Selahaddin E. ÇAKIRGİL - Mustafa Şentop Hoca'dan ilginç bir anayasa konferansı -2- 8 Kasım 2021

Selahaddin E. ÇAKIRGİL - Mustafa Şentop Hoca'dan ilginç bir anayasa konferansı -2-     8 Kasım 2021

Selahaddin E. ÇAKIRGİL - Mustafa Şentop Hoca'dan ilginç bir anayasa konferansı -2- 8 Kasım 2021


Meclis Başkanı Mustafa Şentop Hoca'nın, 6 Kasım günü İstanbul'da T. Parlamenterler Derneği'nde verdiği 'Anayasa ve Siyaset' konulu ve 2 saat kadar devam eden konferansından, çok sınırlı bir özetlemeyi dün sunmaya çalışmıştım. (Bu vesileyle belirtmeliyim.. Mustafa Hoca'yı, 15 yıl öncelerde, yurt dışından takip ettiğim Türkiye'deki tv kanallarındaki Anayasa tartışmalarından tanımış ve onu, karşıtlarından daha güçlü bir hukuk bilgisine sahip gördüğümden, 'Anayasa Profesörü' sanmıştım. Ama, Almanya'da, Düsseldorf- Neuss'daki bir konferansının başlangıcında, 'Anayasa Profesörü' olarak yapılan takdimi, 'Benim akademik uzmanlık alanım, İslâm Hukuku'dur; ama, günlük tartışmalar içinde Anayasa konuşulduğu için, öyle sanılıyorum..' şeklindeki bir düzeltmesiyle, asıl sahasından haberdar olmuştum.) 

Mustafa Hoca, evvelki günkü konuşmasında ise, dünyadaki Anayasa hareketlerinden ve yazılı olan ve olmayan anayasalardan söz ediyordu. Hoca bunları anlatırken, hatırıma, 1830'larda Osmanlı ülkesine askerî bir heyetle yüzbaşı rütbesindeyken gelen ve sonralarda, 1870'lerde Bismarck Almanyasının ünlü bir mareşali olan Moltke'nin 'Türkiye Mektupları' isimli kitabında yazdıkları geldi. Moltke-özetle- 'Osmanlı'da evet, Avrupa ve Amerika'da olduğu gibi anayasa yok, ama, orada Padişah'ları ve herkesi bağlayan hükümler, Kur'an'dan gelen emirlerdir' diyordu. Yani, insanların bir araya gelip, 'yazılı olan ve olmayan anayasalar etrafında sert tartışmalar ve hattâ iç-savaşlara dûçar oldukları, hem de, sadece şu son 200-250 yıllık dönemde değil; 14 asır öncesinden, hükümdar ile sıradan insanı, insan hak ve özgürlükleri açısından aynı çizgide tutan bir ilâhî ölçü'yü, 'aslî kural / temel ölçü' olarak kabul eden 'İslam Milleti, meseleyi taa o zamandan halletmiştiEsasen, İslâm'ın hedefi de bu idi.

Düşünelim ki, bugün Suriye'de bulunduğu söylenen Gassân diyarının kralı/ meliki Müslüman olmuştu. Bu kral/ melik, bir gün, Kâbe'yi tavaf ederken, üzerindeki pelerinin eteklerine, sıradan bir Müslüman, yanlışlıkla basmış ve o da, bu dikkatsizliği kendisine saygısızlık sayıp, o sıradan Müslüman'a bir sille vurmuştu. O Müslüman da ona aynıyle mukabelede bulununca, o kişi, hemen Hz. Ömer'e gidip, durumu anlatmış ve, 'o kişinin kendisine yaptığı saygısızlığın cezalandırılmasını' istemişti. Hz. Ömer ise, ona, 'Sen ona vurmuşsun, o da karşılığını vermiş.. Ödeşmişsiniz..' demişti.

Anayasa denilen hukuk metinlerinin insana yapacağı hizmetin özü, işte bu davranışta saklıdır. (Ve, rivayet edilir ki, o kral da, 'İslâm benim krallığım ile sıradan insan arasında bir fark gözetmiyorsa, ben de bu dini kabul edemem..' deyip, 'mürted' oldu ve gizlice kaçtı, ve bir daha akıbetinden haber alınamadı..)

Bu hatırlatmadan sonra, Mustafa Şentop Hoca'nın sözünü ettiğim konferansından birkaç çarpıcı sahneyi ve tesbiti daha, -dünkü yazıda kalan noktadan devamla- kısaca özetlemeye çalışayım:

'1961 Anayasası da, bir vesayet sistemini, güçlendirerek getirmişti.

Çünkü, seçimlerden, egemen güçlerin istediği şekilde bir tablo çıkmıyordu. Sürücü Kurslarındaki otomobilde, sağ tarafta oturan asıl sürücüyü millet aşağı atsa bile; ülkenin, milletin istediği gibi değil, kendi istedikleri gibi yönetilmesini isteyen güç odakları ve FETÖ gibi örgütler, hep sağ koltukta devamlı oturmak istiyorlardı.

Biz Başkanlık Sistemi'ni getirmekle, o, sağdaki koltuğu söktük..

Millet kime güveniyorsa, arabayı sürmesi için, direksiyon başına onu oturtacaktı.

Düşünelim ki, 12 Mart 1971 Askerî Darbesi'yle halkın yetki verdiği hükûmet, 40 yıllık CHP'li Nihad Erim, partisinden istifa ettirilerek 'bağımsız başbakan' yapılıyordu. 'Vesayet sistemi' işte bu idi..

28 Şubat 1997 askerî müdahalesini de hatırlayalım.. Halkın yetki verdiği siyasetçiler istifa ettiriliyor, ama, hükûmeti kuracak sayı ve irade olduğu halde, C.Başkanı olarak Demirel, 'Demokrasi sayısal değil, siyasal ağırlık rejimidir' diyerek, uzaktan kumanda sistemli vesayetçi güçlerin istediği gibi davranıyor.

Evet, biz işte 'Başkanlık Sistemi'ni getirmekle bu sistemi söküp attık..

Artık, milletin yetki verdikleri, artık, başkalarınca yönetilmiyor, parlamento da, hükûmetleri düşüremiyor artık; çünkü, 'gensoru' kaldırıldı. Milletin yetki verdiği ve millete karşı sorumlu olan Başkan, 'bakanları tayin veya azleder.

Hükûmet artık parlamento oyunlarıyla kurulmuyor veya düşürülemiyor. Halk kime vekâlet veriyorsa, o direksiyona geçiyor. Vesâyet ise, uzaktan kumandalı sistemdir.

Özellikle, 2. Dünya Savaşı'ndan anayasalar siyasetin karşısında konumlandırılmışlardır. Türkiye'de de böyledir.

Parlamento sistemi, gerçekte en uzun ömürlü tatbikatını İngiltere'de bulmuştur. Çünkü orada monarşi /krallık vardır; parlamento sistemin özüne dokunmadan, hükûmetleri kurar veya düşürür.

Almanya'daki sistem, parlamenter sistem örneği sayılamaz, orada devlet, üniter değil federal yapıdadır, eyalet hükûmetleri vardır.

B.Amerika'da, eyalet deniliyor, ama, federal yapı vardır; ayrı ayrı 50 devletten oluşur.

Bizdeki sistem biraz Amerikan sistemine yakındır, ama, aynen değildir. Çünkü orada, Birlik içinde yer alan her eyalet/devletin, -nüfusları ne kadar olursa olsun-, 2 senatörle temsil edildiği bir senato vardır ve yüksek kamu görevlileri, sadece Senato'dan onamayla tayin olur.

Kaynak / Star Gazetesi