SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL - ‘EZÂN’ YASAĞINI KALDIRMASI BILE, IDÂMI IÇIN GEREKÇE SAYILAN ADNAN MENDERES’I ANARKEN.. -18 Eylül 2023 Pazartesi

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL - ‘EZÂN’ YASAĞINI KALDIRMASI BILE, IDÂMI IÇIN GEREKÇE SAYILAN ADNAN MENDERES’I ANARKEN.. -18 Eylül 2023 Pazartesi

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL - ‘EZÂN’ YASAĞINI KALDIRMASI BILE, IDÂMI IÇIN GEREKÇE SAYILAN ADNAN MENDERES’I ANARKEN.. -18 Eylül 2023 Pazartesi


Dünkü yazımın sonuna,

‘’Bugün 17 Eylûl 1961’in 62’inci yıldönümü..

‘Hiçbir şey yapmamış olsaydı bile , Ezân’ı yeniden arabça olarak okutturduğu için, o bile, onun idâmı için yeterli sebepti’ denilerek, idâm olunan Başvekil Adnan Menderes ile Hariciye Vekili Fatin Rüşdü Zorlu ve Mâliye Vekili Hasan Polatkan’ı, hayırla anmak isteyenlere, o kapkaranlık zulüm gününü hatırlatıyorum..’’  notunu düşmüştüm.

Evet, bu delilsiz bir isnad değil, Meclis ‘de kurulan ‘Darbeleri Araştırma Komisyonu’na davet edilen eski Gn. Kur. Başkanlarından (müteveffâ) İ.H. K., kendisine komisyonda 27 Mayıs Askerî Darbesi’nin meşruiyeti/ kanuniliği konusundaki görüşleri sorulduğunda, ‘Menderes hiç bir yanlış yapmamış olsaydı bile,  ‘Ezân’ı yeniden arabça okutturması bile o darbenin meşruiyeti kâfi idi..’ demişti..

Esasen, ‘Yüksek Adalet Divanı’ adıyla kurulan bir zulüm düzeninin başkanı olan Sâlim Başol isimli kişi, yargılamalar sırasındaki hukuksuzluk ve zulümlere itirazlar yapıldığında,  ‘Ne yapalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor..’ sözleriyle, yargı tarihine utanç tablosu olarak geçmişti.

 

Dün sabah, Edirnekapı’da, oturduğum evin 1,5 km. kadar uzağında ve pencereden her bakışta Adnan Menderes, Fatin Rüşdü Zorlu ve Hasan Polatkan merhûmların türbemsi mekânı ile, 200 metre kadar ilerisinde bulunan merhûm Turgut Özal’ın mezarı üstünde yükselen  sütunları devamlı görürüm

Dünkü notumdan sonra, dün sabah Adnan Bey ve arkadaşlarının kabri başına gidip bir ‘Fâtiha‘ okumak düşüncesiyle yola çıktım. Bir tören yapılıp yapılmayacağını da bilmiyordum. 15 dakikalık bir yaya yürüyüşle saat 10.00’da vardığımda, bir takım resmî vazifelilerden başka pek kimse yoktu ortalıkta..

Zeytinburnu Belediye Başkanı Ömer Arısoy bey’in hazırladığı anlaşılan anma proğramında, daha sonra İstanbul Valisi Davut Gül,  İstanbul AK Parti İl Başkanı Osman Nurî Kabaktepe ve daha sonra İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve İstanbul Müftüsü Sâfî Arpaguş Hoca ve bazı AK Parti m.vekilleri ve de 500’ü aşan bir vatandaş kitlesi de yerlerini aldılar. (Bu arada belirteyim, sözkonusu  idâmların 62. Yıldönümü’nde, bir mezar başında yapılacak bir anma toplantısındaki kalabalığın içinde, kısacık şortlarla arz-ı endâm eden kendini  bilmez 2-3 müennes yaratık, öyle bir mekâna  nasıl gelinmesi gerektiği konusunda, ya tamamen zır-câhil idiler;  ya da, ’Her yerde inadına bulunalım..’ diyen malûm kesimin talimâtıyla hareket eden kuklalar idiler..)

Adnan Bey ve iki Bakan’ının mezarlarının bulunduğu  mekânın  etrafında yüzlerce bayrak dalgalanıyordu. Onların, benim ilk gençlik yıllarımda, 62 yıl önce, ‘vatan ve bayrak’ nutukları atılarak idâm edildiklerini acı bir şekilde tekrar hatırladım.  

Merasim, saygı duruşu ve sonra Kur’an okunması ve İstanbul Müftüsü’nün okuduğu dua ile devam etti. Sonra da, o saatlerde Amerika yolunda olan Başkan Erdoğan’ın gönderdiği mesajı okundu..

Mesajında, ‘16-17 Eylûl 1961'de yaşanan idâmların milletin hâfızasında derin yaralar açtığı’nı belirten Erdoğan, "Milli iradeyi ve milletin tercihlerini yok sayan 27 Mayıs Darbesi’nin ardından Adnan Menderes ve arkadaşlarının haksız ve hukuksuz bir şekilde idâm edilmeleri tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. Tek parti faşizmine karşı, 'Yeter, söz milletin!" diyerek cesur bir yürüyüş başlattıkları’ değerlendirmesinde bulunuyor ve ‘…ülkesi ve milleti için gecesini gündüzüne katarak 10 yıl boyunca hizmet eden Menderes'in dürüstlüğü, çalışkanlığı, tevazusu ve beyefendi kişiliğiyle insanların gönlünde taht kurduğunu, (…) Menderes ve arkadaşlarının aziz hatıralarının, şehadetlerinin üzerinden geçen 62 yıla rağmen milletin kalbinde yaşamayı sürdürdüğünü’ kaydederek şöyle devam ediyordu:  "Merhûm Menderes'i,  Zorlu'yu ve Polatkan'ı iftiralarla darağacı’na gönderenler ise alınlarındaki lekeden hiçbir zaman kurtulamadılar. 27 Mayıs 1960'ta başlatılan, 1971, 1980, 1997 yıllarında tekrarlanan kötü geleneği hortlatma girişimini, 15 Temmuz 2016'da bir kez daha yaşadık. Asker üniforması giymiş FETÖ'cü hainlerin darbe teşebbüsünü, Allah'a hamdolsun, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte boşa çıkardık. Kahraman milletimiz, 15 Temmuz'da çıplak elleriyle tankları durdurarak, darbe defterini bir daha açılmamak üzere ülkemizde kapatmıştır, artık darbelerin de hukuku katleden Yassıada sahnelerinin de İmralı'da kurulan idâm sehpalarının da tekrarına izin vermeyeceğini göstermiştir."

Başkanı Erdoğan, mesajını şu cümlelerle noktalıyordu: "Rabbim yâr ve yardımcımız olsun diyorum. Bu düşüncelerle şehadetlerinin 62'nci sene-y’i devriyesinde merhûm Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı bir kez daha rahmetle yâd ediyorum."

Evet, Tayyib Bey’in mesajı ana hatlarıyla böyleydi. (Ancak bu vesileyle işaret etmeliyim ki, o mesajın okunması sırasında, bazı kişiler, yanı başlarındakilerle, etrafı rahatsız edecek şekilde, devamlı, vıdı- vıdı, saygısızca konuşuyorlar ve kendilerine yönelen ve rahatsızlık belirtisi yansıtan bakışlara bile aldırmıyorlar ve amma, sonunda,  hiç dinlemedikleri mesajı herkesten çok alkışlıyorlardı!.)

 

İstanbul’un yeni Valisi Davut Gül bey’in kısa konuşmasından sonra; selefi, /ondan önceki İstanbul Valisi ve şimdiki İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın irticalen, -yeni nesiller için, belirtmek gerekebilir, yani, herhangi bir yazılı metne bakmaksızın- yaptığı konuşmanın da son derece dolu ve muhtevalı olduğunu belirtmeliyim.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, -özet olarak- şöyle diyordu,: "Eylüller hazân ve hüzün aylarıdır. 17 Eylül tarihi ise sararıp toprağa düşen yaprakların aksine, hayattan zorla koparılan üç şehidimizi anımsatır bizlere.. (…) Bugün düzenlediğimiz bu tören sadece bir ‘yas’tan ibaret değil. Bugün bizler merhûm Adnan Menderes'in manevî huzûrunda 27 Mayıs'ın, 12 Eylül'ün, 15 Temmuz'un tüm darbe ve ihanet kalkışmalarının karşısında dimdik durduğumuzu, tüm dünyaya ilan ediyoruz.

Bu hain saldırılar, sadece iktidar hırsıyla hareket eden cuntacıların basit bir kalkışması değildi. Milletimizin istiklâl ve istikbaline devletimizin bekasına kurulmuş pusulardı. Ülkemiz ne zaman ilerleme istikametine girse kirli ve karanlık odaklar harekete geçti ve piyonlarını sahneye sürdü hep. (…) Yassıada Mahkemelerinde insanlık onuru ayaklar altına alındı. Aralarında bakanların, milletvekillerinin, komutanların ve bürokratların bulunduğu 592 kişi, 11 ay boyunca yargılandı. Her biri hücrelerde zindanlarda tutuldu. Yaşananlar sadece demokrasi adına değil, Adalet adına, insanlık adına da utanç vericiydi. 15 ay Yassıada'da tutuklu kalan şair Faruk Nâfiz Çamlıbel, o günleri şöyle anlatıyordu.

‘Bilmiyor gülmeyi sakinlerinin binde biri..

Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada..

Kuşu hicran getirir,  dalgası hüsran götürür.

Mavi bir gözde elem katresidir Yassıada.’

 

Evet, bir elem katresiydi, Yassıada..

Bir seher vakti İmralı Adası'na götürdüler, Merhum Menderes'i.. İdâm sehpasına dimdik, büyük bir vakarla, Kelime-i şehadet getirerek gitti..

Son sözleri, ‘Dilimizden korkmamalıydınız. Ama, şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes'in ölümü, ölünceye kadar sizleri takip edecek ve bir gün sizi silip götürecektir. Buna rağmen merhametim sizinledir. Millet sağ olsun!’ dedi.

Evet, millet sağ olsun. Son sözlerinde dahi zarafetini, merhametini korumuştu.  (…)

Aslında, o sabah darağacına çekilen sadece Adnan Menderes  değil, milletin iradesiydi.

Aradan 62 yıl geçti. Evet, koskoca bir 62 yıl.

Ama, başvekilimiz merhûm Adnan Menderes'i bu aziz milletin kalbinden de, aklından da kimse söküp atamadı.."

 

Programın devamında,  ziyaretçiler tarafından, mezarların üzerine, dualarla birlikte güller serpildi..

Ancak bu noktada bir noktayı da işaretlemeliyim.. İmralı’da kemikleri bile 29 sene mahpus kalan Adnan Menderes ve iki Bakan’ın, ancak  Turgut Özal zamanında taşınan mezarları üzerinde, sadece isimleri yazılı olup, bizim İslâmî geleneğimizde, mezar taşlarına yazılan (Sonsuza kadar baaqî olan, ancak Allah’dır ‘ meâlindeki ‘Hû’v-el-Baaqî ..’ ve ‘Rûhu için Fâtiha..’ gibi hiçbir ibareye yer verilmemesini anlamak zor.. Hattâ, bir ‘hilâl’ sembolü bile yok.. Hayret, aynı durum, Turgut Özal’ın kabri için de  geçerli.. Yüzlerce yıl sonra birileri ve bu mezarlardakilerin Müslüman olup olmadıklarını, bu ibare ve işaretler olmadığı için, anlamakta zorlanacaklardır, herhalde..

Konya’da geçen ilk gençlik yıllarımda iken  yaşadığım o idâmların topluma ne korkunç ve ağır bir travma yaşattığını ve ‘Adnan Menderes’e  yazık oldu..’ diyenler için bile ‘38 sayılı Tedbirler Kanunu’ diye anılan, barbarca hazırlanmış bir -sözde-  kanunun hemen devreye girdiğini ifade etmek, çok şeyi anlatır herhalde..

O zaman, Konya’nın bazı mahallelerinde, -o idâmları davul zurna- çalarak ‘kutlayanlar’ı  -ki, hangi partililer olduğu tahmin edilebilir-, bizzat gördüğümü de belirtmeliyim.

Ve ilginçtir, 10 yıllık başvekilliğinde büyük kesimleri tarafından sevilen ve darbe olmasaydı, 1 sene kalmış olan yeni seçimlerde de kazanacağından korkularak darbe yaptıran ve Adnan Menderes’i idâm ettiren cenahın bugünkü siyasî temsilcilerinden kimsecikler  dün yoktu, orada..

Çünkü, hınçları devam ediyor; fırsat bulsalar, yine darağaçlarından meded umacaklar..

 

 Ve.. Dünkü merasim yerinden ayrılırken, dualardan sonra, dudaklarım, merhûm Necîb Fâzıl’ın mısralarını mırıldanıyordu:

‘Birgün akşam olur, biz de gideriz.. / Kalır dudaklarda şarkımız bizim..’

 

Star

Kaynak: ‘Ezân’ yasağını kaldırması bile, idâmı için gerekçe sayılan Adnan Menderes’i anarken.. - SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL