Bugün birkaç konuya bir arada değinelim, kısa-kısa...
'Diyarbekir şâd akar' mı?
Önceki yazımda Diyarbekir'in Kulp ilçesinde geçen Cuma günü ilçe kaymakamı ile bir câmi imamı arasında cereyan ettiği ileri sürülen bir gerilime değinmiştim.
O yazıda haklılık veya haksızlık üzerinde değil, tartışılan bir konudaki iddialar ve ileri sürülen görüşler üzerinde durdum. O konudaki iddialara değindikten sonra, o iddiaların bende çağrışımlarını ve aklıma ilk gelen konuların neler olduğunu da, yazımın ikinci paragrafında anlatmaya çalıştım ve sonra da konunun aslının ne ve nasıl olduğuna dair, Devlet Bahçeli'nin -ekranlardan milyonlara yansıttığı- sözlerini de (doğrulamak veya yalanlamak durumunda olmadığımdan) aktarmakla yetindim. Bunlar elbette kanunî açıdan bir iddiadır, sonunda gerçek olup olmadığı hakkında, soruşturmalardan söz edildiğine göre, henüz, ortada net bir bilgi yok.
Hutbede, atlandığı söylenen kısımlarla ilgili iddiaların yalan olduğunu söyleyen kimse çıkmadı. Fakir de, 'hele de Müslüman coğrafyalarında nice emperyalist-şeytanî oyunların tezgâhlandığının daha bir net olduğu bir böyle hassas bir zaman diliminde, bu gibi tasarruflardan veya dikkatsizliklerden kaçınılması gerektiğini' söyledim, söylüyorum.
Başka iddiacılar varsa ve iddialarını belgeli olarak ortaya koymak durumunda iseler, onlara da değinirim.
Emperyalizmin oyunlarına hele de 100 yıldır âşinayız
Amerikan emperyalizmi, Orta Doğu'daki uzantısı ve Amerikan bayrağındaki 51 yıldıza ek olarak -görünmese de- 52'nci yıldız ve eyalet statüsünde olan Siyonist İsrail rejiminin 'Gazze'yi fiilen olduğu gibi, uluslararası hukuk açısından da uzun vâdede' ilhak etmek niyetine dair açıklamalarına, güya karşı çıkıyor.
Bunun tamamen bir şeytanî oyun olduğu unutulmamalıdır. Bay Biden ile Blinken ve şürekâsı, 'N'apalım, gördüğünüz gibi, o kadar ikaz ve hattâ tehdit ettik, ama İsrail'e söz dinletemedik.' diyeceklerdir.
Haziran-1967'de, Mısır, Suriye ve Ürdün'ün uğradıkları korkunç '6 Gün Savaşı' yenilgisi sırasında, Suriye'nin su ve buğday ambarı olarak bilinen 'Cûlan' (Golan) Yükseklikleri'nin Siyonist İsrail'in işgaline uğrayışı üzerinden 50 yıl geçtikten sonra, eski USA Başkanı Trump'ın, 'Üzerinden 50 yıl geçti, artık Golan Yükseklikleri İsrail'indir.' dediğini, 'oraları İsrail olarak tanıdığını' unutalım mı?
Ve HAMAS'ın çelik iradesiyle tezgâhlanan 7 Ekim 2023'deki 'Aqsâ Tufanı'nın şaşkınlığı içinde bölgeye hemen 2 uçak gemisi ve dünya kadar savaş uçakları, silahları ve milyarlarca dolarlarıyla gelip, 'Biz İsrail'le biriz, beraberiz ve buradan da gidecek değiliz. Bu konuya bizim istemediğimiz şekilde müdahale eden olursa, karşılığını en şiddetli şekilde alacaktır.' diyen ve kezâ yine o günlerde, 18 Ekim 2023 günü, 'Burada İsrail diye bir devlet olmasaydı bile, biz burada yine böyle bir devlet kurardık!' diyen ve böylece, Müslüman coğrafyalarına yeni bir Haçlı Seferi mantığıyla geldiklerini söyleyen de, Joe Biden değil miydi?
'Nükleer Hukuk Çağı'ndan 'adalet' beklemek mi?
Bütün uluslararası kuruluşlar gibi, Uluslararası Ceza Mahkemesi veya Adalet Divanı gibi kuruluşlar da; 1945'de Hiroşima'ya atılan Atom Bombası sonrasında, dünyanın yeni şartlarına ve yeni zorbalarının dayatmaları üzerinde zorbalıkla yükseltilen 'Nükleer Çağ Hukuku' veya 'Nükleer Hukuk Çağı' diye isimlendirilebilecek bir zehirli anlayışa göre şekillenmiştir. Ve o yapılanmada, insanlığın dörtte birini temsil eden dünya Müslümanlarının, İslam milletinin maalesef, hiçbir etkisi ve dahli olamamıştır. Ve bugün de, dünya Müslümanları 55-56 devlet halinde gözüküyorlar ama Müslüman halkların kalblerindeki dünyaya göre bir şekillenme bile, uluslararası tahakküm düzeninin kılıcını sallayan BM'nin iznine bağlıdır. Bu yüzdendir ki Müslümanlar, evet, kocaman bir gövde oluşturuyorlar ama -her ne kadar yetersiz idiyse bile- Müslüman halkları tek bir irade altında toplayabilme geleneği ve ihtimali yine de var olan -ve haydi birileri ürkmesin diye, böyle ifade edelim- bir 'Başkanlık' kurumunun, 1924'de, yani 100 yıl önce toptan etkisiz yok edilişinin perişanlığını yaşıyoruz.
'Ben varım.' diyen yoksa kim, nasıl suçlanacak?
Birazcık insanî vicdanı olan herkesi bile dilhûn eyleyen son Gazze'deki -soykırım da değil-, 'insanlık kıyımı' karşısında Müslüman dünyasının başsızlığının ortaya çıkardığı perişanlık ortada. Müslüman halklar, zâhiren 55-56 devlet olarak dünya sahnesindeler. Ama her birisi, büyük fedakârlıkları kendileri dışındakilerden bekliyorlar. 'Niye bir şey yapmıyorlar?' şeklindeki yakınmalarda akla ilk gelenler de, Türkiye, İran, Pakistan, Mısır devletleri oluyor.
Özellikle de Türkiye ve İran'dan. Bu ikisinin suçu, bu beklentiyi vermiş olmalarından olsa gerek.
İran Cumhurbaşkanı İbrahîm Reisî'nin Ankara'ya 4 Ocak'ta yapacağı ziyaret, Kerman'da meydana gelen ve 85 kişiyi yutan ve yüzlercesini de sakat bırakan büyük terör saldırısı sebebiyle ertelenmişti; nihayet evvelki gün gerçekleşti.
Bu konuya da, bazı okuyucu suallerine cevap bâbında da önümüzdeki yazıda değinelim, inşaallah.
STAR
Kaynak: ‘Bir dokun, bin âhh dinle...' - SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL