Önce bir mazeret belirterek, birkaç noktaya değinmeliyim, kısa kısa..
Bugünkü yazımda, geçen hafta, Siirt'te yapılan ve asıl konusu Gazze Trajedisi ve Siyonist İsrail rejiminin cinayetleri olan ve 4-5 gün süren bir kültürel etkinlik vesilesiyle Siirt'i yazacaktım.
Ancak, Siirt konusu kadar, bugünlerde meydana gelen diğer önemli gelişmeleri ertelemeye de gönül elvermedi..
Siirt'i, yarım asır oluştu ki, görmemiştim. Sağlık Bakanlığı Teşkilatı'nda çalıştığım yıllarda, 1964-70'lerde, Diyarbekir Hıfzıssıhha Enstitüsü'nün sağlık alanındaki çalışmaları yerinde görmek çerçevesinde, zaman zaman giderdim.
O zamanlar 30-35 bin kadar nüfusuyla küçük ve fakir bir şehir olan Siirt'i tekrar görmekten memnun oldum.. Çünkü, o eski şehir gitmiş, yerine, düzenli, modern ve de malûm terör odaklarının çırpınışlarına rağmen, gece yarılarına kadar, insanların caddelerde son derece canlı olduğu, güvenlik endişesi olmayan huzurlu bir şehir Siirt..
Dahası.. AK Parti iktidarının 'Her ile bir Üniversite' programı, 'o küçücük iller bir üniversiteyi nasıl kaldıracak? ' gibi eleştiriler almıştır; ama, bu gibi iddiaların doğru olmadığını Siirt Üniversitesi de ispatlıyordu. Bu ilgide, Siirt'in hayırlı evlâdı ve hemşerilerine gurur kaynağı olduğu gözlenen Prof. Yâsin Aktay kardeşimiz başta olmak üzere, üniversite rektörü Prof. Nihad Şındak ve Cemaleddin Erdemci, Tekin Şahin, Fâdıl Aygan, Aydın Aktay, Veysel Karataş ve diğerleri gibi nice değerli öğretim üyelerinin bulunduğu ve 25 bine yakın öğrencisi bulunan ve öğrencilerinin yüzde 70'inden fazlasının da Siirt ve civarı illerden olan bu üniversitede, hocaların İslamî hassasiyetlerinin öğrencilerine de yansıdığı ve öğrencilerin sadece derslerine değil, ülke ve dünya meselelerine de kafa yorduğu oldukça diri bir bilgi ve heyecan kendisini hissettiriyor..
Siirt'ten ve Siirt Üniversitesi'nde tertiplenen ve de binlerce öğrencinin ilgiyle takib ettiği Gazze konusundaki programa, daha geniş şekilde gelecek yazıda değinmek ümidiyle; diğer konulara da geçelim.
TABABETİN VE TABABET KURUMLARININ SOYGUNA ALET YAPILMASI
'Yenidoğan Çetesi' denilen dehşet verici, korkunç ve insanlık dışı bir uygulamayla, bilhassa özel hastanelerde, ve döner sermayeli resmî hastahanelerde 'yeni doğan bebekler'in, rahatsızlıklarının geçinceye kadar hastahanede bekletilmesi gerekli diyerek, hattâ noksan tedaviyle hastahanelerde daha fazla tutularak, devletten daha fazla para alındığı..' iddiaları, 1,5 sene önce, (vatandaşların şikayetlerini Cumhurbaşkanlığı'na) bildirdikleri) CİMER'e ulaştırmaları üzerine, Sağlık Bakanlığı'nın ve adlî makamların ortak yürüttükleri gizli tahkikatta, çete mensuplarından 47 kişinin tutuklanması ve bazı hastahanelerin kapatıldığı merhaleye gelinmiştir.
Bu konuda Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu'nun dün yaptığı açıklamalar dehşet ve sağlık kuruluşlarının böyle yolsuzluklara âlet olması açısından utanç verici..
MİLLETİN ETNİK KÖKEN AYRIMINA BAKMADAN BİRLİĞİNİN DAHA BİR ZARURÎ OLDUĞU GÜNLER..
Başkan Erdoğan, geçen hafta, yaptığı bir konuşmada, '(...) sırf anasının dilini konuştuğu için, milyonlarca vatandaşımız ötekileştirildi, ötelendi, maalesef, haksızlığa ve hukuksuzluğa maruz bırakıldı. (...)' derken, '100 yıllık bir acı sosyal gerçeğimiz'den söz etmişti..
Geçen hafta, Irak Kürt bölgesinin başbakanı Neçirvan Barzanî ile.. görüşmüştü.. Sonra Ankara'da Türkiye, İran, Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri Bakanları bir görüşme yaptılar..
Bunlar çok sırada görüşmeler değildi ve birtakım gelişmelerin işaret fişeği mesâbesindeydi. Nitekim, Başkan Erdoğan dün de, '100 yıl önce kanla çizilen bölge ülkeleri sınırlarının üzerinde yeni oynamalar yapılmak istendiği'nden ve -emperyal güçlerin tahrikiyle -Siyonist İsrail rejimine yeni emperyal vazifeler yüklendiğinden haber veriyordu.. Amerikan medyasında ise, dün, 5 Kasım'da yapılacak olan Amerikan Başkanlık seçimleri yaklaştıkça, Ortadoğu'daki sınır krizlerinin daha bir derinden ilgi ile izlenip tartışıldığına dair değerlendirmeler dikkati çekiyordu.
Ve bu ortamda, MHP lideri Bahçeli'nin dün yaptığı konuşma son derece önemliydi..
Bahçeli Bey, partisinin Meclis Grubu toplantısında, Diyarbekir'de, geçmişte yaptığı konuşmada, 'terör örgütü sizi bizden daha fazla sevemez..' gibi sözlerini hatırlatarak, A. Öcalan'ın (tecridinin kaldırılıp) Meclis'e getirilerek DEM Partisi'nin kürsüsünden, PKK'yı feshettiğini, silah bırakıldığını açıklaması' çağrısında bulunması, bir Devlet siyaseti olduğu havasını yansıtıyor..
Bu çağrı üzerine, bir gazeteci-yorumcu (N. Ş), Devlet Bahçeli Bey'in yaptığı konuşmayı, CNN Türk'te 12.10 civarında yorumlarken, doğrudan, 'absurd' /saçma/ hezeyan..' dedi ve kendisini frenleyemeyip, 'Eğer böyle olacaksa, ben bu vatanı terkedeyim..' gibi, -herhalde kendisi açısından 'absürt' bulmadığı- laflar etti..
Bahçeli'nin bu açıklamasını, emperyal odaklarca, özellikle Irak, İran, Türkiye ve Suriye'de oynanmak istenen oyunlara karşı bir devlet siyaseti olarak görmek gerekiyor, herhalde..
Devlet Bey'in Bu konuşmanın nasıl bir karşılık bulacağı sorusu cevap beklerken, DEM Partisi Eşbaşkanı Tülay Hatimoğulları'nın da 'onurlu bir barış için inisiyatif almaya hazır olduklarını', yani, kendilerinin de bu konudya olumlu katkıda bulunmaya hazır olduklarını belirtmesi, inşaallah hayırlı bir gelişme olur..
KİM PSİKOPAT?
19 Ekim günü 10.15 civarında, CNN Türk'te, H. Çelik isimli sunucunun C. Aral isimli eski bir gazeteciyle yaptığı söyleşide, işbu C. A., 'Şehîd-ul'Ummeh..' (Ümmet Şehidi') diye anılan Yahyâ Sinvar merhum için, 'psikopat taraflarının olduğunu da duymuştum..' diyordu.. (Bazı infazları bizzat yaptığını duymuştum..' diyerek).. Bu arada, Heniye'nin HAMAS'ı ve Nasrullah'ın Hizbullah örgütleriyle de konuşulurken, sunucu H. Çelik, 'bu örgütlerin terör örgütü olarak görüldüklerini' belirtiyordu, ama kim tarafından olduğunu söylemiyor, Amerikan ve Batı dünyası ve İsrail'in iddialarını tekrarlamış oluyordu. (O kanalın sorumlusu Ahmet Hakan Bey'in dikkatlerine..)
VE, GELELİM, F. GÜLEN'E..
Ağlaya-ağlaya yaptığı vaazlarıyla şöhret sahibi olan F. Gülen ölmüş..
Bu kişi, 30 yıl öncelerde, 'Küçük Dünyamdan Notlar..' adıyla yayınlanan kitapçığında, kendisinin ne kadar büyük bir zât olduğunu rüyaları aracılığıyla anlatıyordu.
Meselâ, dediğine göre, Türkiye'den 3 kişi, rüyasında hacca gidiyorlar ve Hz. Peygamber (S)'in çadırının bulunduğu tarafa doğru giderken, çadırın kapısında Hz. Hadice validemizi görüyor. 'Mübareği göremedim, o içerdeydi..' diyor.. Rüyasında, Hz. Hadice de içeriye sesleniyor: 'Ya Resulullah, bu gelenlerden râzı mısın?' diye soruyor: İçerden -onun deyimiyle- 'Mübareğin sesi'ni geliyormuş: 'Olmaz olur muyum; olmaz olur muyum!. Hele birisinden.. Hele birisinden!..'
O 'hele birisi'nin de kim olduğunu okuyucu anlasın, artık...
Bu sadece bir örnek.. Daha, neler- neler.. Arabaları bile sürükleyen bir sele yakalanırlar, bu zat arabanın içindedir, arabanın içine tek damla su girmemiştir.. Anlatılmak istenen, 'özel bir ilahî koruma altında olduğu' sanısıdır.
Ve sonra da tevazuun en zirvesini sergiler.. Zaman zaman konuşmalarında da yaptığı gibi, 'Ben bu dâvanın 'kıtmir'iyim..' der. (Kıtmir, bilindiği üzere, asırlarca uyuyan Ashâb-ı Kehf'e bekçilik yapan köpeğe verilen isimdir..)
Bu satırların sahibi bu kişiye hiç bir zaman olumlu bir ilgi duymadı, psikiyatri kliniklerinin incelemesi gerekli bir özel vaka olarak gördü; hattâ 'cezaî ehliyetinin olmadığı' raporu bile verilebilirdi..
Onu yakından bir kere görmüştüm..
Nasıl mı?
Millî Gazete'de günlük yazılarımdan ayrı olarak, (merhûm) Kadir Mısıroğlu'nun haftalık Sebil'inde de yazıyordum. 1975-76'larda, bir gün, Kadir Bey, 'Gel seni bir yere götüreyim..' dedi.
'Nereye âbi?..' dediğimde, 'F. Gülen'i tanıyor musun?' demiş ve 'Adını 7-8 yıldır duyuyorum; ama, bana hitap etmiyor, ilgimi çekmiyor..' cevabını vermiştim.
Kadir Bey'in arabasıyla İstanbul-Esenler'de bir trikotaj fabrikasının alt katındaki yemek salonunda İstanbul'un, önde gelen isimlerinden 200'ü aşkın bir topluluk gelmişlerdi..
F. Gülen kürsüde, 'Risale-i Nûr'un uslûbuyla, Osmanlıca, (Türkçe, Farsça- Arapça) ağdalı ifadelerle konuşuyor, hüngür hüngür ağlama seansları sergiliyor, bağırıyor, haykırıyor, elindeki dergi veya kitapları havaya kaldırıp masaya vuruyor; sonra sâkinleşiyor ve konuşmaya devam ediyordu.. Böyle sahneleri birkaç kez tekrarlamıştı.. (Sağlık kolejinde okurken, bir profesörümüz, bir hastalık için, 'beyin ishali..' nitelemesi yapardı.. 'İshal kesildi sanılır, sonra yine başlar, yine kesilir..' diye tarif ettiği psikolojik bir hastalığı hatırlamıştım.)
Sohbet onunda dışarı çıktığımızda, Kadir Bey, 'Nasıl buldun?' diye sorunca, 'Âbi, dedim ya, bana hitap etmiyor..' demiştim. O ise, onun çok kıymetli birisi olduğunu tekrarlıyordu..
Ama, birkaç yıl geçtikten sonra..
Kadir Bey, ona, 'Papaz..' demeye başladı.. Hattâ, 'Onun imanından şüphe etmeyenlerin imanından şüphe ederim..' gibi sözler ediyordu..
Amerikan emperyalizminin tamamen eline düştüğü ve hizmetine koştuğu dönem için, fazla söze ne hâcet!.