Geçen gün bir okuyucu, , 'Devletlerin düşmanlığı, halkların düşmanlığına dönüştürülmemeli.' başlığı altında, 23 Ekim 2020 günü yayınlanan yazımı göndermiş. Teferruatını unutmuştum, 'Olur ya, yoksa, öngöremediğim, tamamen farklı neticeler mi çıkmış ortaya.' diye yeniden okudum.
Azerbaycan'ın yüzde 20'den fazlasını 30 yıla yakın bir süredir işgal eden Ermenistan'a karşı, 44 gün süren ve iki taraftan da -7 bin kadarı Ermenistan'a aid olmak üzere- 10 bini aşkın askerin hayatına mal olan Karabağ Savaşıyla ilgili olarak, okuyucu, 'O günlerdeki değerlendirmeniz, genel hatlarıyla, aynen gerçekleşti.' diyor.
Yeniden okurken, oradaki bir-kaç cümlem benim de ilgimi çekti. 14 ay önce -özetle- şöyle demişim:
'Bu satırların sahibi, devletlerin siyasetlerine göre bakmıyor halklara. Hele de resmî siyasetlere göre, sivil hakların birbirine düşman hale getirilmesini de inancıma aykırı buluyorum.(...) 'Azerbaycan- Ermenistan İhtilafı' ve Ermenistan'ın, Azerbaycan topraklarının yüzde 20'sini 28 yıldır işgali altında tutmasına karşı, Türkiye tarafından takib olunan siyasetin doğru olduğuna da inanıyorum.
Ermenistan'ın şovenist yöneticileri ham-hayallerinden ve sırtlarını dünyanın emperial güçlerine dayayarak netice alacaklarını sanmaktan vazgeçmelidir. Devletler kendi güçleriyle ayakta duramazlarsa, başkalarının kuklaları olurlar.
Bugün Amerika, Fransa, Rusya ve diğerlerinin elinde bir kukla olan bir Ermenistan yönetimi (...) hâlâ, 'taşıma suyla değirmen döndürebileceği' havasında, Amerika, Rusya, Fransa ve diğerlerinin desteklerinden medet umuyor. (...)
Rusya, kendisinden kopan eski toprakların yeniden kendisine dönmesini plânlıyor. Bu arada, Türkiye'nin, taa Orta Asya'ya kadar uzanabileceği korkusu, hem Rusya'yı ve hem de İran'ı ürkütüyor.
Rusya'yı ve temelde onlarla aynı dünya görüşünü paylaşan Fransa, Amerika ve diğerlerini de anlayabiliriz; ama, İran'ı, üstelik de asırlarca kendi elinde kalmış olan Müslüman topraklarını, Azerbaycan Cumhuriyeti'ni dışlaması, ona 30 yıldır dayatılan, 'Teslim ol, işgal edilen yerlerden vazgeç, barış olsun...' şeklindeki siyasete zımnen destek vermesi anlaşılır değil, (...)yazık.'
Evet, 14 ay önce böyle yazmışız.
Bunları niye mi hatırlatıyorum.
Değineceğim konu, sadece bölge ülkelerinin siyasetleriyle ilgili değil.
Hele de son aylarda Ukrayna ile Rusya arasındaki gerilim, neredeyse bir patlama noktasına gelmiş bulunuyor.
Rusya, Sovyetler Birliği'nin 1991'de dağılmasını bir türlü kabullenemiyor. Ortaya çıkarılan 15 kadar yeni devleti bir şekilde elinde tutmaya çalışıyor.
'20. Yüzyıl'ın en büyük faciası, Sovyetler Birliği'nin dağılması olmuştur.' diyen, Putin değil miydi?
Sovyetler Birliği dağılırken, Ukrayna'nın elinde kalan Kırım'ı, oradaki Rusya tarafdarlarını tahrik ve takviye ederek, 'Rusya'ya iltihak' konulu bir kanundışı referandumla kendi tarafına çeviren ve Kırım'ı bir oldu-bittiyle yutan Putin, o neticeyi elde edince de, 'Kırım'ın elden çıkışı karşısında bizim o zaman yutkunmaktan başka yapacağımız bir şey yoktu.' dememiş miydi?
Bizde ise, kemalistler ve emperyalistlerin diğer kuklaları, 'Osmanlı'yı param-parça eden devletlerin fedaîleri olarak, asırlarca birlikte yaşadığımız -hele de Müslüman- halkları aşağılamakla 100 yıldır, yeni bir toparlanma ihtimalini bertaraf etmeye çalıştılar, çalışıyorlar.
Putin, Ukrayna için ve özellikle de, Dinyeper Nehri'nin doğusunda kalan Donbass bölgesini de Rusya'ya katmak için yutkunup duruyor, nice zamandır.
NATO ise, Ukrayna'yı kendi şemsiyesi altına almaya çalışıyor.
Rusya da, 'Ukrayna'ya saldırmak diye bir plânımız yok.' diye açıklamalar yapsa bile, kim inanır. 1956- Macar Ayaklanması'nı, 1968-Çekoslovakya Ayaklanması'nı, ve diğer bütün işgallerini, 1990'da Azerbaycan başkenti Bakû'yü ve de imzalanan bir andlaşmadan sonra 1997'lerde Çeçenistan'ı hep, barışçı açıklamalarla harekete geçirdiği tanklarla ezip geçmemiş miydi Rusya?
Putin, Ukrayna'nın NATO'ya katılmasının kendileri için bir 'kırmızı çizgi' olduğu sözünü; ona cevaben Amerikan Başkanı Biden'ın da, bir hafta önce, 'Kimsenin kırmızı çizgilerini tanımıyoruz' dediğini hatırlayalım.
Ama evvelki gün Biden'la Putin video konferans yöntemiyle 2 saatlik bir görüşme gerçekleştirdiler.
Biden görüşmede, Rusya'nın Ukrayna'ya askerî bir saldırısı, 'ekonomik yaptırım ve diğer tedbirlerin uygulanacağını söyledi. Putin de, Biden'dan, NATO'nun doğuya doğru , -yani Ukrayna'yı da içine alacak şekilde- genişlemeyeceğine dair garanti istedi.
Biden'ın Putin'e, Ukrayna'ya saldırması halinde, Amerika ve NATO'daki müttefiklerinin, 'güçlü ekonomik yaptırım ve diğer tedbirlerle karşılık vereceğini' belirtmesi, şimdi en başta, 'Amerika ve NATO Ülkeleri'nin kendi yanlarında olacağı' ümidiyle teselli bulan Ukrayna olmak üzere nice NATO ülkelerini de derinden tedirgin etmiş bulunuyor. Evet, sadece güçlü ekonomik tedbirler. Tabiî, askerî bir cevap da, bir 'Üçüncü Dünya Savaşı'nı getirebilir.
Ama, acı gerçek şudur ki, NATO demek, Amerika demek olduğuna göre, Amerikan menfaatleri için gerekirse savaş, gerekirse uzlaşma olur; yani, 'NATO-mato, 'faso-fiso...' Ve her ülke de, altına girebileceği ' ittifak şemsiyesi' arar, savaş ateşinin dünyayı kaplayacağını düşünerek.
Böylesine açıkça, sadece Amerika'yı düşünen bir NATO. Yazık ki, İslâm Milleti, kendisini savunacak bir 'Müslüman halklar arası askerî ittifak'ı düşünce plânında bile gündemine hâlâ da alamıyor.
Kaynak / Star Gazetesi