Önce, belirteyim ki, Blinken, Telaviv’e gidişindeki gibi, Ankara’ya da gelişinde de, ‘Ben buraya Amerika Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak geldim’ deseydi, o zaman herhalde, Ankara’da da öyle soğuk karşılanmazdı.
Blinken’le Hakan Fidan’ın görüşmeleri genel hatlarıyla dışarıya yansımış bulunuyor. Amerika ve Avrupa medyasındaki yorumlar da Başkan Erdoğan’ı, ‘Batı ittifakı’nın başını ağrıtan bir siyaset takib etmekle suçluyorlar. (Bu arada, Blinken’in Dışişleri Bakanlığı’na gelişi sırasında, onu tek başına protesto eden Av. Gülden Sönmez hanım kardeşimizin, kendisini engellemek isteyen polislere karşı, ‘Beni değil, orada çocuk katili olan birisi var, onu yakalayın!’ demesi, en etkili tek kişilik eylemlerden birisiydi.)
Müslüman dünyasında ise… Bütün Müslüman halklar; ‘Yahu, bu kadar Müslüman devlet var, niye seyirci kalınıyor, bu korkunç barbarlığa?’ diye yakınıyorlar.
Zâhiren haklı sayılabilirler. Ama, biraz düşünülse, hastalığın kaynağına ulaşılır ve ilaç da ona göre hazırlanır..
Hatırlayalım, ‘Dede Korkut Masalları’ndan birinde, Dede Korkut, 7 çocuğunu çağırır ve yanındaki 7 çubuğu birer-birer kırar.
Sonra, 7 çubuğun bağlı olduğu bir desteyi alıp kırmaya çalışır , ama, kıramaz. Sonra da, der ki: ‘Ayrı ayrı olursanız, düşmanlarınız tarafından işte böyle kırılırsınız.. Ama, birlikte olursanız, kırılmazsınız..’
4 Kasım günü, İstanbul- 2 No.lu Baro’nun ‘Filistin’de Soykırım Sempozyumu’nda söz sırası bu satırların sahibine de gelince, oradaki bir sahneyi burada da tekrarlamalıyım:
‘Bilindiği üzere, Kur’an üzerindeki çalışmalarıyla bilinen (merhûm) Muhammed Esed, aslında, ilk ismi Leopold Weiss olan bir Yahudi idi ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı diyarlarında gazetecilik yapıyordu.
Birgün, Kuzey Afrika’daki Senusîlik Tarikatı’nın şeyhi Büyük Senusî ile karşılaşır ve ona; ‘İtalyanlar 1912’lerde, en modern silâhlarla Bingazi sahillerine çıktıklarında, siz, hemen binlerce müridinizle atlarınıza binip, kılıç ve kargılarla saldırıya geçtiniz.. Halbuki, sizin silahlarınızın yetersizliği ortadaydı. Gerçi düşmanın sahillerden ileri geçmesini engellediniz ama, çok kurban da verdiniz. Bunu düşünemediniz mi?’ diye sorar..
O sözler üzerine, Şeyh Senusî; ‘İstanbul’da Halife, Cihad ilân ettikten sonra, bizim burada cihada katılmak için güçlerimizin hesabını yapmamız alçaklık olurdu’ der.
Evet, bugün, Müslüman halkların hemen her kesiminde aynı yakıcı sual, ‘Yahu, küçücük İsrail’ in bu barbarlığına karşı, 2 milyara yakın Müslüman dünyası niçin seyirci? ‘ şeklinde soruluyor.
Niçin mi?
Bir ‘cihad çağrısı’ yapıldığında, her müslümanın şer’î sorumluluğuna göre hareket etmesini sağlayacak bir mekanizmamız bugün yok da, onun için..
Evet, biz Müslümanlar bugün, 2 milyarlık dev bir kalabalığız.. ‘Kalabalığız’ diyorum, çünkü başsızız!. Çünkü, elimizdeki ve şer’ân hepimizi bağlayan o ‘büyük’ güç merkezimiz de, ‘Lozan Andlaşması’ ve devamında, havaya uçuruldu.
Çare, bugün de kalb, beyin ve el birliği içinde olabilmekte..
Unutmayalım ki, bizim parça-parça olduğumuzu bilen Amerikan emperyalizmi, hemen uçak gemilerini getirdi Doğu Akdeniz’e.. Kendisinin 75 yıldır, 52. Eyaleti durumundaki İsrail isimli haydutlar çetesini, 2,5 milyonluk savunmasız Müslüman Gazze üzerine saldırtarak, korkaklara mahsus ‘büyük ve sahte bir kahramanlık’ sergiletmek istiyor; bütün müttefikleriyle birlikte.. Yani, Yahudileri 2 bin yıl boyunca lânetli bilen Hristiyan dünyası, onlarla birleşti, ama, Müslümanlar, içimizdeki emperyalist kuklalarının, laiklerin 100 yıllık bayatlamış yalanlarıyla uyutuluyorlar hâlâ...
Sözü Hz. Ali’den nakledilen bir savaş taktiğini özetleyerek bağlayalım: ‘Düşmanınızın kılıcı uzun ve kuvvetli; sizinki, kısa ve zayıf ise, boş yere kılıç savaşı yapmayınız. Hasmınızın boğazına sarıldığınızda, o kılıcını size sallayamıyacaktır?’
Anlayana..