Bir haftadır Samsun ve doğusundaki Karadeniz kıyılarındayım. Sonra da Bayburt, -belki Malatya- ve Sivas, Konya ve sonra İstanbul'a döneceğim inşallah...
Bütün bu cevelândan okuyucu için bir özetleme yapmanın zorluğu kabul edilir her halde... Yine de, kısa başlıklarla olsa bile bazı kesitler sunmak faydasız değildir.
Samsun'da, üniversitede öğretim üyesi olan İbrahim Hakkı İnal ve Murad Yıldız gibi arkadaşlar zaten neredeyse bütün vakitlerini ev sahipliğine ayırmışken, 'Dostder' isimli ve hayırlı çalışmalarını bildiğim ve denilebilir ki, bizim gönül dünyamızın Samsun'daki en faal odaklarından olan STK'daki arkadaşların isteği üzerine, son 50-60 yılın bizzat da tanıklık edebildiğim sosyo-politik ve fikrî hareketleri etrafında, 3 saate yakın bir sohbet..
Ertesi gün, Nizâmeddin Bey'in Atakum mıntıkası civarındaki evinin bahçesinde, kahvaltıyla başlayan ve saatlerce süren bir sohbet.. Samsun'daki sosyal faaliyetlerde hep sahnede olan Şuayb Petek bey ve yine öğretim üyelerinden 'din felsefesi' üzerindeki çalışmalarıyla bilinen Said Kurşun ve 'Hadis' alanındaki çalışmalarıyla bilinen Salih Kesgin ve diğer dostlarla saatlerce süren ve şahsen çok istifade ettiğim fikrî bahisler.. Bu arada bugünün sıcak konularından Afganistan'daki son gelişmelerin Müslüman dünyasına yansımalarının muhtemelen nasıl olabileceği üzerinde sohbetler oldu tabiatıyla...
Daha sonra.. İki arabayla dağların tepesindeki bir yazlığa gidiş.. Orada bizi Cemâl efendi, 'sütlek mısır' yemeye davet etmiş...
'Sütlek mısır' bir vesile, maksat, bir sohbet halkası kurmak..
Bu mekân, aslında kuşbakışı bir mesafeyle denizden 5-6 km. uzaklıkta.. Ama, deniz seviyesinden 2 bin metre kadar yükseklikte.. Derelerin, vadilerin arasından kıvrıla-kıvrıla giden yollardan 30 km'yi aşkın bir mesafeye 40 dakikada gidebildik.
Çıktığımız tepeden aşağıya, aşağıdaki yeşil ormanlarla kaplı vadilere, derelere baktığımda, birbirinden en az 300 metre uzakta olan 3-5 evlik yerleşim noktaları.. Ama, daha ilginç olanı, neredeyse 8-10 evlik noktalarda, iki şerefeli, upuzun ince minareleriyle görkemli bembeyaz câmiler, yeşillikler içindeki o vadilere ayrı bir güzellik veriyor.. Gözümüzün önüne yaklaşık 10 km. çapında, dereler-tepeler içindeki yemyeşil bir alanı getirelim, 6-7 kadar câmi..
Ama, bu büyük câmilerin Cuma ve Bayram namazlarında bile dolması mümkün değil.. Çünkü, o yörede öyle bir nüfus yok..
Bizim çıktığımız tepedeki mâbed de, evet güzeldi, ama, 'Mescitlerin en büyük süsünün cemaatleri olduğu' meâlindeki 'Hadis-i Nebevî' rivayetini düşündüğümüzde..
Ve bizim kıldığımız, günlerdir, ilk kılınan cemaat namazıydı.
Esasen, bu güzel camilerin kadar çok yapılmasının bir ihtiyaçtan değil de, oradaki mahallî rekabet şartlarından kaynaklandığı anlaşılıyordu..
Samsun'da, sokaktaki insanların nabzını tutmaya çalışıyorum.. Bazı ekonomik sıkıntılarından yakınılıyordu, ama, bunun 'Korona salgını' yüzünden uygulanan tedbirlerden kaynaklandığını hemen herkes söylüyordu. Ve, bu insanlar genel olarak bu salgın döneminde Tayyib Erdoğan'ın başta olmasını şükürle karşılıyorlar; ' O başta olmasaydı, bu salgının sosyo-ekonomik sonuçları bu kadarıyla sınırlı kalmazdı...' diyorlardı. Muhalefet'in memleket meselelerine 'uygulanabilecek mâkul çözümler' sunmak yerine, sadece Erdoğan'ı yıpratmaya yönelik bir anlayışla hareket etmesi, emperyal güçlerin medyalarında, mâlûm şeytanî hedeflerce tezgâhlanıp yazılan yalan haberler ve onların yorumlarını doğru kabul edip, onları halkımıza ısrarla sunmaları karşısında çok hışımlı sözler bile işitebiliyorsunuz.
Bu konuların Giresun'da da genel olarak aynı şekilde değerlendirildiği görülüyordu.
Giresun Kalesi'nin tepe noktasında Topal Osman'ın mezarını ziyaret ettik. Gelenlerin hemen her birisi ona bir 'Fatiha' gönderiyorlar; Topal Osman konusunda 'Kemalist'lerin iddialarına göre söylenenlere itibar etmiyorlardı. -Fatih Sultan Mehmet merhûmun 1461 yılında tarihe gömdüğü- Rûm-Pontus Devleti'ni Birinci Dünya Savaşı sonundaki perişanlığımız sırasında, ihya etmeye kalkışanlara karşı teşkil ettiği gönüllü çete birliklerinin başında, onlara dünyayı dar eden Topal Osman'ın, sonra, gönüllü birlikleriyle Ankara'ya gelip M. Kemal'in muhafız birliğini oluşturması ve amma, Mustafa Kemâl'in, onu, kendisine muhalif olanları saf dışı etmekte kullanıp, sonra da ona sahip çıkmaması üzerine, Çankaya'yı basmaya kalkışması sırasında öldürülmesine duyulan hınç hâlâ hissediliyor.
Topal Osman'ın mermer mezar kitabesinde, gösterdiği kahramanlıklar, hem Latin harfleriyle, hem Osmanlıca olarak uzun uzun anlatılmış, ama, nerede, nasıl öldüğüne hiç temas olunmamış..
Bunu orada 'Fatiha' okuyan (başı açık) bir genç hanıma sorduğumda, 'Onu yazamazlar..' demekle yetindi, hınçlı bir ses tonuyla... 60'ında bir kişi de, 'Ben sizin istediğiniz cevabı biliyorum, amma..' deyip sıvıştı.. Giresunluların çoğu Topal Osman'a haksızlık yapıldığı konusunda görüş birliği içinde denilebilir ve amma, görüşlerini açıkça belirtmekten hâlâ da çekiniyorlar.
Biz bu arada Giresun- Bulancak'ta AK Parti'nin İstanbul milletvekillerinden Hasan Turan'la buluştuk ve onların fındık bahçelerine gittik. Fındık toplama mevsimi olduğu için, hemen her bahçede genellikle de Güneydoğu'dan ailece gelmiş mevsimlik işçiler çalışıyordu. Yöre halkı onlara, bağ evlerini tahsis etmişlerdi. Her yerde, o 'işçi ailelerle bahçe sahipleri arasında son derece kardeşçe ilişkiler tesis edildiğini şahsen, memnuniyetle gördüm.
(Bu konuya önümüzdeki yazıda da devam edelim, inşallah...)
Kaynak / Star Gazetesi