Okuyuculardan mesajlar gelir, tabiatıyla.. Eleştirileri, hakaret olmadığı müddetçe, sonuna kadar anlamaya çalışırım. Ama, bir taife de vardır ki, hem de İslâmî kaygılarla yazdıklarını zannettikleri halde, bazı hakaret kelimelerini utanmadan yazabiliyorlar. Onların seviyelerine göre cevap vermek olacak şey değil...
Bir okuyucu, Amerika'daki, 11 Eylül 2001 Saldırıları'yla ilgili 10 Eylül tarihli yazıma değinerek, 'Yazınızda, o saldırıların yeni bir Soğuk Savaşbaşlatmak için Amerika tarafından sahnelendiğini söylemek istiyorsunuz.. Bir emperyal güç, öyle bir plân için kendisine saldırır mı hiç?' diyor.
-O yazının sonunda, kısaca işaret edilen 'Davidian Tarikatı'na biraz tafsilatlı değinelim..
Oklahoma Eyalet Valiliği binasında Nisan-1995'de patlatılan ve 170 kişinin ölümü ve yüzlercesinin de yaralanmasıyla sonuçlanan ve B. Amerika'nın, o zamana kadar, içerde yaşadığı en büyük terör saldırısı için, önce İran ve Libya'nın suçlandığını; ama, 'Davidian Tarikatı' denilen bir Hristiyan Cemaati'nin üyesi olan Timothy Mc Veigh'in aslî fail olarak yakalandığını ve idâma mahkûm edildiğini hatırlayalım.
Bu arada Davidan Tarikatı'nın Los Angeles'da etkin olduğu bir mahallenin 1993'lerde yerle bir edildiğini, o tarikatın lider kadrosunun Texas'ta bir ahşap yazlık binada yaptıkları toplantının da, ev dışarıdan zincirlenerek ve 98 kişinin canlı canlı yakıldığını ve o konunun araştırılmasının o zamanki Başkan Clinton tarafından kanûnî yetkisine dayanarak engellendiğini; Timothy'inin ise, 16 Haziran 2001'de gaz odasında zehirli gaz verilerek idâm edildiğini hatırlayalım. Ama, Timothy,son sözlerinde, 'Hedefimiz, o patlamada ölenler değildi, bir Şeytan İmparatorluğu olan Amerika Devleti'ydi ve mücadelemiz devam edecek..' demişti.. O idâmdan 85 gün sonra da 11 Eylûl 2001 Saldırıları gerçekleşmişti.
Bu satırların sahibine göre, o saldırılarda bütün güvenlik kontrollerinden geçildikten sonra birilerinin uçaklara bindiklerini kabul etsek bile, Usâme bin Laden'in elemanlarının bu uçakların her birisinin bilgisayar şifrelerini öğrenip oralara girebilmeleri son derece uzak bir ihtimal.. Ama, 'Davidian Tarikatı'nın Amerikan sistemi içine sızıp, eylemlerini gerçekleştirmiş olmaları ise, son derece güçlü bir ihtimaldi..
Amerikan emperyalizmi de, öyle bir saldırıyı içerdeki düşmana mal etmektense, zâten bir süredir terörist faaliyetler yaptırdığını iddia ettikleri, Bin Laden'in üzerine atmaları, Amerika için bir çarpıtma vesilesi olabilirdi ve öyle yapmışlardır, büyük ihtimalle..
Ayrıca, Müslüman dünyanın güçlü olmadığı bir zamanda onun üzerine çullanması, masaldaki, 'suyun üst tarafında olan kurdun, alt tarafta olan kuzuya, 'suyumu bulandırma ..' ihtarı üzerine, kuzunun, 'Bulandırsam bile sen yukardasın, sana gelmez ki..' demesi üzerine, kurdun, 'Kısaca, ben seni yemek istiyorum..' demesi örneği gibi bir durumdu..
Sonra unutmayalım ki, Adolf Hitler de, İkinci Dünya Savaşı'nı başlatmak için, Polonya sınırındaki bir Alman sınır karakolunu bizzat topa tutturmuş, 'saldırgan' dediği Polonya'yı cezalandırmak adına savaşı başlatmış ve bir haftada başkent Varşova'ya varmıştı.
Bizde de, 1930'lardaki Menemen Hadisesi'nin gerçeği henüz de açıklanmayıp, o düzmece hadise üzerine hangi laik azgınlıkların sahnelendiği hatırlanmalı..
-Bazı okuyucular da, cihanşumûl bir İslâmî uyanışın başlayacağına dair umutla baktıkları Tâlibân'ın Afganistan'da hükûmet kurmasına dair hiçbir sevinç ifadesi yazmadığımı belirtmişler.
Emperyalist güçlerin Müslüman topraklarından defolup zelîl bir şekilde gitmelerinden elbette memnun olurum, ama, çok iddialı beklentiler de yanlış olmaz mı?
Müslümanlar olarak, son 100 senemize bakalım.. Anadolu'da Müslümanlar, 'Allah 'u Ekber!' diyerek, ölümüne bir mücadeleye atıldılar, sonra nereye varıldı? Cezayir'de Fransız emperyalizmine karşı 1,5 milyon kurban veren Müslüman halk, sonra nereye vardılar? Pakistan'da, Mısır'da ve nice başka yerlerde aynı güzel hayallerden, ve 1979'daki İslâm İnkılâbı'nın başlangıçta verdiği güzel mesajlardan geride ne kaldı? Tâlibân ve ondan önce nice 'cihad teşkilatları'nın da ne güzel iddiaları vardı ki; sonunda savaş yorgunluğu içindeki halk için, bir çare olarak Tâlibân çıktı ortaya ve onun da 1995-2001 arasındaki uygulaması görüldü.. Şimdi de, Afganistan'da Müslümanların yiğit savaşçısı olan Ahmed Şah Mes'ûd'un mezarının tahrip ederek işe başladılar, duymazlıktan gelindi.. Üstelik de bir anıt-kabir de değildi..
Uygulamaları görmeden, yaldızlı laflar karşısında hayallere kapılmasak, daha doğru olmaz mı?
-Bazı okuyucular da aşı karşıtı yayın ve gösterilere niçin değinmediğimi soruyorlar..
Saçma bulduğumdan.. Aşı bir tedbirdir; biz tedbir almakla mükellefiz, şer'an da , mantıken de.. Ölüm ise, takdir-i ilâhî sonucudur.
Aşıya karşı olanlar; kendileri aşı olmayabilirler. Ama, kamuoyunu yanıltmak için yazılanları, gösterileri mantıken anlamam mümkün değil..
Hani, dünya çapındaki bu büyük salgına karşı kendilerinin önerdikleri bir çareleri olsa, 'Haa, bunu tartışalım..' diyebiliriz, ama, öyle bir alternatif de yok.. Hattâ, taşıyorlarsa, virüslerini başkalarına bulaştırmaktaki sorumluluklarını düşünmeden, önlemekte yüzde 40-50 etkili olan 'maske'ye bile karşı çıkıyorlar..
Amerika'da, İspanya'da olduğu gibi, binlerce insan sedyelerle getirilip, yer yokluğundan alınmadıkları hastane önlerine, ölmeleri için bırakıldığında, bu kişiler mi sorumluluk yüklenecekler?
Bu derece karşıtlık, bir çılgınlık değilse; çok 'mâsum' bulmadığımı da belirtmeliyim.
Kaynak / Star Gazetesi