Miladî-2023 yılında dünyada yapılacak en önemli üç seçimin, Nijerya, Pakistan ve Türkiye seçimleri olduğu, dünya siyasî mahfillerinde de kabul ediliyordu. Bu üç ülke de Müslümanların ekseriyette olduğu coğrafyada idiler.
Niye bu üç ülke, dünyadaki emperial güç odaklarında bu kadar ilgi uyandırıyordu?
Çünkü bu ülkelerden Nijerya, 220 milyon nüfusu ve petrole dayalı ve Afrika geneline göre nispeten güçlü bir ekonomisiyle Afrika kıtasında; yine 200 milyonu aşan nüfusuyla Pakistan'ın ise, Asya Müslümanları arasında ve özellikle, Hind alt kıt'asında dünya Müslümanlarının üçte birini oluşturan 600 milyonluk büyük Müslüman kitleler nazarında özel bir yeri ve itibarı vardı.
Türkiye ise, sadece dünya Müslümanları nezdinde değil, dünya siyasetinde de, bilhassa Tayyib Erdoğan'ın 20 yılı aşkın yönetimi sırasında, dünya siyasetini ve dengelerini etkileyen ve de dikkatle izlenen bir devlet durumunda.
Böylesine önemli üç Müslüman ülkesindeki gelişmelere dünyada etkili olmak isteyen güç odakları, hele de emperial güçler ilgisiz kalabilirler mi? O emperial güçler ki, tahakkümlerini sürdürmek stratejilerinde, maddî zenginlikler, ekonomi, iklim, bereketli topraklar, savunmaya elverişlilik vs. gibi birçok noktaları gözetirler tabiatiyle. Bunlar genelde 'jeo-politik' (yani, coğrafyadan kaynaklanan siyaset) planlamalarını gerektirir.
Ama emperyalist güçler ve emirlerindeki psikolojik savaş unsurları, dünyayı ve özellikle Müslüman dünyasındaki gelişmeleri değerlendirirken, bir de 'religio-politik' (din temelli siyaset) çerçevesi içinde hareket etmeye daha bir ağırlık verirler. Çünkü emperyalist güçler, menfaatleri gerektirdiğinde birbirleriyle savaşsalar da, İslam ve Müslümanlar söz konusu olunca, yekvücud olduklarını ve olmaları gerektiğini asla unutmazlar. Onlar hele de Müslümanların birliğini parçaladıkları son 100 yıldan bu yana, Müslüman toplumların ve ülkelerin yeniden güçlenmemesi ve güçlerini birleştirmemeleri için çabalarını gösteriyorlar.
Bu seçimlerden Nijerya'da olanı, 25 Şubat günü yapıldı ve emperyalist dünyanın olanca yaldızlama çabalarına rağmen, seçimi, Katolik-Hristiyan başkan adayı Peter Obi değil, Ahmed Tinubu kazandı.
'Kazanacak olan taraf' diye aylarca yaldızladıkları Peter'in yenilmesi üzerine, emperial güç odakları, seçimlerde hile ve yolsuzluklar yapıldığını ileri sürerek Peter ve taraftarlarını tahrike ve ülkeyi karıştırmaya çalışmaktadırlar.
İkinci seçim yine 200 milyonu aşan nüfusuyla, Asya kıtasının önemli ülkelerinden olan Pakistan'da ise, seçimin, 2023 sona ermeden yapılması gerekiyor. Ama bu seçimlerin üzerine de gölge düşürmek için önceki başbakan İmran Khan için mahkemelerden üst-üste tutuklama kararı veriliyor, bu kararlar henüz uygulanmasa da.
Üçüncü seçim ise. 14 Mayıs'ta yapılacak olan Türkiye seçimleri.
Hele de dünyanın emperial güç odaklarının, sonuçlarını etkilemeye en fazla çalıştıkları, asıldıkları seçim, bu olsa gerek. Üstelik bu müdahalenin açıkça yapıldığına dair, ilk işaret fişeğini Amerikan Başkanı Joe Biden, 3 sene öncelerde dillendirmişti.
Konunun daha iyi anlaşılması için bir hatırlatma yapalım:
Macaristan'a ilk gittiğimde Victor Orban iktidara yeni gelmişti ve onun bazı siyasetlerinde Tayyib Bey'in 'Macaristan Versiyonu' olduğunu düşündüren bir çizgi müşahade etmiştim.
Nitekim Orban hâlen de, Avrupa ve Amerika'nın güçlü devletlerinin veya güç odaklarının, hattâ NATO'nun Macaristan'dan taleplerine 'Hayır!' diyebiliyor. Ve AB ve ABD çevreleri de -kendilerine, 'Baş üstüne efendim!' demediği için-, onu 'diktatör' olarak niteliyorlar.
Bu arada, Orban, Erdoğan hakkındaki olumlu görüşlerini dile getirmekten de kaçınmıyor ve 'AB ülkelerinin liderleri Erdoğan'ı elbette sevmezler. Çünkü, onlar karşılarında eğilen, kendilerinden kredi ve borç isteyen liderler isterler. Erdoğan böyle yapmadığı için, onun iktidarda kalmasını da istemezler.' diyor.
Bir sene kadar önce, Macaristan'daki 6-7 muhalefet partileri, tıpkı bizdeki gibi, Orban aleyhinde birleştiler ve Orban karşısında bir '6'lı İttifak' oluşturdular ve seçime öyle girdiler.
Avrupa ve Amerika'daki medya kuruluşları da, o ittifakın 'diktatör'ü yenecek güç odağı' diye allayıp pulladılar. Amma, seçimlerde, '6'li İttifak' yenilgiye uğradı. Türkiye'deki '6-7'li Masa'cılar ve medyadaki taraftarları, bu durumun kötü örnek oluşturabileceğini düşünerek üzerinde gündeme getirmemeye çalıştılar.
Ve bugün, sadece içerdeki kemalist-laik, sol ve materyalist bütün kesimler değil, Amerika ve Avrupa dünyasındaki hemen bütün medya organları, tıpkı Macaristan seçimlerinde; Orban'ı bertaraf etmek isteyişlerinde olduğu gibi, söz ve eylem birliği içinde, Tayyib Bey'i yenilgiye uğratmak için, uluslararası planda bir kampanya başlatmış bulunuyorlar.
Ama bu entrikalarının sonucu da, büyük ihtimalle Macaristan'daki gibi olacaktır.
Ama Türkiye'de oyunun daha büyük oynanması gerekiyor. Çünkü 10 milyonluk bir Macaristan iç siyasetinin düzenlenmesi ile 90 milyonluk bir Türkiye'nin iç siyasetini etkilemenin aynı şey olmayacağını onlar da biliyorlar.
Bu konuda bizim halkımıza daha önce oynanan bir oyunu hatırlayalım.
1999 Baharı'nda yapılan seçimler öncesinde sosyal planda hemen hiç bir gücü kalmamış olan bir Başbakan olarak Ecevit, bütün siyasî itibarını tüketmişti. İşte öyle bir hassas anda, Türkiye, terör örgütü PKK'nın 'elebaşı'sı konumunda olan A. Öcalan'ı yakalamanın peşindeydi. Onun kendi ülkelerine sığınmasını kabul eden ülkeler, Türkiye'nin baskısı üzerine onu, kısa süre sonra ülkelerinden çıkarıyorlardı.
Türkiye'de kamuoyu, seçimlerin yenilenmesini istiyordu. Ama hem 'Derin Devlet', hem de Amerika, o hassas anda yapılacak bir seçimde, 28 Şubat 1997 Askerî Darbesi'yle iktidardan uzaklaştırılan Erbakan'ın ve 'İslamî eğilimli partisi'nin seçimi kazanacağından korkuyordu.
O halde, laik kesimin kazanması için esaslı bir manipülasyon yapılmalıydı.
İşte o zaman, Amerikan emperyalizmi ilginç bir taktik kullandı ve Öcalan'ı Kenya'da yakalayıp, 'îdâm olunmayacağı' taahhüdüyle Türkiye'ye teslim ediverdi.
Bu Amerikan müdahalesi Ecevit'in kazanç hânesine yazılmış, 'Kahraman Ecevit' figürü oluşturulmuş ve o ân'a kadar 'erken seçim' taleplerine 'Hayır!' diyen 'Derin Devlet' de, hemen seçim kararı almıştı.
Oyun tutmuş ve Ecevit'in, lideri olduğu DSP'nin seçimde yüzde 22'lerde birinci parti durumuna gelmesi sağlanmış ve Ecevit iktidarını halkoyu ile güçlendirerek yenilemiş ve dahası, kazandırıldığı o seçim zaferiyle, Nisan-1999 Seçimleri'nde, İstanbul'dan M. Vekili seçilen Merve Kavakçı hanımın, Meclis'e, inancının gereğince 'başörtülü' ve tesettürlü olarak girmesi karşısında, Ecevit, iktidara gelmesini sağlayan mâlûm iç ve dış -güç odaklarını hoşnud edecek şekilde, Merve Hanım karşısında bir aslan kesilip, 'Burası Devlet'e meydan okuma yeri değildir. Bu kadına haddini bildirin!' diye kemalist/laik bir devrimci hışımla saldırıya geçmiş ve Merve Hanım'ı sadece Meclis'ten değil, bir uyduruk gerekçe göstererek 'TC vatandaşlığı'ndan da atmıştı. (Tayyib Erdoğan döneminde ise. O işlemler fiilen geçersizleştirildi ve Merve Hanım, şimdi TC.'nin Malezya'daki büyükelçisidir)
Ama, bu Amerikan manipülasyonuyla iktidarda tutulan Ecevit'in, aradan 2-3 yıl geçince, 'Amerika'nın, Öcalan'ı Kenya'da yakalayıp bize niçin verdiğini anlayabilmiş değilim.' sözünü unutmamalı.
Amerikan emperyalizmi ve diğer hempâları, Türkiye'de 14 Mayıs'ta yani 2 aydan az bir zaman kalan seçimler öncesinde de yeni manipülasyonlar yaparak, yeni 'ucuz kahramanlık' numaralarını sergileyerek netice almak isteyecektir.
'Ve mekerû ve mekerallah. Vallah'u khayr'ul mâkirîn' (Onlar bir tuzak kurdular, Allah da bir tuzak kurdu. Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.' (Âl-i İmrân Sûresi, 54. âyet meâli)
STAR
Kaynak: Religio-politik' çağında seçimlerin yeri… - SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL