Evet, tam 50 yıl önce bugün.. Günlerden yine Cuma idi, 12 Mart 1971 günü..
O sırada, (Sağlık Okulu'nun mikrobioloji ve biokimya bölümünden mezun olduğum için) Çapa Tıb Fakültesi bünyesindeki bir mikrobioloji laboratuarında çalışıyor; bir tarafdan da İstanbul Hukuk'ta okuyordum.
Cuma namazı için Vakıf Gurebâ Hastanesi'nin mescidine gitmiştim. Sosyo-politik sıkıntıların, yuvarlandıkça büyüyen bir çığ gibi ülkenin sosyal hayatı üzerine doğru geldiği ve fırtına öncesi bir sessizlik kaplamıştı, havayı..
Cuma hutbe ve namazından sonra, saat 13.00 haberlerine yetişmek için aceleyle laboratuvara geldim, radyoyu açtım.. (Ki, henüz tv. yoktu ülkede..)
Aaa..
Bir de ne göreyim.. 'Türk Silahlı Kuvvetler Birliği' miydi ne, öyle bir isimle, bir 'askerî muhtıra' okunuyor!!
'Muhtıra', kelime mânâsıyla hatırlatma demek.. Ama, ıstılah /terim olarak, muhataba, istenilenlerin yapılmaması halinde, cezalandırılacağını bildirmek..
Söz konusu 'muhtıra' da, 'milletin ordusu adına, millete bir ihtar idi.
Bu 'Muhtıra'da da, yine mâlûm ilke ve devrimler hatırlatılıyor, millî birliğin o ilkeler etrafında yeniden tesis edilmesi için' , Hükûmet'e 'Çekil!' deniliyordu, kısaca..
Hâfızâm beni hemen henüz 15 yaşlarındayken, 27 Mayıs 1960 sabahı saat 04.00 sularında, Ankara'da, etraftan gelen silâh sesleriyle uyanıp, dinlediğim ihtilâl/ darbe bildirisine götürmüştü. (O zaman, boğuk ve tok bir sesin okuduğu o ihtilal bildirisinin okuyan kişinin Albay Alpaslan Türkeş olduğunu sonradan öğrenecekti, memleket..)
Evet, aradan 11 yıl sonra hikâye tekrarlanıyor, mâlum 'ilke'ler adına bir kez daha kurtarılıyorduk.
Ordu, kanûnen bağlı olduğu ve emir alması gereken Hükûmet'e ve 5-6 yıldır Hükûmet'in başında bulunan S. Demirel'e 'ihtar' çekiyordu. Gerçekte ise, Milletin ordusu adına yayınlanan bu muhtırayla, ülkeye ve millete yeni düzen verilmek isteniyordu.
Bitişik binadaki Dahiliye servisinden Doç. Dr. (sonradan Prof. olan merhûm) Süleyman Yalçın ağabey geldi, (benim Hukuk'ta okuduğumu bildiği için olmalı) 'Selâhaddin, bu ne demek oluyor şimdi; kullanılan hukukî terimleri doğru anladım mı ?' diye kendisini kontrol ediyordu.
Gençliğin verdiği bir edâ ile esaslı bir yorum yapmış ve 'Hocam, bu, kısaca şu demektir: Demirel'in Türkiye siyasî hayatındaki rolü burada bitmiştir. Kellesini de kurtarabilirse ne âlâ..' demiştim. (!!!)
(Ne müthiş bir öngörü!!. Halbuki, daha sonralarda nice iniş ve çıkışlarla, Demirel, 2000 yılına kadar ülkede etkili olacak ve C. Başkanı olarak noktalayacaktı, aktif siyasî hayatı..)
Evet, Demirel bu 'muhtıra'yı dinler dinlemez, kendisinin Ordu'nun başından alıp 1966 yılında C. Başkanı seçtirdiği Cevdet Sunay'la irtibat kurmaya çalışıyor ve Sunay'dan, 'Süleyman Bey, beni de dinlemiyorlar..' cevabını alıyordu.
Bunun üzerine, Demirel hemen 'şapkasını alıp', Başbakanlık makamını terkediyor, evine gidiyordu.
Hükûmet düşmüştü, ama Meclis açıktı. Demirel, muhakeme edilmeyi bekliyordu, ama o da yoktu.. Bunun üzerine, biraz rahatlayan Demirel, 'Ben suçlu isem, niye yargılamıyorsunuz; suçsuz isem, niye darbe yaptınız?' diyordu haklı olarak..
Demirel'in m.vekilliği ve liderliğini duruyor; Adalet Partisi, 1940'lardan beri CHP'li olan Prof. Nihad Erim'in, darbeci generaller tarafından CHP'den istifa ettirilerek tarafsız ve bağımsız bir başbakan yapılmasıyla kurdurulan yeni hükûmete destek veriyordu. Başka başbakanlar da geldi geçti, Ferid Melen, Naim Talû, Prof. Sadi Irmakvs..
Başlangıçta darbenin 'solcu subaylar'ca yapıldığını sanan marksist kuruluşlar ve en başta da Dev-Genç isimli öğrenci kuruluşu, darbeyi ve orduyu İstanbul'da elektrik direklerine yapıştırdıkları bildirilerle selâmlıyorlardı. (Halbuki, onların beklediği darbe, 9 Mart 71 gecesi Gen. Celil Gürkan liderliğinde yapılmaya çalışılmış, ama, KKK. Org. Faruk Gürler kendilerinden son anda ayrılınca başarılı olamamışlar; ordunun emir-komuta zinciri içinde bir diğer darbe 12 Mart 71 günü yapılmış ve marksist gruplar ve güç odakları esaslı aldanmışlardı.)
Kimdi, o generaller?
İsimleri bile unutuldu..
'Komunizm tehlikesini bertaraf etmek iddiasıyla' yapıldığı bildirilen bu darbenin ilk kapattığı partinin Erbakan'ın Millî Nizâm Partisi oluşu bile her şeyi açıklıyordu.
Aradan iki sene geçti öylece..
Ve, aldanışlarının hıncıyla silâhlı eylemlerini, banka soygunlarını ve bazı gemileri batırmak, uçak kaçırmak gibi eylemlerini daha bir hızlandıran marksist örgütlerin lideri rolündeki D. Gezmiş ve diğerlerinin idâmı ve öldürülmesi..
1973 Şubat ve Mart ayı, Cevdet Sunay'ın c.başkanlığının bitmesi üzerine yeni C. Başkanının kim olacağı üzerinde Ordunun ve diğer güç odaklarının anlaşamaması ve sonunda, 13 Mart 1973 günü, Adnan Menderes dönemi Dnz. K. K. em. Amiral Fahri Korutürk'ün, Meclis üzerinden savaş uçakları uçurularak, güç-belâ seçilişi..
Ve, Demirel, kürsüye çıkıp, '12 Mart varsa, 13 Mart da vardır..' diye rövanşı aldığını ilân ediyordu.
Cumhuriyet rejimi denilse de Adnan Menderes'in 10 ve Demirel'in 5 yılı hariç, gerisinin hep şeflik diktatörlük ve sıkıyönetimlerle geçtiği bir yarım yüzyıl..
Ve Cumhuriyet ismiyle, cumhurun ezen bir rejimin 50. Yılı'nın görkemli kutlama hazırlıkları yapılıyordu.
Kaynak / Star Gazetesi