Son yıllarca Türkiye'nin teknoloji alanında aldığı mesafelerin, İslamî dünya görüşüne bağlı kadrolar eliyle gerçekleştirilmesinden, içerdeki bazı -mâlûm- çevrelerin rahatsızlık duydukları bilinmiyor değil..
Onlar da biliyor ki, -belki kıyıda köşede kalmış, sesi duyulmamış, istisnaî bazı vak'alar ise ayrı, ama- ülkede bir açlık yok iken, dikkatleri bu gelişmelerden başka yönlere çekmek için ülkede bir açlık varmış gibi göstermeye çalışıyorlar.. Halbuki bugün karşılaşılan asıl mesele, 'Niçin ben de filanlar kadar filanlar kadar yiyemiyorum- giyemiyorum, niye ben onlar kadar zengin değilim..' şeklindeki açgözlülüktür.
Yani, bugün ülkede bir açlık ve kıtlık yok, dünya nimetlerinin âdilâne şekilde dağıtılması demek olan 'qıst' anlayışı ve kanaatkârlık ve şükretmekten uzak düşüş söz konusu.. Bu da sadece beşerî kanunlarla ve materyalist anlayışlarla sağlanabilecek bir şey değildir. En zengin ülkeler bile bunun çaresini bulamamışlardır.
Ve dahası, Türkiye bugün, 'yıllık ulusal gelir'ine nispetle ülke dışı yardımlar konusunda 'dünya birincisi bir ülke..' Suriye'de, Kuzey Irak'ta, Afrika ülkelerinde, Arakan'da, Yemen'de ve şimdilerde de Afganistan'a yapılan yardımlar konusunda da öncü..
Bu konuda dünya kadar sosyal yardım kuruluşlarımız, teşekküllerimiz, cemaatlerimiz var. Bunların başında, İHH geliyor..
İHH'nın evvelki gün 4 elemanı Bursa'da yapılacak bir programa katılmak üzere İstanbul'dan Bursa'ya giderken, Orhangazi ilçesine yakın bir yerde meydana gelen fecî bir trafik kazasında, yaş ortalaması itibariyle 30 yaşın altında olan bu gençler dünya hayatına vedâ ettiler.
Bu gençlerin her birisinin, yüksek teknoloji alanında oldukça etkili, faal elemanlar oldukları anlaşıldı. Ve bu gençlerden birisinin de, Müslüman gençliğin ülkeye neler kazandırabileceğinin en çarpıcı isimlerinden birisi olan Selçuk Bayraktar'ın en büyük yardımcılarından bir mühendis olduğu açıklandı.
Onların hizmetlerinden mahrum kalmış olmanın üzüntüsüdür, acımızı daha bir katmerleştiren..
Ve dün, İstanbul- Fatih'te, Fatih Camii'nde binlerce genç insan, bu arkadaşlarını, ağabeylerini ebediyet yolculuğuna uğurladılar..
Cenaze namazında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bey de kısa ve güzel bir tezkiye konuşması yaptı ve 'Bu dâvanın acılar çekmek, kurbanlar vermek pahasına da olsa, bizi yolumuzdan döndüremeyeceğini, bizim Allah katında vazifeli bir ülke ve halk olduğumuz inancımızı unutmamak gerektiğini' hatırlattı, özet olarak..
Cenazeler gönderildikten sonra, 'İHH'nın merkezinde bir grup arkadaş sohbet ediyor, birlikte gidelim' denildi, gittik.. Orada 15 kadar insanın bir arada sohbet ettikleri bir odaya aldılar. Süleyman Soylu ile m.vekili Hasan Turan ve İHH'nın sembol ismi Bülend Yıldırım olmak üzere diğer isimler, İzmir- 9 Eylûl Üni. Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Refik Korkusuz hoca ve diğerleri.. Bir saate yakın bir sohbet..
Elbette önce bu 4 genç arkadaşımızın geçirdiği kâza üzerine muhtemel etkenler üzerinde duruldu. Anlaşıldığına göre, bu kazâ uykusuzluktan meydana gelmiş gibi gözüküyordu.
Ama, acaba başka etkenler de yok muydu?
Halihazırda veya ileride tehlike teşkil edeceği tahmin olunan ve 'düşman beyinler' olarak işaretlenen kimselerin bertaraf edilmesi ihtimali bu kazâ konusunda da göze alınmalı değil mi?
Nitekim, ülkemizin en hassas konulardaki önemli yüksek teknoloji kurumlarından olan Aselsan mühendislerinden 5-6'sının bu zamana kadar kazâ süs verilerek öldürüldüğüne dair iddialar henüz de açıklığa kavuşturulamadı.
'Kazâ' görünümlü bertaraf etme çabalarının ve de suikastlerin benzerinin Pakistan ve İran'daki nükleer bilim adamlarına yönelik olarak son 8-10 yıldır nasıl sahnelendiği, hele de geçen sene Muhsin Fahrizâde isimli nükleer bilim adamının, Siyonist İsrail rejiminin uzun vâdeli bir çalışmasıyla, hem de Tahran'ın içinde nasıl katledildiği hatırlanmalıdır.
Şimdilerde, Amerikan gazetelerinde o suikastte, 'Sun'î (yapay) zekâ destekli' uzaktan kumandalı ölüm makinelerinin devreye sokulduğuna dair yazılar yayınlanmaktadır. Elbette bu iddiaların, propaganda ve karşı konulmaz bir güç olduğu havası oluşturmak için yazıldığı da göz önünde bulundurulmalıdır, ama, gerçek olamaz da değildir.
Elbette, takdir-i ilahî' tedbir ile bozulmaz, ama, bizim vazifemiz ve şiarımız, ancak ve ancak, aklen ve şer'an alınması gereken tedbirlere tevessül ettikten sonra, gerisinin hakkımızda hayırlı olması niyazıyla Allah'a tevekkül etmektir.
Bir diğer konuya da kısaca değinelim..
'Sosyal intihar' mesâbesindeki utançlara tahammül nasıl olacak?
Son günlerde ülke çapında hemen herkesi rahatsız eden- etmesi gereken, üç yaşında bir kız çocuğunun ölmesi , öldürülmesi veya ölüme terkedilmesi faciasının medyada ele alınışı, muhabirlerin daha çarpıcı ifadeler kullanma yarışları neticesinde, müstekrehliğin ötesinde sosyal bir çöküşü, izmihlali çağrıştırıyor.. Bu konudaki yayınların fren tanımazlığı, genç-yaşlı, kadın -erkek, bütün zihinleri ifsâd ediyor; herkesin diline düşen konular yaklaşan bir 'sosyal intihar'ı haber veriyor.
'Tevbe' ederken bile, işlenen günahların teferruatıyla tekrar anlatılmasından kaçınılması tavsiye olunmuştur, İslâm büyüklerince .
Bizdeki medya ise, kalplerinde fesat olanların suç ve günah işlemek şeklindeki şeytanî zekâsını geliştirmeye hizmet ediyor..
Buna bir çare mutlaka bulunmalı..
Kaynak / Star Gazetesi