29 Eylûl Çarşamba günü, Rusya'nın Karadeniz kıyısındaki Soçi şehrinde gerçekleşen Erdoğan -Putin Görüşmesi'nin sonunda, iki tarafın, dünya dengeleri açısından çok önemli ve öncelikli konulardan özellikle de Suriye, Libya, Kafkaslar ve Kırım meseleleri üzerinde aralarındaki görüş farklılıklarını çatışmasız ve farklılıkları derinleştirmeden müzakere edebilecek şekilde ele aldıkları, iki liderin dünyaya duyurulan yumuşak açıklamalarından da çıkarılabilir; her ne kadar, nasıl bir uzlaşmaya varıldığı henüz net değilse de... Elbette bu açıklamalardan çok daha önemli olan, sahadaki uygulamaların nasıl olacağıdır. Çünkü daha önce de bir takım uzlaşmalar olmuştu, amma, Rusya bu uzlaşmaları, gücüne dayanarak başka türlü yorumlamıştı.
Ancak, Erdoğan'ın bu görüşmelerin olumsuzlukla neticelenmeyişinden memnuniyetini dile getirirken, Putin'le görüşmesi sonrasında, Putin'in yanında, 'Suriye'de barışın sağlanması, Türkiye- Rusya münasebetlerine bağlıdır...' demesi, bu görüşmelerin belki de en dikkat çekici cümlesi olarak ele alındı. Ama 3 saati bulan bir 'ikili müzakere'den sonra dile getirilen bu söz, 'ikili' müzakereler sırasında edinilen intibâlarla birlikte değerlendirilmeliydi herhalde... Ama, böyle yapılmayıp, ekranlarda sanki, Suriye konusunda Türkiye ve Rusya uzlaşırlarsa, bu ülkedeki 10 yılı aşkın devam eden korkunç savaş ve hattâ kaos sona erecekmiş gibi yorumlar yapanlar bile ortaya çıktı.
Çünkü, Suriye'de Türkiye ve Rusya'dan ayrı olarak, Amerika ve İran'ın da taa baştan beri etkili oldukları bilinmeyen bir durum değil..
Kezâ, perde gerisinde İsrail var, Fransa ve, irili-ufaklı güç odakları var..
Geçen hafta da, Tayyib Bey, Amerika'dan dönerken yaptığı açıklamada, 'Amerika'nın -Afganistan'dan olduğu gibi- Suriye ve Irak'dan da çekilip gitmesi'ni açıkça beyan etmişti. Ve açıktır ki, her ne kadar, Suriye'deki mevcud rejim bugün, Rusya tarafından idare olunuyor ve hattâ bir Rus üsteğmeni veya yüzbaşısı, sadece Suriyeli generalleri değil, Beşşâr Esed'i de idare ediyor olsa bile, Amerika ve İran da Suriye Buhranı'nda kendi maslahat ve menfaatlerini korumak açısından aynı derecede pay sahibidirler... Ve bu 4 devlet (Türkiye, İran, Amerika ve Rusya) arasında, o buhrandan kendi maslahat ve menfaatleri direkt olarak etkilenecek tek devlet Türkiye idi.
Rusya 3 bin km'den, Amerika 15 bin km'den, İran ise, en az 300 km daha uzaktan Suriye'ye , müdahale ederken; Türkiye'nin Suriye'yle 910 km'lik bir ortak sınırı ve 100 yıl öncesine kadar da, 1514'den, 1918'lere kadar uzanan 400 yıllık bir siyasî birliği ve halkları arasında da 1400 yıllık da bir inanç birliği vardı. Ayrıca, Türkiye- Suriye sınırının öte tarafında, özellikle YPG/PKK gibi, Türkiye'ye yakın tehdit oluşturan terör örgütleri ve Türkiye'yle gizli-açık bir hesaplaşma niyeti taşıyan birçok devletler ve güç odakları da, oyunun diğer parçalarıydı.)
Hatırlayalım ki, , Suriye buhranının başında, İran'ın Lübnan'daki vurucu gücü olarak bilinen 'Hizbull...' örgütünün lideri Hasan Nasrullah, 'Eğer biz olmasaydık, Beşşâr Esed iki gün bile dayanamazdı...' derken, İranlı yöneticiler de, 'Suriye'de barışın tesisi için, Beşşâr Esed kırmızı çizgimizdir, olmazsa olmazımızdır.' demişlerdi.
Doğrusu, bu yolda bütün güçlerini kullandıkları da ortada.
Hattâ, İran'daki İnkılab rejiminin ilk 25-30 yılında en etkili isimlerden olan (ve 5 sene kadar öncelerde vefat eden) Hâşimî Refsencanî, 'Kendi halkına karşı kimyasal gazlar kullanan bir rejim meşruiyyetini yitirmiştir...' dediği için resmî yönetici kadroların hışmına uğramıştı ve şimdilerde artık Refsencanî, hizmet ve etkileriyle de artık neredeyse yok sayılmaktadır.
Erdoğan'ın, 'Suriye'de barışın tesisinin, Türkiye ve Rusya ilişkilerine bağlı olduğu' cümlesinin bu tarafları göz alınmazsa, İran, Amerika ve bu kanlı oyunun başka aktörleri de temize çıkmış olur.
Hatırlayalım, daha geçen hafta, 'Suriye'de barışın tesis edilebilmesi için, bu ülkedeki yabancı güçlerin çıkması- çıkarılması gereği'ne bir daha değiniliyordu, Rusya medyasında. 'Yabancı askerî güçler'den murad da, 'Suriye rejiminin daveti veya savunma andlaşması olmaksızın bu ülkede bulunan yabancı ülkelerin askerleri' idi; yani, Amerika ve Türkiye askerleri...
İran ve Rusya askerî güçleri ise, 'Suriye devletinin daveti üzerine geldikleri için, yabancı değiller'di.
İşin daha da ilginç tarafı şu ki, Suriye Buhranı patlak verdiğinde, Rusya , Suriye'yle Savunma İşbirliği Anlaşması olduğu halde, epeyce temkinli davranmıştı. Ama 'Rusya'nın Suriye Buhranı'na mutlaka müdahil olması, girmesi gerektiği' konusunda Putin'i, (2020'nin ilk günlerinde, Amerikalılarca Irak'ta katledilen) ünlü kumandan Süleymanî'nin iknâ ettiğini', İran'ın en üst yetkilileri gururla açıklamışlardı.
Ama, Hasan Rûhanî'nin Cumhurbaşkanlığı döneminde 8 yıl Dışişleri Bakanlığı yapan M. Cevad Zarif'in devlet sırrı olarak yaptığı bir konuşmada tablo tamamen tersyüz olmuş ve İran kara kuvvetlerini Suriye'ye müdahaleye, Rus hava bombardımanlarının etkisinin korunabilmesi için, Putin'in dayattığı ortaya çıkmış ve bu durum, 'Meğer, Rusya İran 'ın hedefleri için Hava Gücü değil; İran, Rusya Hava Gücü için Kara Gücü olmuş...' eleştirilerine bile yol açmıştı, İran'daki sosyal medyada..
Evet, Suriye Buhranı, sadece iki ülkeyi değil, dünya siyasetini etkilemek isteyen bütün güç odaklarını ilgilendirmektedir.
Kaynak / Star Gazetesi