Almanya'da geçen ay yapılan seçimler sonunda ortaya çıkan tabloya göre, yine bir koalisyonu gerektiren yeni hükûmet ne zaman kurulabilecekse, o zamana kadar Almanya Şansölyeliği'ni sürdürecek olan ve Federal Başbakanlık/ Şansölyelik için bir daha vazife almayacağını 2018 yılında açıklayan Angela Merkel, 15 Ekim günü, C. Başkanı Erdoğan'ın davetine icâbetle İstanbul'a geldi ve birkaç saatlik ağırlama, görüşme ve yapılan basın toplantısından sonra ülkesine döndü.
Basın toplantısında Erdoğan, 'Koalisyon hükûmetlerinin her ne kadar zorlukları olsa da, gelecek koalisyon hükûmetiyle de işbirliği içinde olabileceğimizi umuyoruz. Biz Başkanlık Sistemi'ne geçerek, koalisyonların zorluklarını aştık..' deyince; Merkel, kendilerinin 'koalisyon geleneğinden rahatsız olmadıklarını, bir Başkanlık Sistemi'ni düşünmediklerini' belirtmek gereğini duydu.
Böylece, aslında her iki taraf da kendi ülkelerinde yürürlükte olan sistemlerini savunmuş oldular.
Buna rağmen, konuyu taraflar arasındaki görüş ayrılığı olarak değerlendiren bazıları, -alman siyasetçilerinin, 'Koalisyon geleneğini, İkinci Dünya Savaşı'nda aldıkları ağır yenilgiden sonraki dönemler boyunca başarılı şekilde sürdürdükleri'ne bakıp-, o sistemi bir feragat ve fazilet yöntemi olarak gösterirken; Türkiye'nin, hele de 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi'nden sonra, nice siyasî entrikalar ve parlamento dışı güç odaklarının baskılarıyla, parlamento içinden çıkan koalisyon hükûmetlerinin ve o yolda yaşanan entrikaların, ülkeye ve halkımıza ne büyük acılara ve buhranlara mal olduğunu hatırlamazlıktan gelip, birkaç yıldır uygulanmakta olan Başkanlık sistemini 'tek başlı / tek adam yönetimi' olarak eleştirmeye ve bunu yaparken de, Merkel'in yaklaşımından güç devşirmeye kalkıştılar.
Halbuki, Almanya'daki koalisyon geleneği, savaş sonrası ilk yıllarda, acıları, yoksullukları birlikte paylaşmaktan ve, toparlanma döneminden sonra ise, kapitalist sistemin sosyal hayatı, halkın ihtiyaçlarını karşılamada, 'işbâ/ doygunluk' derecesine ulaştırmış olmasından kaynaklanmaktaydı. Bu da, 100 yıllık bir sanayi alt-yapısı ve aklına sahib bir toplum olmasından geliyordu.
Türkiye ise..
Osmanlı çökertiltikten sonra oluşturulan kukla devletler ve rejimler için 100 sene öncelerde çizilen sınırların, emperyalizmin bugünkü ihtiyaçlarına cevap veremez olduğu düşüncesiyle, (en başta da, Müslüman coğrafyalarının kalbi mesâbesindeki Ortadoğu'ya emperial güçlerin sapladıkları, İsrail isimli hançer'in korunması için) bu bölgede yeni sınırlar ve yeni ülkeler icad edilmek istenmesi ve o emperyalist entrikalara hizmet edeceği umulan terör eylemleri ve örgütleriyle karşı karşıya..
Almanya da, öyle bir durumda olsaydı, ne sert sosyal kırılmalar ve siyasî mücadelelerle karşılaşacağı, Adolf Hitler'i ortaya çıkaran büyük sosyal buhranların neler getirdiğinden de anlaşılabilir.
Kezâ, Gerhard Schreuder'in, Amerikan emperyalizminin 2003'deki Irak İşgali sırasında istenen şekilde davranmadığı için, nasıl devrildiği unutulmamalı..
Bizde de, 20 yıl öncesine kadar, hükûmetlerin devrilişinin ve 10-15 yılda bir tekrarlanan askerî darbe hıyanet ve zorbalıklarının sadece iç buhranlardan değil, emperial dayatmalarla tezgâhlandığı unutuldu mu?
İddiacıların, muhaliflerin sözlerine baktığınızda, zannedersiniz ki, Başkan Erdoğan, her konuda tek başına karar veriyor, kimseye danışmıyor. Hiçbir kontrol mekanizması yok gibi gösteriliyor..
Başkanlık sistemi'nde, Başkan, Millet'in rey ve iradesinin vesayeti altındadır; Başkanlık sistemine karşı çıkanlar ise, devreye eski entrikaların, baskı gruplarının Meclis oyunlarının ve hattâ silâhlı güçlerin girmesini; Millet'in yeniden mâlum iç ve dış merkezlerin vesayeti altında olmasını arzulayanlardır.
Bu arzularını gizlemek için, uydurdukları mazeret, 'tek başlılık..'
Bugün ülkemizde, konuyu çarpıtarak anlatmak isteyenler, konuyu tam bilmeyenlere, suret-i hakk'tan görünmek için, 'Başkanlık değil, tekbaşlı bir yönetim..' var deniliyor ve, 'Ahh, hakikî başkanlık olsa evet, ama, hakikî başkanlıkla ilgisi yok.. ' gibi laflar ediliyor.. Bu gibilere, 'Hakikî Başkanlık'tan ne anlıyorsunuz? Bir örnek verebilir misiniz? ' diye sorduğunuzda da verecekleri bir söz yoktur..
Kaldı ki, dünyada başkanlık veya yarı-başkanlık sistemi ile yönetilen devlet sayısı, bir elin parmakları kadardır. Amerika, Rusya, Çin, Fransa.. ve (birkaç yıldır) Türkiye..
(Trump veya) Biden, Putin, Şi Cinping ve Macron.. (Bazıları, Macron, yarı başkandır, Fransa'da Başbakanlık vardır diyeceklerdir, ama, 'Fransa başbakanı kimdir' deseniz, ismini ancak Google'a baktıktan sonra söyleyebilirler..)
Türkiye'de tek-başlılık var da, Amerika'da, Rusya'da, Fransa'da, Çin'de 'hakikî başkanlık' dediğiniz uygulamalar mı var? Güçlü devletler, hızlı ve hattâ ânî kararlar almak istediklerinde, uygulamalarını kendi iç -hukuk sistemlerinde bu sistemle legal/ kanûnî hale getirmiyorlar mı?
Amerika'da Başkanlık sistemi vardır.. Başkan, Kongre'ye sormadan, haber vermeden, orduyu savaşa sürükleyebilir.. Sadece savaş harcamaları için, Kongre'nin iznine ihtiyaç duyar.. Yüksek Mahkeme'nin yargıçlıkları ancak ölümle son bulur.. Kendilerini tâyin eden Başkan çoktan gitmiş veya ölmüştür, ama, sadece Senato'nun da teyidinden geçmiş olan Yüksek Yargıç, ömür boyu Yüksek Mahkeme'dedir. Diğerleri de aşağı-yukarı öyle..
Yoksa.. 90 milyona varan dev nüfuslu bir ülkenin bütün meselelerini tek kişinin, keyfî kararlarla halletmesi, olacak şey mi? O kadar Bakan'lar, Müsteşarlar, Genel Müdürler, Valiler, diplomatlar, danışmanlar, vs. ne içindir?
Bu ülkede bugün, (tek bir konu hariç) üzerinde söylenmeyen veya susturulmuş bir görüş mü var? O tek konu ise, bugün, 'tek adam yönetimi'nden şikayetçi olanların, asla vazgeçilemez zannettikleri kendi 'tek adam'larıyla ilgili bir konudur.
Kaynak / Star Gazetesi