Bazı okuyucular var ki, ısrarla, sadece 'belli bir kavmin haksızlığa uğradığı'ndan söz ederek o konulara değinmeyişimi veya çok az ya da dolaylı değinişimi tenkid ediyorlar. Halbuki, 1972'lerden beri bu konularda nasıl bir çizgim olduğu ortadadır. Ama, bu tavrımın, sanki sadece bir kavim haksızlığa uğruyormuş gibi bir algı oluşturmaması içindir. Yoksa, hepimiz, bir kasırganın, bir firavnî hortumun darmadağın ettiği bir sosyal hayatın mazlumlarıyız.
Kalp hassasiyetlerimizi harekete geçiren güzel yazıları ve tercümeleriyle tanıdığımız yazar Cemâl Aydın bey, Prof. İnci Enginün'ün, Dergâh dergisinin Aralık -2021 sayısında çıkan, 'Milletler milletleri nasıl görürler?' başlıklı yazısından bir paragrafı gönderdi, dün..
O paragrafı burada da tekrarlayalım:
'Shakespeare'de Türkler' adlı seminerde konuşmacıların sık sık vurguladıkları Shakespeare'deki Türk düşmanlığını içeren parçalarla ilgili yorumlardan sonra söz alan bir İngiliz elçisi, bunun toplum yapısından kaynaklandığını şöyle açıklamıştı: 'Unutmayın ki, İngiliz kilisesine devam eden her İngiliz, her Pazar günü bir kere Türklere lânet yağdırır.'
Evet, ilginç bir not..
Burada açıktır ki, Türklerden maksat, Müslümanlardır. Çünkü, İngiliz İmparatorluğu ve bütünüyle Hristiyan Avrupa, Osmanlı'dan çok korkmuş ve çok çekmişti.. Ama, onlar sadece Türkler demekle diğer Müslümanları mâsum gösteriyor değildiler.. Avrupalının lugatında, Müslümanlar asırlarca genel olarak Türk olarak isimlendiriliyordu.
İspanyollar da, Endülüs'le ilgili değerlendirmelerinde, genel olarak hep 'Arap'lardan söz ederler. Çünkü, İber Yarımadası'nı Milâdî takvimle 710'lardan 1492'lere kadar 775 yıl kadar hâkimiyetinde bulunduran Müslümanlar, genel olarak Arap kavminden idiler.
Hattâ, Balkan coğrafyasında da Müslümanların kimlik kartlarında, 'din hanesi'nde 40-50 yıl öncelere kadar 'Türk'yazılır ve Hristiyan iken ihtida eden, Müslüman olanlara da, 'Türk oldu..' denilirdi.
Bu vesileyle ekleyeyim, Hristiyan takviminin en karanlık çağı olarak bilinen Orta Çağ'ın Engizisyon Mahkemeleri'ndeki inanç teftişi zulümleri ve kilise duvarları dibinde yakılan ateşlerden yükselen alevleri üzerine, yukarıdan, kilisenin mazgal deliklerinden, başka Hristiyan mezheplerinden olanların, bedenlerine 'kâfir' diyerek demir çatallar saplanıp, canlı canlı yakıldıklarına dair korkunç zulüm hikâyelerini kendi tarihlerinden okuyoruz.
Papalığın ve Katolik Kilisesi'nin taassubuna, 500 yıl öncelerde bu zamanlarda karşı çıktığı için biraz sempati ile bakılan Martin Luther'in yazıları ve mektuplarınlarında da, Müslümanlar, 'türk' olarak anlatılır ve 'Bu düşmanlar'ın, kendilerine, -Hristiyanlıktan uzaklaştıkları için-, Tanrı tarafından gönderilmiş şeytanî güçler' oldukları belirtilir.
Biz Müslümanlar her bir kavimden olabiliriz, hiç birimiz, anne-babamızı, dünyaya geldiğimiz zaman ve mekânı, rengimizi , cinsiyetimizi, kendimiz belirlemedik. Hiçbirimizin maddî cevheri diğerinden üstün veya aşağı durumda değil, hepimiz aynı topraktanız. Kur'an-ı Kerîm , özel olarak bazı toplulukların geçmişteki hallerine işaret etse de, genel hükümlerinde, bütün insanları kuşatacak şekilde, 'Yâ eyyuhen'nâs!..'/ Ey insanlar!' diye hitap eder.
Aynı şekilde, 14 asır önce ilân edilmiş bir 'İnsan Hakları Beyannâmesi' mesâbesinde olan 'Vedâ Haccı Hutbesi'nde de Hz. Peygamber (S), herhangi bir kavme değil, 'Ey nâs!/ Ey insanlar!' diye bütün insanlara hitap etmiştir. Bu bakımdan, 'filan kavmin yüceliği, filan kavmin cüceliği' gibi ırkçı, kavmiyetçi, kabileci, cereyanlara itibar etmek, kendi yaratılışımızla öğünmek de, utanmak da, Allah'ın takdirine isyandır.. Övünülecek olan, insanlığın tamamının hayrına olacak şekilde hizmetler etmektir.
Biz Müslümanlar ezelden beri, 'Millet-i İbrahîm' olarak, 'Millet-i İslâm'ız. 'Sizin en üstün ve faziletli olanınız, en taqvâlı, yani Allah'ın emirlerine en fazla riayet edeninizdir..'meâlindeki 'İnne ekremekum indallahi etqaakum' âyeti, temel kıstasımızdır.
Geçen gün, Üniversitede sosyal bilimler alanında okumuş bir kardeşlerimizle konuşurken, söz, Adolf Hitler'in 'üstün ırk'nazariyesine geldi..
Aslında, Hz. Musâ'nın getirdiği ilahî mesaj ve Şeriati, O'nun 40 gün kadar süren Tûr-u Sinâ'ya gidiş- gelişi sırasında, hemen altınlarını eritip bir 'altın buzağı heykeli' yaparak ona tapınan ve Benî İsrail Samirîleri diye anılan, sonra da kendilerini, kan soyu bakımından da 'en üstün ırk' ve diğer bütün insanların da kendilerine hizmet etmesi için yaratılmış kitleler olarak gören Yahudi anlayışının Adolf Hitler tarafından tersine çevrildiği ve, 'Saf aryen ırkına mensup, sarı saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli nordik/kuzeyli almanların (yani, bütün Almanların değil) 'üstün ırk'; Yahudilerin ise, imhası gerekli 'zararlı ırk'; diğer bütün kavimlerin de, 'üstün ırk'ın emirlerine riayet ettikleri müddetçe insan haklarından faydalanabileceklerine müsaade edilebilecek 'vasat ırk' olarak sistematize edildiği anlatılırken..
Genç kardeşimiz, Hitler'in, ünlü eseri 'Mein Kampf/Kavgam)'da, bizim içimizden 'çıkan'lardan birisine, bir 'ulus-devlet' kurduğu için övgüler yağdırdığını, o kitabın Almancasından okuduğunu söyledi..
O övgülerin, o sitayişlerin İslâm Milleti'ne neye mal olduğunu hepimiz gördük ve hâlâ da görmekteyiz.
İslâm'ın kesinlikle reddettiği kavmiyetçi/ şeytanîyaklaşımların özellikle de son 150-200 yıldır zihin dünyamıza musallat edilmesi yüzünden, hemen hemen bütün Müslümanlar toplumlar çeşitli kavimlerin diğerlerinden, üstün veya aşağı olarak nitelendiği ve birbirleriyle boğazlaştırıldığı bir çağa geldik.
Ama, bu kanlı-irinli cereyanı, inancımızın değerleriyle pansuman edeceğiz, inşaallah.. Yürünecek başka her yol, hepimiz için daimî bir 'çıkmaz sokak'tır.
Kaynak / Star Gazetesi