'Tâlibân Hareketi', Afganistan'da 1995'te ele geçirdiği ve 6 yıl elinde tuttuğu ve 11 Eylül 2001'de B. Amerika içinde iç güvenlik zaafından meydana gelen ve dünyayı dehşete düşüren saldırıların, CIA tarafından sorumlusu olarak Usâme bin Ladin'i Amerika'ya teslim etmediği için ağır bombardımanlar altında ezilerek kaybettiği iktidarı, 26 yıl sonra fiilen tekrar ele geçirmiş bulunuyor.
Hayırlı olması için dua edelim.. O ilk dönemde karşılaştıkları bir çok meseleden gerekli dersleri çıkarmış olmaları da temenni olunur.
22 Temmuz ve 6 Ağustos günlerinde bu konuya değinildiğini ve, (Birinci Dünya Savaşı esnâsında Osmanlı Orduları Başkomutan Vekili olan Enver Paşa'nın, o savaştaki ağır yenilgiden sonra Moskova'ya kaçmasına rağmen; daha sonra, oradan gizlice Türkistan'a geçerek, oradaki Müslüman halkları Kızılordu ve komünist rejime karşı savaşa hazırlayan ve Duşenbe yakınlarındaki bir çatışmada hayatını kaybeden) Enver Paşa'ya 'emir eri' olmak gibi bir şöhretle halkının önüne geçen Beççe-i Saka (Sakaoğlu) Habibullah'ı tekrar hatırlayalım.
Okuma-yazması bile olmayan, ama, Enver Paşa'nın askeri oluşuyla, halk kitlelerinde itimad uyandıran Beççe-i Saka'yı, şaha kalkmış beyaz bir at üzerinde ve kılıcını çekmiş bir mücahid savaşçı olarak gösteren eski kartpostallar ilginçti. O resmin altında da 'Beççe-i Saka Habibullah / Hâdim-i din-i Resulullah..' ( Resulullah'ın dininin hizmetçisi, Beççe-i Saka Habibullah) yazısı bulunurdu.
Beççe-i Saka, (Türkiye'ye yaptığı ziyaretten ve birilerinden aldığı akılla, halkın inancına ve geleneklerine karşı bir savaşa girmiş olan) Afganistan Şahı Emanullah Khan'ın saltanatına son vermiş ve sadece 9 ay kadar hükmettiği ülkede ilk iş olarak da, hemen, bütün mektepleri kapatmış ve sonra da, verdiği mücadele yolunda bedel olarak, hayatını ödemişti. Kemalist Türkiye'nin o günlerdeki gazetelerinin birinci sahife haberlerine bakanlar, 'Afganistan'daki o hareketin nasıl ve devamlı,irtica hareketi' olarak aylarca, ön plana çıkarıldığını görürler.
Gerçekte denilebilir ki, Beççe-i Saka, Tâlibân'a 95 yıl öncelerde öncülük eden bir şahsiyetti. Bir farkla ki, Beççe-i Saka, okuma -yazması olmayan birisiydi; Tâlibân ise, -adı üstünde- Talebeler Hareketi'dir. Ve 'talebe' deyince de, sadece 'İslâmî eğitim' veren mekteplerde okuyanlar anlaşılır.
Ve 'Tâlibân Hareketi'ni ortaya çıkaran etkenlerin başında, elbette ki, 28 Nisan 1978'de Sovyet Rusya'nın uşakları eliyle yaptırdığı kanlı komünist darbe gelir.
Ama, işbu 'talebeler', Afganistan'daki yığınla 'mücahid teşkilatları'nın bünyeleri içinde savaşan gençler de değillerdi. Çoğunun aileleri, kanlı komünist darbe sırasında katledilmiş 15 yaşın altında olan ve Pakistan'a sığınan ve oralarda 'medrese'lerde ders okuyan çocuklardı.
Mücahid teşkilatları ise, hepsi de 'İslâmî hedefler' uğrunda savaştıklarını söylemelerine rağmen, komünist işgalcilere ve onların yerli kuklalarına karşı olduğu kadar, kendi aralarında da korkunç ve sonu gelmez bir liderlik savaşına tutuşmuş teşekküllerdi.
Tâlibân'ı ortaya çıkaran en önemli etkenlerin ikincisi de, denilebilir ki, bu 'mücahid teşkilatları' arasındaki, o bitmeyen 'riyaset/ liderlik'boğuşmasıydı. Hele de, Gorbaçov Sovyet Rusya'sı, 13-14 yıl kadar süren komünist rejimin yenilgiyle 'çıkmaz'a girdiğini görüp, askerlerini geri çekme kararı almasından ve komünist rejimin son kuklası Necibullah'ın 1992'de hem de başkent Kabil'de sığındığı BM binasından alınıp fecî şekilde öldürülmesinden sonra.. Mücahid teşkilatları arasındaki riyaset boğuşması daha bir kanlı döneme girmişti.
İşte o sırada, (elinde yüz milyonlarca ve hattâ 3-4 milyar dolar bulunduğu söylenen) Usâme bin Ladin, o zamana kadar gölgesinde kaldığı etkili bir isim olan Abdullah Azzâm'ın şehid edilmesinden sonra ortaya daha güçlü olarak çıkacak ve, 'Afganistan lidersiz bir ülke.. Ben ise, ülkesiz bir liderim..' diyecek ve Pakistan Ordusu'nun güçlü İstihbarat biriminin gözetiminde olan 'talebeler'le ilgilenecek ve, 1995 başlarında 'Tâlibân' isimli bir teşkilat, bir anda , o bitip tükenmek bilmeyen mücahid teşkilatları arasındaki boğuşmaya son vermek iddiasıyla devreye girecek, Kandehar'ı ele geçirecek, bu uzuuuun dış işgal ve iç boğuşmalardan yorgun düşen Afgan halkına ilk uygulamalarıyla yeni bir ümit penceresi açacaktı..
Ve, amma.. 2001 sonunda, Amerika güyâ kazanmıştı..
Geçmişte, dünyanın en büyük emperyal güçleri olarak İngiltere'nin, sonra Rusya'nın, şimdi de Amerika'nın; kaçarcasına çekilmek zorunda kaldıkları fakir Afganistan' halkındaki savaşçılık gerçeği ve 'Tâlibân'ın bundan sonra neler yapabileceği üzerine Çarşamba günü de duralım, inşaallah..
Prof. Yaşar Bağdatlı Hoca'nın ardından..
Dr. Yaşar Bağdatlı hocayı dün ebedîyet âlemine çıktığı yolculuğu için, Fatih Camii'nden uğurladık. Yaşar Hoca, 2000'li yılların başında Cerrahpaşa'da Mikrobioloji Ana-Bilim Enstitüsü'nün başında bulunuyordu.
..
Yaşar Hoca, o dalda sahasının otoritelerinden olduğu gibi, İslâm konusundaki derin vukûfiyetiyle ve inandığı değerlere göre yaşamaktaki titizliğiyle de bir 'aydın Müslüman' olarak örnek gösterilebilecek çapta bir şahsiyet idi. Almanya'ya her gelişinde de görüşüyorduk.
Ufkumuzdan bir kutup yıldızı daha kaydı.
Yaşar Bağdatlı Hoca'ya, çıktığı bu ebediyet yolculuğunda 'Rahmet-i ilâhî'nin yoldaş olmasını Allah'u Teâlâ'dan niyaz ediyorum.
Kaynak / Star Gazetesi