Her ne kadar, 'tavuk mu yumurtadan; yumurta mı tavuktan çıkar?' sorusu gibi, 'faiz mi enflasyondan, enflasyon mu faizden çıkar?' sorusu da insanı mantıkî bir çıkmaza sürüklese de ve her iki tarafın görüşünde de doğru olmak ihtimali varsa da; meselenin aslı, kapitalist sistemin bozukluğundan kaynaklanıyor ve kapitalizm, önce kapitali, sermayeyi korumayı esas aldığından, oluşması muhtemel enflasyonları bile göz önüne alarak faizi yükseltir ve bu, kendi mantığınca doğru tedbirdir.
Ama, kapitalistin kasasını değil de halk kitlelerini maişetini düşünürseniz, 'faiz yüksek olduğu için enflasyon yüksektir.' görüşüne itibar edersiniz.
Önceki Maliye Bakanları'ndan M. Şimşek ile 'Benim okuduğum ekonomiye göre enflasyon yüksek olduğu için faiz yükselir, yükselmeye mecburdur.' der, kendi mantığınca doğru da söylemektedir. Çünkü kapitalist sistemin asıl tezi budur.
Tayyib Bey ise, -ki, o da ekonomi okumuştur- onun tersini söyler, 'faiz yüksek olduğu için enflasyon yükseliyor.' der.
O da bir bilgiye ve sağlıklı mantığa dayanıyor ve kendi yaklaşımına göre doğru söylüyor,
Ama, Tayyib Bey'in 13-14 yıl yanında Bakan olarak ekonomik çarklara hükmeden kişi, 'edeb' sınırlarını bile yıkarak, eski liderini, 'ekonomiyi bilmiyor, bilmediğini de bilmiyor.' diye küstahlaşarak eleştiriyor ve böylece kimin safında ve hizmetinde olduğunu da ortaya koymuş oluyor.
Bu satırların sahibi de, Tayyib Bey'in tarafdar olduğu görüşü savunuyor, çünkü halktan biridir ve kapitalistin kasasının derdinde değildir.
Riba veya faiz, bir 'değer değişim birimi' olan paranın borç olarak verilirken, karşılığında, ondan daha fazla bir mikdarın taa baştan istenmesi ve hattâ alınmasıdır.
Özellikle bankalar böyle peşin çalışmaktadırlar.
Siz farz-ı muhal, bankadan 100 milyon lira kredi alıyorsunuz, gerekli şartları haiz iseniz, banka, bu parayı size diyelim ki yüzde 20 faizle veriyor ve siz sözleşmeyi imzalıyorsunuz ve banka size 80 milyon lira veriyor, çünkü yüzde 20'lik faizi peşinen alıyor.
Siz aldığınız kredi ile bir üretim yapacaksınız ve bu malı iç veya dış pazarlara süreceksiniz. Bunun için de kalite kadar, fiyat açısından da yarışacaksınız. Aynı malı üreten Japon üretici, yüzde 0,25 faizle aldığı kredi ile yaptığı ürüne serbest piyasada emsali mallarla rekabet edecek bir fiyat koyacaktır. Siz ise, aldığınız paranın beşte birini, yüzde 20'sini taa baştan vermiştiniz. O zaman nasıl rekabet edeceksiniz? Bu maliyetle elde ettiğiniz ürünle dış piyasalarda tutunamayacaksınız. İç piyasada ise, bir şekilde, o faiz yükünü tüketiciye yansıtacaksınız. Ya, kaliteyi düşürecek veya tüketiciyi kandıracaksınız; ya da, fabrikayı kapatacaksınız. Ya da işçi ücretinden ve sosyal sigorta priminden kısacaksınız. Çünkü en azından yüzde 25 kadar da kâr elde edemezseniz, o sahadan çekilmeniz gerekir.
Bu konuyu üretim alanı dışındaki ferdî ilişkiler arası borçlanmalar için de ele alabiliriz.
Siz bir arkadaşınıza, diyelim ki, 1 yıl sonra ödenmek üzere 1 milyon lira 'qarz-ul'hasene' veriyorsunuz. Yani, faizi-maizi yok. Arkadaşınız, onunla arsa, ev, araba vs. alıyor. Bir yıl sonra, zamanı gelince, borcuna sâdık dürüst bir kimse olarak, borcunu ödüyor. 'Allah razı olsun, Hızır gibi yetiştiniz.' diye minnet duygularını dile getiriyor.
Ama, şöyle bir düşünüyorsunuz, sizin verdiğiniz 1 milyon lira ile arkadaşınızın aldıkları, şimdi 2-3 milyonluk bir 'değer'le ancak alınabilir. Ve o kişinin size ödediği borcu ile siz, aynı malları alamayacaksınız. Yani, para değerindeki oynamalar yüzünden, borç alan zenginleşti, siz ise fakirleştiniz. Siz, para değerindeki değişkenlikler her gün bir başka renge bürünürken, bir daha, uzun vâdeli borç verir misiniz?
Nitekim İslâmî bir yardımlaşma olan 'qarz-ul'hasene' işlemez hâle geldi.
Ama mesele, 'ulusal para'ların uluslararası değişim birimi kabul edilen paralar karşısındaki çaresizliğinden kaynaklanıyor. Ve asıl sistemin bozukluklarına çareler bulamayacağımız açıktır.
Amerikan emperyalizmi, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, 'uluslararası değişim birimi' olarak 'altın' yerine 'dolar'ı kabul ettirdi.
Fransa'nın ünlü devlet başkanı General de Gaulle (dö Gol), 1964'lerde, 'dünyada değişim birimi olarak, 'dolar' yerine yeniden 'altın'a dönülmelidir.' dedikten sonra, içerde gücünü kıracak entrikalar güçlenmeye başlamış ve sonunda kaybettiği bir referandumu takiben, iktidarının onuncu yılında istifa etmişti.
40 yıl öncelerde Ronald Reagan, Amerikan başkanı olduğu dönemde Amerikan ekonomisi çıkmaza girmişti. Bu yüzden de 1976-80 arasında USA Başkanı olan Jimmy Carter, yeniden seçilememiş ve Reagan geldiğinde ise Amerikan ekonomisi sihirli bir el değmişçesine kısa zamanda kendine gelmeye başlamıştı. Bu sihirli çözüme, o zamanlar Reagan'ın ismini de ekleyerek, 'reaganomi' denilmişti. Reagan'a, 'Bu başarıyı nasıl elde ettiniz?' diye sorduklarında ise, o, 'Gaayet kolay. Yeşil kağıt (dolar basım) matbaalarının çalışmasına hız verdik, bir de Rambo filmleriyle, Amerika'nın karşı konulamazlığı' havasını dünya kamuoyuna pompalamak sûretiyle.' demişti.
Yani, Amerikan parasının, 'dolar'ın gerçek değeri var mıdır, yok mudur, bu sorulmaz. O, yeşil kağıtları basar ve dünyaya da güç gösterisi sergiler; bugünkü sıkıntılarımızın aslı da budur.
Kaynak / Star Gazetesi