Selahaddin E. ÇAKIRGİL - 'Ben dış düşmandan korkmam! İç düşmandan ise, Tanrı korusun!' - 27 Ocak 2021

Selahaddin E. ÇAKIRGİL - 'Ben dış düşmandan korkmam! İç düşmandan ise, Tanrı korusun!' - 27 Ocak 2021

Selahaddin E. ÇAKIRGİL - 'Ben dış düşmandan korkmam! İç düşmandan ise, Tanrı korusun!' - 27 Ocak 2021


Önümüzde geçmemiz gereken bir deniz.. (…) Sessizliğin her zaman huzur olmadığını öğrendik..(…)/

Yıprandık, ama, yıkılmadık.. (…)

Evet, mükemmel olmaktan uzağız, kusursuzluktan ırak../ Ama, mükemmel bir birlik oluşturmak için yanıp tutuşmadığımız anlamına gelmez bu../

(…) Hedefimiz, bütün kültürlere, renklere, karakterlere (…) bağlı bir ülke oluşturmak.. / Ve, gözümüz, aramızda duran engelleri değil, önümüzdekileri görmeli../ (…) önceliğimiz geleceğimizdir../(…)’

Evet, geçen hafta yeni Amerikan Başkanı Biden’ın yemin töreninde okunan bir şiirden kesik-kesik birkaç cümle, yukardaki sözler..

Görülüyor ki, dünyanın maddî açıdan en güçlü ülkesi sayılan Amerika’da bile, öyle bir günde okunan ve çok beğenilen bir şiirde dile getirilen hayal, ümid ve hedefler, ataları Afrika’dan köle ve mal- eşya gibi Amerika’ya getirilmiş bir siyahî kızın mısralarında daha bir sevimli hale gelmiş..

Bu cümleler başka ülkelerin halklarınca, kendi yaşadıkları ülke ve coğrafyalar için de geçerlidir.

Yazının başlığındaki, ‘Ben dış düşmandan korkmam; iç düşmandan ise, Tanrı korusun..’ şeklindeki cümleyi, 19. Yy.’ın büyük alman siyasetçisi Kont Bismarck telaffuz etmiş..

İçerdeki düşman, daha doğrusu düşmanlık, her türlü dış düşmandan daha tehlikeli ve acıdır; bir aile içindeki, anne/baba/kardeşler arasındaki kavgalar gibi, ruhları perişan ve hâneleri virân edicidir.

Bunları niçin mi yazıyorum?

2023 yılında yapılacak olan Başkanlık ve parlamento seçimleri için, ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak isteyen herkes ve her cenah, kolları şimdiden sıvadılar bile..

Her inanç, ideoloji veya dünya görüşünün bağlıları, karşılarına çıkacak her gelişmeden, kendi lehlerine bir sonuç elde etmek için olanca çabayı göstermeye çalışırlar. Bunu tabiî karşılamak da gerekir. Çünkü, her inanç, ideoloji veya dünya görüşü, bağlıları için ütopya değil, bir idealdir.

İdeallere ulaşmak kolay değildir, elbette.. İdealleri hayal etmenin tadı ile realitenin acısını bir kâse içinde aynı anda tutmak kolay değildir.

Biz Müslümanlar, inancımızı bütün dünyayı kurtarabilecek bir hayat nizamı olarak görürüz ve o aziz idealimizi gerçekleştirmek için varımızı -yoğumuzu, her şeyimizi fedâ etmeye hazır olduğumuzu söyleriz. 40 yıl önceleri, kesin doğrularımız, inançlarımız göklerde bir yıldız gibi bize göz kırpıyordu; ve onu yeryüzüne indirmekle vazifeli hissediyorduk kendimizi..

Geldiğimiz noktadan geriye bakınca.. Elbette her şey mükemmel değil, ama, bu kısa zaman diliminde bu kadar mesafeyi alabileceğimizi tasavvur edemezdik.

Ama, dünlerde tamamen uzağımızda olan ve kaybedecek fazla bir şeyimizin olmadığı kanaatiyle ideallerimiz için mücadeleye hazır iken.. Bugün, kazandıklarımızı kaybetmemek kaygısı ağır bastı ve dünlerde yabancı olduğumuz rehavet alâmetleri bizi kuşatmaya başladı.

Hani, tarihte Emevî’lerin zulüm düzeni yıkılıp Abbasîler iktidara gelince, zamanın ulemâsından birisi, Abbasî Halife- Sultanı’nın huzûruna varır ve nelerin nasıl olması gerektiğine dair görüşlerini dile getirir. Abbasî Halife -Sultanı ise, ‘Aman efendim, bir dünya saltanatıdır, bize ulaşmıştır; bırak biraz da biz sürelim..’ der.

Bu sözlerin sadece 12 asır öncelerde söylendiğini sanmayalım.. Her zaman ve mekânda karşımıza çıkar.

Asırlar öncesinin tarihçisi Qudbeddin Nehrevânî, Moğol İstilâsı öncesindeki Bağdad’ı anlatırken, ‘Bağdad halkının, Dicle kenarında koyu gölgeler altında sabahtan akşama kadar yumuşak minderler üzerinde uzanıp, devamlı yedikleri-içtikleri ve eğlendikleri’nden haber veriyordu.

O Bağdad, her mekân ve zamanda tekrarlanır durur.

Şimdi, bizim inancımızla, ideallerimizle 100 yıldır savaşan karşı cenah da olsa, bu aynı ülkenin insanlarıyız, onlar bizi, biz onları sevmesek de, birbirimizle savaşarak değil, bir ortak noktada buluşmak zorundayız. Bu ortak nokta, bu ülkedir, bu coğrafyadır.. Toprakperestlik yapmadan, vatansız olmanın perişanlığını, dünyadaki yüzmilyonlarca sığınmacıların durumundan olsun anlayabiliriz.

1 yıl öncelerde, ‘Türkiye’de Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmak için muhalefetle ve STK işbirliği yapılması gerektiği’nden söz eden kişinin şimdi Amerika’da Başkan olmasından cür’et alarak, içerde kimlerin fitne çıkarmaya teşne olduklarını, toplumu germeye, bir yerlere selâm çakmaya çalıştıklarını görüyoruz.

Muhalefet’in bir tv. kanalının sorumlusu daha geçen gün, askerî darbelerin hiç de kötü olmadığını, kendi dünyaları için emniyet sübapı oluğunu söyleyebiliyordu. Yine, o muhalefetin bir eski m.vekili olan bir prof. da, daha dün, ‘Erdoğan’ın gideceğini bilsem, bu yolda, vallahi de billahi de canımı vermeye hazırım!’ diyecek kadar, HT’deki tv. ekranında çılgınca bir gözü dönmüşlük sergileyebiliyordu.

Buna rağmen, biz emperial odaklı fitne hareketlerinin oyunlarına karşı müteyakkız ve birbirimizi aynı halkın bir parçası olarak kabul edip; haklılığımızdan geri adım atmadan ve kan tepemize fırlamadan hareket etmek zorundayız.

Evet, ‘İçerdeki düşmanlıktan Allah korusun..’

Ve, ‘aramızdaki uçuruma rağmen, önceliğimiz geleceğimizdir’ ve bu çetin yolculukta kervanımızı duraklatmamak-tökezletmemek zorundayız; uzaktan yakından ürümelere aldırmadan..

Not: Star gazetesinden alıntıdır.