Kanada'da bir kişi, caddenin kenarında yaya kaldırımda yürümekte olan bir aile üzerine arabasını sürüyor, yüzlerce insanın gözü önünde ve o ailenin 4 ferdi de orada hayatlarını kaybediyorlar.
Dehşet verici bir tablo.. Çünkü, yaya kaldırımdakilerden kimlerin ezileceği iyi belirlenmiş ve tam da hesap edildiği üzere, tam isabet.. Başka kimsenin burnu bile kanamıyor..
Bütün ferdleri vahşice öldürülen o aile ile, onları arabasıyla kasıdlı olarak ezen kaatil arasında bir şahsî husûmet veya bir hattâ bir âşinâlık bile olmadığı belirlenmiş.. Sadece onların dış görünüşleriyle, müslüman olduklarını yansıtmış olmaları, düşman sayılmaları için yetmiş..
İstanbul- Nişantaşı'ndaki bir parkta oturan inançlarının gereğince başı örtülü olarak oturan birisi akademisyen iki hanıma, bir alçak kişinin gelip, 'Buralarda oturamazsınız, gidin, Gaziosman Paşa semtine.. (Yani, çoğunlukla sıradan halkın yaşadığı mıntıkalara.. demek isteyen) ve sonra da onlara fizikî olarak saldıran, yumruklayan bir şerefsiz kişiden ne farkı var, Kanada'daki bu kaatilin?
Daha da ilginç olan şu ki, bu kişi şikayet edildiğinde, mahkemeye çıkarılıyor, ve ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılıyor.. Bu da mahkeme güyâ.. Neyse ki, devreye Adalet Bakanlığı giriyor ve İstanbul Başsavcılığı o kişinin ifadesinin yeniden alınmasını ve tutuklanmasını sağlıyor. HSK, o mahkemenin serbest bırakma kararını incelemelidir.
Kanada'daki o cinayet için, Kanada Başbakanı Trudeau, 'İslamofobi / İslâm korkusu' kurbanlarının acısını yüreğinde hissettiğini ve müslümanların acısını paylaştığını söyledi; ama, işte o kadar.. Onu da yapmayabilirdi..
Hatırlayalım, 2 sene önce de Yeni Zelanda'da Cuma namazı sırasında 52 müslüman, korkunç şekilde, tek bir kişinin silâhlarından çıkan mermilerle taranarak katledilmişti.
O serî 'kaatil' olan kişi, taa Yeni Zelanda'dan Avrupa'ya gelip, Müslüman ordularının geçmiş yüzyıllarda Haçlı ordularının nasıl yenilgiye uğrattığının acısını yüreğinde yaşamış ve sonra Türkiye'de dolaşmıştı. O kadar ki, hattâ Alp Arslan'a Malazgirt'te yenilip esir düştükten sonra Sultan Alp Arslan tarafından hayatı bağışlanarak ülkesine gönderilen ve amma o yoldayken, Bizans İmparatorluğu'nun el değiştirmesiyle Diogenes'in tutuklanıp bir süre kapatıldığını çoğumuzun bilmediği Tokat Kalesi zindanını bile gitmiş görmüş, Bizans'ın yenilmesinin acısını derinden duymuş, silahının üzerine Diogenes'in adını bile yazmıştı.. Kezâ, Sultan Murad Hüdavendigar'ın Kosova Savaşı'nda kazanılan zaferden sonra, yaralılar arasındaki bir sırb fedaîsi tarafından hançerlenerek şehid edilmesi hadisesini bile kendisi için bir kalkış noktası yapmış ve elindeki makinalı tüfeklerin üzerine, Sultan Murad'ı hançerleyen o sırb milisinin ismini de yazmıştı.. Bir bakıma, onların dâvasının takibçisi olduğunu göstermek için,
asırlarca sonra, Yeni Zelanda'daki bir mescidde namaz kılan Müslümanları hedef seçmişti.
Bunları, aslında Kanada'da sırf Müslüman oldukları için alçakça, barbarca ezilerek öldürülen -şehîd edilen Müslümanların kaatili ile, Nişantaşı'ndaki bir parkta inancının gereğince başı örtülü olarak oturan bir Müslüman hanıma saldıran alçak kişinin ve taa Yeni Zelanda'daki bir
İslâm düşmanı arasındaki ruh beraberliğinin anlaşılması açısından zikrediyoruz, burada..
Kanada'da işlenen o cinayet karşısında emperial dünyanın güç merkezlerinden ve medyalarından o dünyanın görüşlerini, tepkilerini yansıtan bir itiraz, bir derin üzüntü ve şaşkınlık duydunuz mu siz? Ama, Müslüman ismi taşıyan bir kişi benzer bir cinayet işleseydi, onun cinayetine, müslümanlar olarak her birimiz tepki verirdik tabiî olarak ve vermemiz de gerekirdi.. Bizim başkalarından farkımız budur.
Ama, şeytanî güçlerin oyunlarının, propaganda güçlerinin nasıl tek taraflı çalıştırıldığını anlamamız gerekir.. Ve ne yazık ki, bu konuda, Müslüman dünyası bir bütün olarak tepkiler vermeye bir türlü alışamadı.
Evet, bir tepkisizlik veya boşvermişlik hali, Müslüman toplumları sarmış bulunuyor. Bununla, mazlumiyet feryadları yükseltelim demiyorum. Müslümanlar olarak karşılaştığımız zulümleri dünyaya anlatmakta hiç değilse bir itiraz sesimiz yükselmeli değil mi?
Düşünelim ki, geçen ay , iki haftayı aşkın bir süre, sionist İsrail rejimi tarafından Gazze'ye yapılan füze saldırıları ve dünyanın gözü önünde, 70 kadarı çocuk ve gerisi de kadın ve savunmasız erkekler olmak üzere 300 kadar Müslüman, İsrail rejiminin bombardımanları altında can verişi, o bombardımanlar altında 20-25 katlı dev binaların yerle bir oluşu kadar bile ilgi çekmedi dünyada.. Söylenmemişse de, söylenmek istenen adetâ şu idi: 'Oh olsun.. Onlar da korkutmasınlar İsrail'i..'
Hatırlıyor musunuz, o günlerde, Gazze'den Tel-Aviv üzerine atılmış bir Qassâm roketinin patlamasını anlatan İngiltere'deki bir yaşlı kadın, o roketin patlamasından dolayı torununun kendisine, 'köpeğim çok korktu..' diye yazdığını ifade etmişti..
Evet, zavallı köpek o patlama sesiyle kimbilir ne kadar korkmuştur, değil mi?
İslam'ın düşmanları dünya çapında bir duygu birliği içinde, 'El küfr-i mille-t-un Vâhideh..' / Küfür tek millettir..' ölçüsüne göre hareket ediyorlar.
İslâm Milleti de kendi aralarında aynı inanç, düşünce ve duygu birliği içinde olmalı değil midir?
Kaynak / Star Gazetesi