Bir haftadır Samsun-Sinop civarındaydım. Bugün İstanbul'a dönmüş olacağım inşaallah...
İzlenimlerimi anlatmak üzere yazıya başlamıştım ki...
Büyük inanç ve fikir adamı bir şairin, Sezaî Karakoç ağabeyimizin dünyamıza gözlerini kapadığı, Rabb'inin takdirine uygun şekilde hayatının fânî tarafını tamamlayıp, ebediyet âlemine geçtiği haberi geldi.
-Şiir özetlemesi hoş olmasa da, bu sütunun hacmi sınırlı olduğundan-, onun 'Ey Sevgili' isimli şiirini özetleyerek okuyalım:
'(...)
Bana ne Paris'ten
Newyork'tan Londra'dan
Moskova'dan Pekin'den
Senin yanında
Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı
Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu
(...)
Ey aşkın kutlu kitabı
(...)Bana bıraktığın yazıt bu mudur
Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi
(...)
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
(...)
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
(...)
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
(...)
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk cellâdından ne çıkar mâdem ki yâr vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil, beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam, külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili..
Sezaî ağabeyin bir de 'Masal' şiiri vardır.. Şairâne motiflerle de yazılmış olsa bile, oldukça düşündürücüdür.
Samsun Üniveritesi'ndeki akademisyen kardeşlerin 'Cihannümâ' adını verdikleri bir programda 'Müslüman dünyasında kültürel istiklâliyet' başlığıyla üzerine bir sohbet toplantısına davet ettiklerinde, orada, Sezaî ağabeyin 'Masal' isimli şiirini okumayı da plânlamıştım, konuya uygun düşeceğini düşünerek... Aslında o, nice Müslüman nesillerin acı hikâyesidir.
Vefat haberi ulaşınca, hem bu şiiri okuduk, hem de bu büyük Müslümanın ruhuna 'Fâtiha'lar...
'Masal' şiirinde, bambaşka bir tablo çizer bize Sezaî ağabey...
O 'masal'ı da özetlemeye çalışalım:
'Doğuda bir baba vardı
Batı gelmeden önce
Onun oğulları batıya vardı
Birinci oğul batı kapılarında
Büyük törenlerle karşılandı
Sonra onuruna büyük şölen verdiler
Söylevler söylediler babanın onuruna
Gece olup kuştüyü yastıklar arasında
Oğul masmavi şafağın rüyasında
Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri
Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere
Baba (...)
Öcünü alsın diye kardeşini yolladı
İkinci oğul Batı ülkesinde
Gezerken bir ırmak kıyısında
Bir kıza rastladı
(...)
Yıllarca peşinden koştu onun
Kavuşamadı ama ona
Batı bir uçurum gibi girdi aralarına
Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr
Alıp götürdü onu
Ve ikinci oğulu
Sivri uçurumların ucunda
Buldular, onulmaz çılgınlıkların avucunda..
(...Baba,)
İşin künhüne varsın diye
Yolladı üçüncü oğlunu
Üçüncü oğul Batıda
Çok aç kaldı ezildi yıkıldı
Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada
Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı
Fakat batı'nın büyüsü ağır bastı
İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı
Sonra büsbütün unuttu onları
Şef oldu buyruğunda birçok kişi
Kravat bağlamasını öğrendi geceleri
Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler
Patron oldu ama, hâlâ uşaktı
(...)
Sırf utançtan babasına
Bir çek gönderdi (...)
Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi
Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı
Bu yüklü çeki
(...)
Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya
Dördüncü oğul okudu bilgin oldu
Kendi oymak ve ülkesini
Kendi görenek ve ülküsünü
Günü geçmiş bir uygarlığa yordu
Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı
Batı bilginleri bunu kutladı
O da silindi gitti binlercesi gibi
(...)
Beşinci oğul bir şairdi
(...)
Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair
Topladı tomarlarını geri dönmek istedi
Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini
Kum gibi eridi gitti yollarda
Sıra altıncı oğulda
O da daha batı kapılarında görünür görünmez
Alıştırdılar tatlı zehirli sulara
İçkiler içti
Kaldırım taşlarını saymaya kalktı
Ev-sokak ayırmadı
Geceyi gündüzle karıştırdı
Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara..
Baba ölmüştü acısından bu ara
Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara
(...)
Bir de o talihini denemek istedi
Bir şafak vakti Batıya erdi
En büyük Batı kentinin en büyük meydanında
Durdu ve Tanrı'ya yakardı önce
Kendisini değiştiremesinler diye
Sonra ansızın ona bir ilham geldi
Ve başladı oymaya olduğu yeri
Başına toplandı ve baktılar Batılılar
O aldırmadı bakışlara
Kazdı durmadan kazdı
Sonra yarı beline kadar girdi çukura
Kalabalık büyümüş çok büyümüştü
O zaman dönüp konuştu :
Batılılar !
Bilmeden
Altı oğlunu yuttuğunuz
Bir babanın yedinci oğluyum ben
Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden
(...)
Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :
Karşınızdakini değiştirmek
Beni öldürseniz de çıkmam buradan
Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki
Fakat değişmeyecek ruhum
(...)
O nurdan bir sütuna döndü, göğe uzandı
Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı
Hâlâ onu ziyaret ederler, (...)
Tâ kalblerinden vurulmuş olanlar
Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar..
Kaynak / Star Gazetesi