Okuyucularla hashibal:
Şu son 1 ay içinde, arka arkaya, bazı önemli günlerin yıl dönümleri dolayısıyla birçok anma toplantıları yapıldı. Bu bakımdan, bu Pazar Hasbihali'ni bu konulara ayıralım...
Hatırlayalım...
Ağustos-1966'da idam edilen Seyyid Kutub'un vefatının 57. yıl dönümü idi...
17 Eylûl 1961'de idam edilen, Adnan Menderes ve iki 'Bakan'ı, Fatin Rüşdî Zorlu ve Hasan Polatkan'ın vefatlarının 62. yıl dönümü...
İran petrollerini millîleştirip, İngiliz emperyalizmini ülkeden kovan Başbakan Muhammed Musaddıq'ın, bu sebeple, (Amerikan makamlarınca birkaç sene önce resmen de itiraf edildiği üzere, Gizli İstihbarat Servisi/CIA tarafından)- General Zâhidî'ye yaptırılan bir askerî darbe ile Ağustos-1953'de iktidardan düşürülmesinin 70'inci yılı...
Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak Baas rejimi ordularının, kara, hava ve denizden ânîden saldırmasıyla başlayıp 8 yıl devam eden ve iki taraftan sadece can kaybı olarak 1 milyona yakın insanın hayatına mal olan İran-İran Savaşı'nın 22 Eylûl 1980'de başlayışının 43. yıl dönümü...
Ve... Türkiye'de, Amerikan emriyle, General Kenan Evren'e yaptırılan '12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi'nin 43. Yıldönümü... Ki, (NATO Orduları Başkomutanı) General Alexander Haig'in, bu darbenin haberini dönemin Amerikan Başkanı Jimmy Carter'a, 'Bizim çocuklar başardılar...' diye sevinçle duyurduğunu yazmıştır, hâtıratında...
Bütün bunlar ve daha niceleri, halen hayatta olan nicelerimizin yaşadığı, şâhidi olduğu, gözlemlediği, herkesin kendi dünya görüşüne göre sonuçlar çıkarmaya çalıştığı ve dünya siyasetini de derinden etkileyen büyük sosyal hadiselerdi. Bu yüzden, bu sütunda da ülkelerinde, hükûmet darbesi yapıp iktidara el koyan orduların 'kendi halklarını esir alıp kendi ülkelerini işgal eden ordular' olduklarına vurgu yapılıyor.
Bu arada, 20 Eylûl günü, bir diğer anma toplantısı daha vardı. İstanbul – Ümraniye'de, Prof. Burhaneddin Rabbânî'nin 20 Eylûl 2011'de, bir bombalı suikast sonucunda katledilişinin, -inşaallah, şehadetinin- 12. yıl dönümü dolayısıyla tertiplenmişti; (Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Derneği) 'UKİD' salonlarında... Afganistan ve Türkiye'den oldukça kalabalık bir topluluk katılmıştı toplantıya. Üstad Rabbânî'nin oğlu olan ve (Cem'iyet-i İslâmî'y-i Afganistan'ın) başkanlığını da uhdesinde bulunduran Selahaddin Rabbanî de katılmıştı. (Bu toplantıda yapılan ve 3 saati bulan konuşmaları burada özetlemenin imkânsızlığı kabul edilir, herhalde... Ama yine de merhûm Rabbânî'yi kısaca hatırlayalım.)
Prof. Rabbânî kim miydi?
Biraz geri dönüp yakın tarihe bakalım.
1990 öncesinde, -dünyanın iki süper-gücünden birisi sayılan- Sovyet Rusya Komünist İmparatorluğu'nun, Afganistan'da 27 Nisan 1978 gecesi, yerli komünist kuklalarına yaptırdığı darbe ve sonrasındaki işgal hareketine karşı Müslümanlarca verilen mücadelelerin en sembol isimlerinden bir hadis bilgini idi, Üstad Rabbânî ve 1992'de onlarca cihad grubunun büyük kısmınca cumhurbaşkanı seçilmişti. Ama en büyük 2 cihad teşkilatı arasındaki iç-kavga yüzünden, Afganistan cihad grupları arasında meydana gelen kanlı boğuşma, sonunda, 1996-2001 yılları arasında Tâlibân (Talebeler) Hareketi'nin fiilî iktidarına yol açmıştı.
Üstad Rabbanî'nin en seçkin komutanlarından Ahmed Şah Mes'ud, Rusya'nın ünlü Kızılordu'sunu Pencşîr Vâdisi'nde kilitlemişken, 9 Eylûl 2001 günü kendisiyle röportaj yapmak isteyen bir TV muhabiri görüntüsündeki intihar komandosu tarafından, kamera içine yerleştirilmiş bir saatli bombanın patlatılmasıyla -inşaallah- şehîd edilmişti.
İki gün sonra ise... Amerikan emperyalizminin, 11 Eylûl 2001'de kendi ülkesi içinde mâruz kaldığı korkunç saldırıların sorumluluğu, o sırada Afganistan'da bulunan Usâme bin Ladin'in üzerine yıkılmış ve Afganistan bu kez de Amerikan emperyalizminin saldırı ve işgaline uğramış; 'Tâlibân Hareketi' yeraltına inmiş ve işgalci Amerika, Hâmid Karzaî isimli bir kuklasını Cumhurbaşkanlığı makamına oturtmuştu.
Ama Üstad Rabbânî'nin sadece kenara konulması yetmezdi. Nitekim, kendisiyle görüşmeye gelen 'ulemâ'dan birisi kılıklı kişinin, sarığının içine yerleştirdiği bombanın patlamasıyla, Rabbânî de dünya hayatına vedâ etmişti; 20 Eylûl 2011 tarihinde...
Bu anmalardan maksat, tarihi bir masal yumağı haline getirmek değil, hatırlanıp anlatılmaya çalışılan şahsiyetlerin mücadele, tefekkür ve inanç dünyalarından örnekler sunmak ve çıkarılması gereken derslere dikkati çekmeye çalışmaktır.
Bu cümleden olmak üzere, Adnan Menderes'in idâmından tam 30 yıl önce, 16 Eylûl 1931 günü idâm olunan büyük cihad eri, Ömer Muhtar'ın Libya'da, İtalyan işgaline karşı verdiği mücadelelerine de -inşaallah- yarınki yazının bir bölümünde değinelim... Ama şimdilik, onun, İtalyan mahkemesinin yargıcına söylediği şu sözleri kısaca hatırlayalım:
'-İtalya Devleti'ne karşı savaştınız mı?
Evet!
-Kaç yıl savaştınız?
Yaklaşık 20 yıl...
-Yaptıklarından dolayı pişman mısın?
Hayır!
-İdâm edileceğini biliyor musun?
Evet!
-Silahlı güçlerine silah bırakmalarına dair bir emirname yazman halinde seni ülke dışına sürgüne göndermek istiyoruz.
(...)Allah'tan başka ilâh olmadığına inanan birisi olarak, benim parmaklarım,
böyle yanlış bir şeyi asla yazamaz!
Bizler asla teslim olamayız. Ya kazanırız ya da şehid oluruz...'
Ve Ömer Muhtar îdâm edilir.
Hak ve hakikat uğrunda, yani İslâm yolunda cehdeden, kan ve can veren bütün cihad erlerini minnet duyguları ve rahmet niyazlarımızla anıyoruz...
Kaynak: Anmalar ancak anlamak için olursa mânâ kazanır… - SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL