademisyen dost, son 2-3 gündür, Pennsylvania Şeyhi'nin ölmüş veya ölmek üzere olduğuna dair haberler vermeye çalışıyor. Aman be hocam, kişiler ölür, zihniyetler kalır. Daha 2-3 hafta önce de mâlûm çevreler, Tayyib Erdoğan için temennilerini sosyal medyadan gerçek gibi yaymaktan medet ummamışlar mıydı?
14 asır önce de, Uhud Gazvesi'nde, müşrikler Hz. Peygamber (S)'in öldüğüne dair iddialarla sevinmemişler miydi ve de, 'Muhammed ölmedi, ama, ölecek; İslâm ise ebedîdir.' mânasında bir âyet nâzil olmamış mıydı?
Kaynak / Star Gazetesi