'29 Ekim' dolayısiyle, medya organlarında yazıldığına ve resmî makamlarca da henüz yalanlanmadığına göre, Silivri'de, Beşiktaş'ta ve Kayseri'de, 8-10 yaşında bile olmayan ve üzerlerine bayraklar örtülü körpecik çocuklar okullarında, bir köşede bulunan M. Kemal fotoğrafına yöneltilip, 'secde ediyor' gibi vaziyette, yerlere uzatılmışlar.. Yapılan telkinlerden sonra, o mâsum yavrucuklar nasıl da atıyorlardı yerlere, kendilerini
Fotoğraflar da, video görüntüleri de ortada..
O görüntülerde, tesettürlü bir hanım kılığına giren bir -sözde modern- kadın öğretmen, tesettürlü hanımları hafife alan bir edâ ile, tesettürü, çocukların körpe mantığına anlatmaya- yerleştirmeye çalışıyordu.
En azından, M. Eğitim Bakanı'ndan bir açıklama gerekmez miydi?
Bu mâsum yavrucukların öyle bir 'putataparlık' gösterisine âlet edilmesi, sessizlikle veya sadece, 'Doğru bir şey yapmamışlar..' diyerek geçiştirilemiyecek bir durum..
Ve o sahneler 'puta taptırma' egzersizleri değilse, 'puta tapma' başka nasıl oluyor?
Hatırlayalım, Anadolu'da geçene sene de, bir lisede, -güyâ, bir M. Kemal heykelinden gelen ışık huzmesi diye-, CHP'nin '6 Ok'unu temsil edecek şekilde altı şeritin ucuna bağlanan 15 yaş civarındaki gençler yerlere yatırılmışlardı.
Benzer fotoğraf veya video görüntüleri, bir programda, büyük Müslüman kitlenin inançlarını değil de, bir avuçluk laik kesimin görüşlerini istihza bâbında sergilenseydi, o zaman görürdük, nasıl kızılca-kıyamet koparıldığını..
Hatırlıyorum, 1959 yılının Aralık ayıydı galiba..
Soğuk ve yağışlı bir Ankara günü..
Yatılı okuduğumuz Sağlık Okulu'nda, 450 öğrenci, bir gün öğleden sonra, derslerden çıkarılıp, okulun bahçesinde bir araya getirilmiştik.. Öğretmenlerimizden, bize, derslerinde, 'Gericiler'in tekke ve türbelerden medet umdukları'na dair nutuklar çekmesiyle bilinen birisi, orada niçin toplandığımız üzerine ateşli bir nutuk çekmişti.
Konuyu o zaman anlamıştık..
Meğer, İskenderun civarındaki bir öğretmen arkadaşı, bir okulun bahçesindeki bir 'büst'e bir saldırı olduğunu bildirmiş imiş.. 'Çocuklar, bu saldırıya sessiz kalamıyacağımızı göstermek için, şimdi, Anıt-Kabr'e kadar gidecek ve imanımızı tazeleyeceğiz, bağlılığımızı haykıracağız..' demişti; o türbe ziyaretleriyle alay eden öğretmenimiz..
Ama, kendilerinin 'laik kutsal' bildikleri o kabre, hele de o kabr'in tamamlandığı 1953'ten beri her fırsatta, her kademe ve sınıftan, kamu vazifelilerinin ve hattâ, onlarca/ yüzlerce kez gidip, -bir siyasetçi hanım lider'in ifadesiyle-, 'İman tazeleyiş' (!) seanslarını hatırlatan şekilde, bizi oraya götürecekti.
Ve, biz buz gibi soğuk ve yağışlı havada, çoğumuzun üzerinde kalın bir giyecek yokken, ayakkabımızın içine yağmur suyu dolarken, titreye- titreye, Kurtuluş Meydanıcivarından Anıt-Kabr'e doğru yola çıkarılmıştık. Yürüyüşü tertib eden öğretmenlerimiz bizi yolun kenarından değil, trafiğin tamamen kesileceği şekilde, yolun ortasından yürütüyorlardı.
Yol kenarındaki bazı insanlar ve yolda hareketsiz kalan arabaların şoförleri, 'Evlâdım, n'olmuş, bu yürüyüş niye?' diye soruyorlardı..
Yürüyüş kolunu yönlendiren 'gönüllü resmî ideoloji amigo'ları ise, bazı sloganları bizlere de bağırttırıyorlar, 450 öğrenci içinde Cuma namazına gittikleri bilinen sadece 8-10 kadar öğrencinin yanına yaklaşan gözcüler de, 'Sizin sesiniz niye yüksek çıkmıyor..' diye daha yüksek bağırttırmaya zorluyorlardı.
Ertesi günü, o büst saldırısı iddiası, hemen tamamı kemalist olan matbuatta bile yer almamış veya tek sütun üzerinden küçük bir haber olarak verilmişti. Ama, o iddiadan dolayı, sorumlulardan kimse de, bu yürüyüşün kim tarafından, niçin, neye dayanılarak tertib edildiğini sormamışlardı, bildiğimiz kadarıyla..
Çünkü, devrimci eylemler başkalarınca sorgulanamaz, ancak 'devrimci'lerce değerlendirilebilirdi.
Muhalefet'in önde gideni KK bey de, partisinin Meclis Grubu'nda dün yaptığı konuşmada, 29 Ekim Cuma günü camilerde okunan hutbelerde, 'savaşlarda şehid ve gazi olanların minnet ve rahmetle anılması'yla yetinilip, bir ismin açıkça zikredilmemesini bahane ederek, Diyanet Başkanı'na bir takım tahrik edici laflar ediyor ve o grubdaki m.vekilleri de, 'Biz... Biz... (.... / filânın) askerleriyiz!.' dedikçe, KK bey daha bir canlanıyor; 'yaklaşıyor yaklaşmakta olan..' gibi 'intihal' cümlelerle iktidara geleceklerinin muştuluyor ve o zaman, '20 senedir bozulan düzende neleri, nasıl düzelteceklerini, kemalist-laik devrimci bir hışımla anlatıyordu; kendi isteklerine uygun davranmayan kamu vazifelilerine de tehditler savurarak..
O mâsum yavrucukların figüran olarak kullanıldığı o kahredici sahneler bana
Azerbaycan'lı eski bir komünist öğretmenin anlattıklarını hatırlattı.
Stalin zamanında, ilkmekteb çağındaki çocukları Stalin'e nasıl tapındırttığını anlatmıştı.
Mektebin tavan bölümünde özel bir düzenek yapılmış imiş..
'-Çocuklar, haydi bakalım, babalarınızın tanrı dediğinden çörek (ekmek) isteyin!' derler , ama gelmezmiş..
'Haydi bakalım, şimdi de Stalin'den isteyin..' dediklerinde, yukarıdan 'çörek'ler masaların üzerine düşmeye başlıyormuş.. O zaman, kime dua etmeleri lâzım geldiğini daha iyi anlıyormuş çocuklar..
Birileri bir takım kişilere mi, heykellere mi, fotoğraflara mı tapınacaklar, her n'aparlarsa yapsınlar; ama, mâsum çocukları kullanmaya kalkışmalarına müsaade mi edeceğiz? Paçamızdan çekiştirenlere bir 'hoşt..' da mı demiyeceğiz?
Şair ne demişti:
'Vicdan bile duymaz sesi çıkmazsa, bir 'âhh..'ı,
Sessiz kölelerdir yaratan, bin-bir 'ilâh'ı..'
Kaynak / Star Gazetesi