Çarşamba günkü yazıda, Müslümanların dünyaya nasıl bakmaları gerektiği konusunda bazı acılarımızdan söz etmiştim.
Bu vesileyle şu hususu belirtmekte fayda var: 100 yıl önce bugünlerde, Roma'da 'ermeni şovenisti terörist'lerce katledilen Sadrâzam Saîd Halîm Paşa, Müslüman için ilginç bir 'vatan' tarifi yapıyor ve 'Muselman nazarında vatan, inancının hâkim olduğu torpaktır..' diyordu.
150 sene öncelerde de, Nâmık Kemâl, Müslüman'ın 'vatan' anlayışını tarif ederken, 'Merkezinde Kâbe'nin bulunduğu ve Müslümanların inançlarına göre hâkim olduğu bütün coğrafyalar..' olarak anlatıyordu.
Daha da ilerisi, 'El-Garb'u lenâ-ve'ş-Şarq'u lenâ.. / Batı da bizimdir, Doğu da bizimdir..' Çünkü, bütün âlemler Rabbimizindir.
Evet, bizim dünyaya bakışımız, son 100-150 yıl öncesine kadar..
'Biz İbrahim Milleti'yiz, İslâm Milleti'yiz.. Bizim millet anlayışımız iki aslî unsurdan meydana gelir: Tevhîd inancı ve Nübûvvet müessesesi..
Yani, 'Lâilâheillallah, Muhammedun Resulullah..'
Biz, Tevhîd gülistanında, rengarenk açan güller ve değişik seslerle şakıyan bülbüller durumundayız.. Bütün insanlara ve coğrafyalara bakışımızın ana ölçüsü budur..' diyen Muhammed İqbâl, 1935'lerde, son 200 yıldır, İngiliz emperyalizminin elinde olan Hindistan'ın istiklâlinin kazanması mücadelesinde, Müslümanların, Hindu ve diğer dinlerin mensublarından ayrı bir devlet kurmaları fikrini ortaya atmış ve ülkenin adının da 'pâk /temiz insanlar ülkesi' mânâsında 'Pakistan' olması gerektiğini yazmıştı.
Hindistan'dan ayrılmaya karşı çıkan ve 'Hindistan sosyal bünyesi içinde kalalım, gücümüz zayıflamasın' diyen Müslüman liderler de vardı, elbette.. (Aradan 75 yıla yakın bir süre geçtikten sonra, elde kalan sonuca göre hangi görüşün daha doğru olduğu yeniden düşünülebilir.)
Müslümanlar büyük çapta Batı'da Pencab Vadisi'nde ve Doğu'da Bengal Körfezi çevresinde yaşıyorlardı. Ama, kuzeyde Keşmir, kuzeybatıdaki Mumbai- Bombay ve kuzey doğu'daki Kalküta ve alan güneydeki Madras eyaletine, (merhûm) Muhammed Hamidullah'ın doğum yeri olan Haydarâbâd'a kadar her tarafta da yaşıyorlardı.
Muhammed İqbâl'in vefatından 9 yıl sonra 14 Ağustos 1947'de Pakistan İslâm Cumhuriyeti' adıyla doğan yeni bir devlet, coğrafî bakımdan çok değişik bir yapı oluşturuyordu. Çünkü, bu yeni devlet, birbirinden kara parçası olarak 2 bin km. uzakta olan iki parçadan oluşuyordu.
Bengal Körfezi'ndeki Doğu Pakistan.. Ve Pencab Vadisi'ndeki Batı Pakistan..
Bu iki coğrafya arasında da kocamaan bir düşman Hindistan var.. Hava ve karayolu'yla irtibat yok.. Deniz yoluyla ulaşım ise, Hind Yarımadası'nın, Hind Alt- Kıt'ası'nın güneyinden ve en hızlısıyla 15-20 gün süren bir yolculukla olabiliyordu. Birbirinden bu kadar uzak iki coğrafyadaki, 100 milyondan fazla insanı birbirine bağlayan tek bağ; İslâm idi.
Bengal Körfezi'ndekiler Bengalce; Pencâb Vadisi'ndekiler ise 'Pencabî' denilen 3-4 ayrı halk dili ve yazı dili ise, urduca idi.. Doğu Pakistan'daki başkent Dakka idi, Batı Pakistan'daki başkent ise, İslâmâbâd..
Bu devletin kuruluş ideallerine ne kadar uygun olabildiği çok acı bir hikâye..
Keşmir'in Müslüman halkı Pakistan'la birleşme yönünde oy verdiği halde, bu eyaletin sadrâzamı Şeyh Abdullah'un, Keşmir'i Mahatma Gandhi'yle olan dostluk hatırına Hindistan'a bağlaması bir facia idi. O facia hâlâ devam ediyor.
Ama, daha başka facialar da sökün edecekti.
Yepyeni ve öncesi olmayan bir devlet kuruluyordu ve teşkilatlanma problemleri ve fakirlik hepsi dizboyu idi. Ama, asıl büyük facia, 1970 Baharı'nda Bengal Körfezi'de meydana gelen ve 750 binden fazla insanı yutan büyük sel felâketinden sonra ortaya çıkan ayrılık faciası idi.
O kadar büyük bir felaketin üstesinden, en güçlü devletler bile kolayca gelemezdi. Bunu fırsat bilen ve Bengal kavmiyetçiliğine dayanan Awami Leauge (Âvâm /Halk Birliği) lideri Şeyh Mucib'ur-Rahman (ki, bizim o zamanlardaki isimlendirmemizle, Şeyh Mucib-uş'Şeytân) ayrılık bayrağını açtı ve korkunç bir iç savaşta, Mukhti-Bahini denilen kanlı bir terör örgütünün de öncülüğünde,
1 milyona yakın insanın kanı aktı ve Doğu Pakistan'da, Hindistan başbakanı İndira Gandhi'nin ebeliğinde, Bangladeş Devleti doğdu.
27 Mart, o devletin doğum gününün 50. Yılı idi.
Bu 50 yıl büyük çalkantılar içinde geçti.
Kendisine -nereden ilham aldıysa- 'Bangabandu' (Bengallilerin Babası) isim-sıfatını verdiren o Bengal kamalisti olan Şeyh Mucib isimli kişi, 1974'de aile ferdleriyle birlikte öldürüldü; ama, o zaman 10-12 yaşında olan kızı Hasine hayatta kaldı. O, şimdi Bangladeş başbakanı! Babasının intikamını alıyor müslümanlardan..
Bugünkü yöneticiler öyle olsa da, bu 50. Yıldönümü'nde, 190 milyonluk Müslüman halkın yanında biz olmayınca.. Hindistan'da İslâm ve Müslümanlarla açık bir savaşa giren, inekperest bir hindu fanatiği olan Hind Başbakanı Modi gitti, Dakka'ya.. Ama, oradaki Müslümanlar Modi'yi dev gösterilerle protesto ettiler; 20 kadar insan hayatını kaybetti, yüzlerce de yaralı..
Halbuki, biz Müslümanlardan birileri de olmalıydı orada..
Bengalli şair Nezr'ul İslâm bir beytinde, 'Benim ormanımın ağacı, ya minber olur, ya dârağacı..' demişti, 80 yıl öncelerde..
Şimdi, orada dârağacı kuranlar var ise de; minberin bir çivisi olmaya can atan 200 milyona yakın Müslüman da var.
Kaynak / Star Gazetesi