Evet, bugün, 62 yıl öncelerden söz edeceğim.. 27 Mayıs 1960- Askerî Darbe Cinayeti’nden..
62 yıl önce bugün, günlerden yine Cuma idi.. Ve ben, 15 yaşındaydım..
Yatılı okuduğum Sağlık Okulu, Ankara’nın merkezinde, Sıhhiye’den Cebeci’ye giden caddenin sağındaki Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün bitişiğindeydi.
Okulun kütüphanesinden ayrı olarak, radyo odası da sorumluluğuma verilmişti.
Cuma sabahları, saat 06.00’da Kur’an okunuyordu, radyodan..
İşte öyle sabahlardan yine bir sabah idi, 27 Mayıs 1960 Cuma sabahı..
Sabah namazı için kalkan birkaç arkadaş saat 04.00 civarında uyanmıştık ki, uzaklardan yer yer makineli tüfek sesleri gecenin karanlığını yırtıyordu adetâ.. Üstelik de, Örfî İdare (Sıkı Yönetim) uygulaması vardı..
O halde, o saatte bu sürekli makineli tüfek sesleri neyin nesiydi derken…
Hemen, radyo odasına gidip, radyoyu açtım..
Tok ve boğuk sesli birisi tarafından, ‘Aziz vatandaşlarım.. Güvendiğiniz TSK bu gece yarısından itibaren memleket idaresine el koymuştur.. Milleti bir kardeş kavgasına sürükleyen hükûmet devrilmiştir. Atatürk İlkeleri ve inkilapları etrafında millî birlik ve kardeşliğin yeniden tesisi için…’ gibi cümlelerin olduğu bir metin, Harbiye Marşı ve kahramanlık türküleriyle birlikte tekrar tekrar okunuyordu.
Bu metni okuyanın, ihtilâlle birlikte Başbakanlığı fiilen uhdesine alan ve dünya medyasında da ‘ihtilalin kudretli albayı ..’ diye anılacak olan Alb. Alpaslan Türkeş’e aid olduğunu daha sonra öğrenecektik.. (Ama, o da, 6 ay sonra, ‘Millî Birlik Komitesi’ isimli ihtilâl komitesinden ‘14’ler’ denilen üyelerle birlikte 13 Kasım 1960’da yurt dışına sürülecekti.)
Doğrusu, o günlerde, bizim ülkemizde böyle bir ihtilâl olabileceğine ihtimal vermiyordum.
Çünkü, tarih kitaplarından 1789- Büyük Fransız İhtilâli’ni ve 1917’de de, Rusya’da on milyonlarca insanın öldürülmesiyle gerçekleşen Bolşevik- Komunist İhtilali’ni okumuştum. Onlar çok barbarca ve vahşice idi..
Ve iki sene önce de, Temmuz-1958’de ise, tam da Irak Veliahdi Abdulillah ve 40 yıllık Irak başvekili olan Nûrî Said Paşa’nın Bağdâd Paktı toplantısı için Ankara’ya gelecekleri ve bu yüzden caddelerde Irak bayraklarının asıldığı günün gecesinde, -üstelik de, Saray’ın en güvenilir kumandanlarından olan- General Abdulkerîm Qaasım eliyle, korkunç kanlı bir ihtilalle devriliyorlar, Kraliyet rejiminin bütün aile efradı da öldürülüyorlardı.
Böyle bir darbe, ‘Bizde olamaz..’ sanıyordum.
Her ne kadar, muhalefet lideri İsmet İnönü, ‘Şartlar yerine geldiğinde, ihtilâl meşrû olur..’ gibi sözler etse de, öyle bir şey, yine de.. ‘Hayır- hayır; bizde olamazdı..’
Ama, olmuştu, işte!.
Hem de, millete, (Tayyib Bey’in, geçen hafta, ‘Bütün askerî darbelerin Atatürk adına yapıldığı’nı belirttiği üzere), yoğun bir ‘atatürkçülük’ mesajları verilmeye çalışılarak..
Meclis’te 15 Temmuz 2016’dan sonra kurulan ‘Darbeleri Araştırma Komisyonu’na davet olunan eski Gen. Kur. Başkanlarından (ve öldüğünde, Mason localarının yayınladıkları ölüm ilânlarıyla üzüntülerini bildirdikleri) İ. H. Karadayı isimli kişi, , ‘Menderes, hiçbir şey yapmamış olsaydı bile, Ezân’ı yeniden arabça olarak okutturması, o ihtilâlin meşruiyyeti için yeterliydi..’ cevabını vermişti..
Sabahın ilk ışıklarında ise, -o gece Eskişehir’de bulunan Adnan Menderes’in Kütahya yolunda yakalandığı haberi açıklanıyordu; ‘sâbık ve sâkıt Başvekil’ ibaresi eklenerek..
İhtilâlin ilk saatlerinde balkonlardan bayraklar açılıp, çılgınca sevinç gösterileri duyulmaya başlanmıştı..
Eskişehir Örfî İdare Komutanlığı ise, Adnan Menderes’in ‘12 uçak dolusu altınla kaçmak üzereyken yakalandığı’ iddiasını, resmî bir bildiride yazacak kadar bir tuhaf seviye sergileyecekti..
Matbuat, rezaletin dibindeydi.
Celâl Bayar’ın İsviçre Bankaları’nda (o zamana göre, çok büyük bir meblağ olan) 102 milyon lirasının olduğu iddia ediliyordu.
Aziz Nesin’in çıkardığı bir mizah dergisinin kapağında, ‘Balıklar dipte gerek, sâkıtlar ipte gerek..’ gibi güldürücü (?!) manşetler yer alıyordu.
Adnan Menderes’e ve etrafına küfretmek ‘aydınlık’ alâmetiydi.
Devlet dairelerinde, okullarda, M. Kemâl fotoğraflarının yanına yazılmış olan ‘Seni sevmek bir ibadettir..’ gibi sözleri bulunan Reis-i Cumhûr Celâl Bayar’ı, Riyaset-i Cumhûr Muhafız Alayı Komutanı Alb. Osman Köksal; İstanbul Radyosu’nu ise, bu radyoevini korumakla vazifeli bölüğün kumandanı Yüzb. Ahmet Er teslim almıştı..
Daha ilginç olanı ise, Adnan Menderes Hükûmeti zamanında, İstanbul Örfî İdare Komutanı olarak yayınladığı bildirilerde, ‘5 kişiden fazla topluluklara ateş açılacaktır..’ diye dehşetli bildiriler yayınlayan Org. Fahri Özdilek de, ihtilali gerçekleştiren 38 kişilik ‘Millî Birlik Komitesi’ içinde, İhtilâl’in lideri olan Org. Cemâl Gürsel ile birlikte en üst rütbeli asker olarak yer almıştı.
Adnan Menderes, Yassıada’da kurulan uyduruk bir mahkemede, ‘Ne yapalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor..’ diyecek kadar devrimci ve kemalist bir tuhaf hukuk anlayışı sergilenerek, (burada yazılamayacak) en alçakça zulümlerle idâm olunmuştu.
İsmet İnönü’nün ise, Adnan Menderes’in de idâm olunmasına karşı efkâr-ı umûmîyeye açıkladığı tek kelimelik bir itirazı bile yoktu.
Şimdi, geride isimleri hayırla anılan kim kaldı?
Demokrat Parti milletvekillerinden ve Yassıada’da yargılanıp (1-2’si hariç), bütün DP m.vekilleri gibi mahkûm olan şair Faruk Nâfiz Çamlıbel’in dörtlüğü, Yassıada’yı en çarpıcı şekilde anlatmıştı:
‘Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri,
Bir vatan derdi birikmiş, bir avuçluk karada..
Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür,
Mavi gözde bir elem katresidir, Yassıada..’
Star
Kaynak: 27 Mayıs 1960 Askerî Darbe Cinayeti’ni 62 yıl sonra anlamaya çalışmak.. - SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL