SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL - DIŞ DÜŞMANLA BİR ŞEKİLDE MÜCADELE EDİLİR; AMA, İÇERDEKİLERLE?

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL - DIŞ DÜŞMANLA BİR ŞEKİLDE MÜCADELE EDİLİR; AMA, İÇERDEKİLERLE?

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL - DIŞ DÜŞMANLA BİR ŞEKİLDE MÜCADELE EDİLİR; AMA, İÇERDEKİLERLE?


Ülke korkunç yıkımlar getiren büyük bir depremle uğraşırken..

‘Kendi değerler dünyasında olsa da bazen, akl-ı selimle düşünebiliyor’ dedirten M. İnce isimli siyasetçinin bir videosu karşısında  insan, ‘Bu kadarına da, yuff!.’ demekten kendini alamıyordu. Çünkü bu kişi, ‘Bugünkü iktidarı yıkmak için, Şeytan dışında herkesle işbirliği yapabiliriz..’ diyor ve kendisini, mâlûm ‘taife-i laicus’a çılgınca alkışlattırıyordu...

 

İçerdeki muhaliflerin, şu büyük deprem faciası karşısında, dışarıdan yıllarca düşmanlık sergileyenler kadar olsun bir insanlık sergileyememesi ve hele de bu çetin kış şartlarında hattâ 14 milyon insanın acısından ve çaresizliğinden, perişanlığından habersiz olarak, sıcak köşelerinden basit siyasî hesaplarla, suçlamalar yapmaları, ‘Asker, AFAD ve Kızılay gibi kurumların veya kuruluşların depreme müdahalede geç kaldıkları' gibi beyanları, elem vericidir.

Bir daha hatırlayalım, 6 Şubat sabahı, 04.17’yi..  

7,7 şiddetindeki depremden hemen sonra, felâketin büyüklüğünü hemen kavrayan Tayyib Bey, 1 saat içinde, saat 06.00’dan itibaren, AFAD, Askeriye, Kızılay ve diğer kurumları harekete geçirmiş ve dünyaya da, ‘4. Derece (en yüksek seviyede) bir alârm’ bildirimi yapmış ve deprem bölgesindeki illerin valilerinden ayrı olarak 16-17 ilçeye de diğer illerin ‘Vali’lerini de geçici vazifeyle göndererek, facianın boyutlarını zımnen ifade etmiş oluyordu..

Ulaşılamayan yerler yok muydu?

 Vardı, elbette..

Çünkü, bütün yollar, köprüler geçit vermeyecek şekilde bile harab olmuştu..  (Bir Malatyalı arkadaş anlattı; deprem olduğunu haber alınca sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, akrabalarının olduğu Adıyaman’a gitmeye karar verir, arabasıyla.. Ama, görür ki, Adıyaman’a giden bütün yollar, köprüler harab olmuştur; gidemez, geri döner..)

 

Dün Muhalefet’in lideri KK. Bey’i partisinin Grup konuşmasında dikkatle dinledim.. Felâketin büyüklüğünü, gittiği Hatay’da gördüklerini anlatmaya çalışırken yine Tayyib Bey’e dinmek bilmez bir kin duygusuyla saldırıyordu. 

Ve, bütün bölge de bu durumdayken.. Sadece gördüğü Hatay'daki manzaranın bile nasıl dehşet verici olduğunu anlatırken, Kılıçdaroğlu, meğer, o anda, çaresizlik içinde  yeni bir kişi olmuş.. Kendisi öyle diyor:  

İşte o zaman, o an içimde bir şey koptu. Anladım ki ben artık eski ben olamayacağım. O an itibarıyla ben aynı Kemal değildim. (…)  Telefon hatları çekmiyor. Hiçbir şey çalışmıyor. (…) (…)halkımıza seslenmemiz lâzım' dedim. En zor zamanda, nerede duracağımızı söylemem lâzım.. (…)’

Zannedersiniz ki, siyasî rekabeti bir kenara koymuş, bir birliktelik sergileyecek; ama, hayır!.

'Erdoğan ile siyaset üstü hizalanmayı reddediyorum' dedim. Ne kendisi ile, ne sarayı ile ne de çeteleriyle hizalanacağım.  Milletimize seslenmek istiyorum ama internet bağlantısı yok. (…) Neyse, çözdük bir şekilde interneti, seslendim. Ne düşünüyorsam amasız, fakatsız söyledim.’

 

Görelim, ne söylemiş; demiş ki:  ‘Ey halkım, güzel halkım, yüreği yanan halkım. Sen daha iyi olmayı hak etmiyor musun? (…) Cumhuriyetimizin bir yüzyılı geçti. İkinci yüzyılımız daha iyi olmasın mı? Yazımızı öldürdüler, ama artık bir baharı yaşatmayalım mı?’

(KK Bey, ilk 100 yılın hangi ilk baharından ve öldürülen yazından söz ediyor, ama, bunu açıklamıyor ve devam ediyor:

‘(…) İktidarı değiştireceğiz, orası kolay, ama hepimiz biliyoruz ki değişim, bir iktidarı değiştirmekten büyük olmalı. Çünkü zihniyeti değiştirmemiz lâzım. Zihniyet değişmedikçe bu sorunlarla hep karşılaşacağız. Bu ülkeyi enkaz altında bırakan düşünce şeklini kökünden kurutmamız lâzım, değerlerimizi yeni baştan örmemiz lâzım (…) Soygunculara susuluyor, ses çıkarılmıyor. Şehirler rant üzerine inşa ediliyor. Dükkan kiralayan, birkaç metre kazanmak için kolonları kesiyor. Deprem oluyor, komşu şehirlerde kiralar fırlıyor. (…)’

Kılıçdaroğlu, düzeni suçlarken ‘iğneyi de kendilerine batırmaları gerektiğini, siyasete girenin de kısa sürede, anormal şekilde zenginleştiğini’ de belirterek, ‘Biz siyasîler de oy kaybederiz diye imar aflarına el kaldırıp indiriyoruz hep..’ değerlendirmeleri de yapıyor ve şöyle devam ediyordu:

‘-Velhasıl sevgili dostlarım, değişmemiz lâzım. Sistemi, yani düzenin çalışma şeklini kökünden değiştirmemiz lâzım. Devletin işleyişini değiştirmemiz lâzım. (…) Değerlere gelince, mangalda kül bırakmayan bizlerin bunu artık davranışlarımıza yansıtmamız lâzım. Özetle, her şeyi ama her şeyi temelden değiştirmek zorundayız.(…) Tek adamlar, asla ve asla bu coğrafyada bir daha olmayacak. (…) Vallahi de billahi de bu haramî düzenini mutlaka ama mutlaka değiştireceğiz.(…)’

Evet, Anamuhalefet Lideri sıfatını taşıyan bu kişi dün ana hatlarıyla böyle konuştu.. Hele ‘Tek adam’dan yakınmasını duyunca,  cân’u gönülden, ‘KK Bey, Sahi, var mısın, ‘tek adam‘ üzerine kurulu dünya görüşünüzden ‘tek adam’ı çıkarmaya?’ dedim içimden..

 

Konuşmasının içinde, bugün içinde yaşanılan ve bütün ülkeyi derinden etkileyen büyük felâketin içinden nasıl çıkılacağına dair,  -bir takım hayâlî vaadler ve iyi niyet manzûmeleri dışında- yakın vâdede yerine getirilebilecek hiçbir şey yoktu..

Sadece, kendisinin Erdoğan’la asla ‘siyaset üstü bir yerde hizalanamıyacağı’na dair lafları zihnime takıldı.. Sanki, istese, onunla aynı hizada yer alabilecekmiş gibi..

Yine de, bir büyük felâket karşısında,  ‘Bu mudur, milletin birlik ve beraberliği konusunda söylenecek sözler?’ diye geçirdim içimden..

 

Ve acıyla itiraf etmek gerekirse, ülkemiz ve Müslüman halkımız için önceleri neler düşündükleri bilinen dışardakiler kadar bile bir insanlık sergileyemedi o ve müttefikleri..

Meselâ, bir Yunan dışbakanı Nikos Dendias, Ermenistan Dışbakanı Ararat Mirzoyan ve Amerikan dışbakanı Antony Blinken’ın ziyaretlerinde sergiledikleri yaklaşıma bakınız, bir de  KK Bey’in tavrına..

 

Bu arada Amerikan dışbakanı Antony Blinken’ın, Antakya ve diğer bazı deprem bölgelerini Çavuşoğlu’yla birlikte helikopterden gözlemlemesi.. Blinken’ın,  Amerika’nın siyasetini sorgulayan suallere değinmemesi veya diplomatik açıdan her mânâya gelebilecek yuvarlak sözler etmesi de ilginçti.  

Ama, Çavuşoğlu, Birleşik Amerika’nın müttefikliğe sığmayan davranışlarını en net şekilde  eleştirmekten de geri durmadı ve Türkiye’ye F-16 savaş uçaklarının  verilmesinin, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine Türkiye’nin ‘Evet’ demesi şartına bağlanmasının asla kabul edilemiyeceğini ve ayrıca, F-35 savaş uçaklarının yapımına başlangıçta ortak olan Türkiye’nin 1 milyar 400 milyon dolarla katıldığı o projeden çıkarılmasından sonra, o paramızı geri vermeniz gerekir demesi ve Blinken’ın sessizliğini koruması ilginçti.

 

Evet, ülke ve halklımızın karşılaştığı büyük felâket karşısında büyük çapta tek yürek olduğu bir zaman diliminde bizdeki iç siyasette muhalefet odakları yazık ki, yabancılar kadar olamadılar.

 

NOT: Amerikan Başkanı Biden’ın 20 Şubat Pazartesi günü, önceden açıklanmayan şekilde, Ukrayna’ya gelivermesi ve Ukrayna’yı Rusya karşısında tek başına, yalnız bırakmıyacaklarını açıklaması ve Rusya Başkanı Putin’in de, Ukrayna Savaşı’nı asıl başlatanın Batı dünyası olduğuna ve bunun bedelinin ödettirileceğine, hattâ nükleer tehditler savurmasına da gelecek yazıda; inşaallah..

 

Star

 
  •  

Kaynak: Dış düşmanla bir şekilde mücadele edilir; ama, içerdekilerle? - SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL