Evet, tarihe takılıp kalamayız elbette; ama tarih bizi hiç terk etmez ve terk etmiyor ki. Bu yüzden tarihten tamamen kopuk olarak da yaşayamayız. Çünkü tarih, her insanın ve toplumun çeşitli şekillerde tezahür edebilen sosyal hâfızâsıdır.
Etrafını tanımaya yeni başlayan birkaç aylık bebeğin bile, yanmakta olan bir sobaya elini bir kez dokundurduktan sonra, ona elini tekrar dokundurmaktan kaçınmasını sağlayan bir refleks hareketini yaptıran güç merkezidir, hâfızâ. Hattâ, bu refleks, iradeli davranışlar sergilemek durumunda olmadığı kabul edilen diğer canlılarda da görülür. Bu konuda, ancak, fıtraten veya sonradan ârız olan bir hastalıkla 'zekâ engelli' olanlar ve diğer canlılar mâzur sayılırlar.
Bunun içindir ki, karşılaştığımız her yeni durumda, derhal hâfızâmızdaki kayıtlardan, tarihten bir izdüşümü çıkar karşımıza... İçimizdeki bir alârm merkezi, bizi, 'Uzak veya yakın geçmişte, dün, şöyle olmuştu, aman bir daha aynı duruma düşme.' diye ikaz eder.
Bugün, 28 Haziran 1914'ün 110'uncu yıldönümü. İnsanlığın daha önce görmediği ve bütün dünyayı ateşe veren bir büyük yangını, Birinci Dünya Savaşı'nı başlatan ilk kıvılcımın çaktığı gün.
O halde, 110 sene önce ne olmuştu diye hatırlamaya ve üzerinde düşünmeye değmez mi?
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndaki ağır yenilgimizden sonra, Temmuz-1878'de toplanan Berlin Kongresi'nde, Almanya'nın güçlü lideri Bismarck'ın baskısıyla, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu'na bıraktırıldığımız ve Bosna'nın merkezi olan Sarayevo (Saraybosna), 110 yıl önceki 28 Haziran günü Avusturya- Macaristan İmparatorluğu'nun Veliahdi, 65 yaşlarındaki Ferdinand ve hanımı Sofia tarafından ziyaret edilmekteydi. Ve arabaları tam da Latin Köprüsü üzerinden geçerken. Prencip isimli bir Sırb milisi, Ferdinand ve hanımına kurşun yağdırmış ve ikisini de öldürmüştü.
Bu cinayet üzerine Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, hemen, Sırbistan'a savaş açmış; Sırbistan da dayısı konumunda olan Rusya'dan yardım istemiş; devreye Rusya girince, Almanya da Avusturya'nın yanında yer almış; bunu İngiltere ve Fransa da Rusya'nın safında yer alması izlemişti.
Evet, öldürülen, sadece 2 kişiydi ama 30 milyonun ölümüne müncer olacak ve öncesinde böyle bir örneği olmayan korkunç bir Dünya Savaşı, kısa zamanda şekillenivermişti. Savaş eski zamanlardaki gibi iki taraf arasında değil, dünyadaki bütün güç odaklarının tarafını belirlediği bir büyük yangına dönüşmüştü.
Osmanlı da, uzun hesap ve arayışlardan ve Enver Paşa'nın İngiltere'de 20 gün süren temaslarından bir netice alamayınca, savaşın 5'inci ayında, Kasım-1914 başında Almanya'nın yanında savaşa girmişti.
Bugünden geriye bakınca, 'Girilmemeliydi' denilebilir, ama o dünya şartları içinde ve İngiliz emperyalizminin öncülüğündeki bütün Avrupa devletlerinin Osmanlı'yı yemek niyetinde birleştikleri bir sırada, o yangının içinde bir taraf belirleyememek de, bir başka bertaraf olmayı getirecekti, herhalde ve kaçınılması mümkün değildi.
Ve o savaşın sonunda, müttefiklerimiz olan Almanya ve Avusturya ile birlikte, ağır şekilde yenildik.. Ve düşündürücü olanı şu ki, Filistin, 1917'de İngilizlerin işgaline düşünce, müttefikimiz olan Avusturya'nın başkentinde halk kitleleri, 'Jerusalem (Kudüs) Müslümanlardan geri alındı!' diye sokaklarda coşkun şenlikler yapıyordu.
O toplumların sosyal hâfızâları, sadece o savaşla ilgili olarak düşünmüyor, bütün bir geçmişi göz önüne getiriyordu.
Çok uzağa gitmeyelim, 20 sene öncelerde de, 2003 yılında, o zamanki Amerikan Başkanı George Bush, Müslüman tarihinin en önemli merkezlerinden olan Bağdâd ve Irak'a saldırırken, kendisini eleştirenlere, 'Tanrı bana, 'Git Irak'ı kurtar, özgürleştir.' dedi, ben de öyle hareket ettim; bir yanlış yapmadım. Bu, bir Haçlı Seferi'dir.' diyecekti.
Ve bütünüyle işgalci ve gaspçı durumunda olan 'Siyonist İsrail' isimli 'haydutlar çetesi'nce 75 yılı aşkın bir zamandır, modern teknolojinin en gelişmiş silahlarıyla Filistin topraklarında ve şimdi de Gazze'de sergilenen modern barbarlık için, 'HER ŞEY'i, evet, her şeyi yapabilirsiniz diye 'yeşil ışık' yakan Amerikan Başkanı Biden da, 'Burada İsrail diye bir devlet kurulmamış olsaydı bile, biz Batı dünyası olarak, böyle bir devleti burada yine kurardık!' diyecekti; 18 Ekim 2023 günü. Çünkü emperyalist-şeytanî güçler, Müslüman coğrafyalarına ve halklarına, her darbeyi vurmaya çalışacaklardı.
Bunun için de, 'Judo-Chrétiénn / Yahudi-Hristiyan kültüründe 'Armageddon' denilen ve 'İyi'lerle 'Kötü'ler'in nihaî hesaplaşma' olarak görülen ve bir gün gerçekleşeceğine inandıkları ve kendi inanç sistemlerinden gelen bir hâfızâ kayıtları vardı. Elbette, 'iyi'ler kendileri; 'kötü'ler ise, köleleştirilmeleri veya yok edilmeleri gereken bütün diğerleri.
Biz ise, o savaş sonunda verilen çetin kurtulma çırpınışlarına rağmen, Necîb Fâzıl merhûmun 'Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.' mısraında işaret ettiği üzere, sosyal hâfızâmızın DNA'sı ile oynandığından, o yakın tarihimizi bile okuyamaz hale getirildik ve kendimizi, 'cellâdına âşık idâmlık' misali, bizi yok etmeyi asırlardır planlayan dünyanın Batı kültür ve medeniyetinin kucağına attık; Müslüman halkın başına lider olarak geçenlerin emperyalist hayranlığı ve uşaklığının sürüklemesiyle.
Bugünlerde dünyanın yeni ve korkunç bir savaşa sürüklenebilecek derecede buhranlı bir noktada bulunulduğuna, en çok da Başkan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan işaret ediyorsa..
Burada, 110 yıl öncesinden bu yana yaşananlara dair sosyal hâfızâmızı da, daha bir düşünmek gerekiyor.
STAR
Kaynak: Tarihe takılıp kalamayız elbette; ama tarih bizi hiç terk etmemekte… - SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL