RIDVAN KAYA - IRKÇILIKLA MÜCADELE SORUMLULUĞU - 16 Eylül 2023 Cumartesi

RIDVAN KAYA - IRKÇILIKLA MÜCADELE SORUMLULUĞU - 16  Eylül 2023 Cumartesi

RIDVAN KAYA - IRKÇILIKLA MÜCADELE SORUMLULUĞU - 16 Eylül 2023 Cumartesi


Irkçılık cahiliyesi yaşadığımız ülkede havamızı, suyumuzu, ruhumuzu giderek daha bir kirletiyor. Bu durum ise azgınların hedefindeki kardeşlerimizle dayanışma sorumluluğumuzu artırıyor.

Başka bir amaç için değil daha güzel kulluk için yaratıldığımızın ve yeryüzünde fitnenin kalkıp dinin yalnız Allah’ın olması için mücadele etmekle mükellef olduğumuzun bilincindeyiz. Sözlerimiz, eylemlerimiz, ilişkilerimiz buna göre tanzim edilmelidir. Bizi, insanları, bilhassa İslami aidiyet iddiasında bulunanları bu istikametten uzaklaştıracak her türlü yönelim ise cahiliyeye açılan kapıdır. 

Hiç kuşkusuz hayatımızın ve mücadelemizin merkezinde ila-yı kelimetullah mücadelesi vardır. Bunun dışındaki bağlılıklar, kavmi, ulusal, hizbi, meşrebi, grupsal aidiyetleri öne çıkartmak ve bunlar için mücadele ise batıldır. Cahiliye hamiyetidir. Sonu hüsranla bitecek boş uğraşlardır. 

Çeşitli biçimlerde, değişik zorluk ve musibetlerle imtihan olunuyoruz. Bu ülkede yaşayan Müslümanlar olarak maruz kaldığımız en büyük, en zorlu musibet Kemalizm denilen tuğyan ideolojisi ve onun zihinlere zerkettiği anlayış ve düşünme biçimdir, hayat tarzıdır.

Nasıl Allah Teala Filistinli kardeşlerimizi Siyonistlerle, Suriyeli kardeşlerimizi Esed çetesiyle imtihan ediyorsa yaşadığımız topluma da bu cahili ideoloji musallat olmuştur, dolayısıyla bizler de bununla sınanıyoruz. 

Bu hassasiyet ve bilinçle Kemalist sistemin zihinlerde, kavramlarımızda ve gündelik yaşantımızda yol açtığı tahribatla mücadele etmek ve bu cahiliyenin ürettiği kirin, pasın zihnimize ve amellerimize bulaşmaması için çaba sarfetmek zorundayız.

Bugün kabul edelim ki bu ülkede yaşayan, vatandaşı kabul edilen bizler için muhacirlere, mazlumlara yönelik sorumluluğumuz en somut ve yakıcı imtihan alanımız olarak karşımıza çıkıyor.

Bu alanda süregelen tartışmalara, tespitlere, ithamlara ve taleplere bakıldığında bu ülke insanının pek çok açıdan derin bir kirliliğe maruz kaldığını görüyoruz. Öncelikle ulus devletin kirlettiği, dumura uğrattığı, ifsad ettiği bir zihin yapısı mevcuttur. Öyle ki farklı hayat tarzına mensup, farklı ideolojik kimlikler taşıyan insanların dahi ulus-devleti kutsama, yüceltme, onu tabu haline getirme konusunda ortaklaştığını görüyoruz.

Bu yüzdendir ki Hacca gidip daha milliyetçi bir bakış açısıyla dönen hacıları, dualarında bile ulusal sınırlar içinde kalmaya özen gösteren hocaları, namazda birlikte saf tuttuğu kardeşini ‘yabancı’ olarak tanımlayanları görmek üzüntü verici olsa da maalesef sürpriz olmuyor.

Yeryüzünün şu ailenin, şu devletin, şu ulusun, şu topluluğun değil sadece ve sadece Allah Teala ve Tebarek’e ait olduğunu bilmezden gelen insanların hali ne acı! Vatan adı altında inşa edilen sahte cennetlere kapılanların, aslında hiçbir sahih temeli ve kutsiyeti bulunmayan zihinsel zindanlara kendilerini mahkum edenlerin hali ne kadar da üzücü!

Öte yanda yine ekonomiyi, menfaati, parayı merkeze alan bir bakış açısının egemenliğini her yerde hissediyorsunuz. Bilhassa etkisini artıran krizle birlikte bu durumun çok daha baskın hale geldiği görülüyor. İnsanlar doğru ile yanlışın, haklı ya da haksız davranışın sonucunu adeta dünyevi planda ne getirdiği ile ölçme eğilimindeler. Er-Rezzak olan’ın Allah azze ve celle olduğunu namazda zikredip hayatta unutanların sayısı o kadar çok ki!

Bu yüzden muhacirlere öfkeyle, kuşkuyla bakıyorlar. Suriyeli, Afgan veya başka kökenden bir insanı, din kardeşini kendi refahı önünde bir engel, bir yük gibi algılayabiliyorlar. Yazık ki dünyanın geçici olduğunu bilen, ikrar eden insanlar dünyevi endişeler içinde yaşayıp, ölüyorlar.

Bu tür dengesiz, ölçüsüz, tutarsız yaklaşımların ötesinde elbette asıl büyük fitne muhacirlere yönelik tartışmalarda ideolojik kimlikleriyle düşmanca konum alanların tutumunda karşımıza çıkmaktadır. Bu unsurlar İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıklarını bu vesileyle bir kez daha ortaya koymakta ve konuyu bir çatışma ve zulüm alanına dönüştürmektedirler.

Kemalist anlayışın uzun yıllar içinde toplumun geniş bir kesimine zerkettiği ve İslami olana karşıtlığın bir tezahürü olarak belirginleşen Arap düşmanlığı, Arap alerjisi de eklenince muhacirlere karşı adaletsiz, zalimane tutumlar yaygınlaşmıştır. Bunlar öyle yaratıklardır ki sokak köpekleri için vicdan, merhamet gösterileri sergilerler ama insanların eziyet görmelerini, vahşice katledilmelerini umursamaz, rahatlıkla muhacirlerin zalimlere teslim edilmesini savunurlar.

Bu ırkçılar aynı zamanda alabildiğine tutarsız ve menfaatçiler de. Avrupa’da yaşayan soydaşlarına karşı en küçük bir küçümsemeyi, tahkiri lanetliyor, tepkiyle karşılıyor ama kendi ülkelerinde muhacirlere karşı Nazileşiyorlar. “Savaş bitti dönsünler, burası bir göç ülkesi değil” diyorlar ama on yıllar önce kimisi anlaşmayla, kimisi kaçak yollardan çalışmak, para kazanmak için Avrupa’ya gitmiş kendi vatandaşlarının ekonomik şartlar alabildiğine değişmiş olmasına rağmen orada kalmaya hakları olduğunu iddia ediyorlar.

Bu zalimler “Almanya göç ülkesi değildir” ya da “Avusturya daha fazla göçmen taşıyamaz” diye propaganda yapan ırkçılarla aynı şeyi savunduklarının farkında bile değiller. Hatırlayalım önceki yıllarda ısrarla Bayram ziyareti polemiği yapmışlar ve sonuçta mazlum insanların birkaç haftalığına da olsa yakınlarını ziyaret imkanını iptal ettirmişlerdi.

“Bayrama gidebiliyorlarsa temelli gidebilirler” tezini ileri sürüyorlardı. Bu argüman haklıysa, Avrupa’ya çalışmaya gidenlerin de geri gelmeleri lazım, çünkü artık istenmiyorlar ve orada kalmalarını gerektiren bir ekonomik yoksulluk içinde de değiller! Oysa bu doğru değil, toplumsal süreçler böyle gitsinler, kalsınlar şeklinde basit ve yüzeysel kalıplarla ifade edilemez.

Hemen her gün bu toplumun ne kadar kısır düşünmeye şartlandığını gösteren örneklerle karşılaşıyoruz. Milliyetçi fanatizm insanları kör ediyor, adaletsizliğe sevk ediyor.

Enteresan bir şekilde kültürel farklılaşma tartışması dillendiriliyor. Doğrusu Kemalist kesimlerin kültürel değişimden yakınması anlaşılabilir bir şeydir. Örneğin bu ülkedeki kimliksizleştirme operasyonunun en temel unsurlarından birini ‘Harf İnkılabı’ diye alkışlayanların Arapça tabelaları bir istila sembolü olarak görmesi normaldir. Garip olansa bazı dindar bilinen isimlerin de aynı lakırdıları tekrarlamaları. Merak etmemek mümkün değil acaba rahatsızlık duydukları şey nedir?

İnsanların kendi aralarında Arapça konuşmaları; işyerlerine Arapça tabela asmaları; kendi sevdikleri yiyecekleri tüketmesi bunları niye rahatsız ediyor? Bu yabancı alerjisinin ardında nasıl bir zihin yapısı var? Bırakalım Ümmeti, Osmanlı coğrafyasının kuşatıcılığından bile bu kadar uzak olmak, İttihatçı ve Kemalist zihniyeti bu kadar çok içselleştirmek neyin nesidir?

Bunca ifsadı, günahı, haramı, bunca müptezelliği normal addetmek, kanıksamak, hiçbir tepki göstermemek ama muhacirler üzerinden “ülkenin ve toplumun dokusunun değiştiğinden şikayet etmek” ne kadar da ayıptır! Bu tipik bir milliyetçi savrulma ve örtük bir ırkçılıktır!

Bu toplum ırk merkezli, soy merkezli düşünmeye şartlanmıştır. Muhacirler geldikleri yöreye ya da etnik kökenlerine göre ayrıma tabi tutulmaktadırlar. Örneğin Batı Trakya’dan ya da Doğu Türkistan’dan insanlar zulme uğrasa ve gelse hoş karşılanır ama farklı coğrafyadan gelenler ‘yabancı’ diye niteleniyorlar.

Bu İslam kardeşliğini anlayamamışlığı göstermektedir. Daha ötesi kimlik bilincinin yaralı olduğuna işaret eder. Bu durum Fussilet suresinin 33. Ayetinde Rabbimiz “ben Müslümanlardanım” demeyi emrederken, kendilerine başka kimlikler, başka övünç kaynakları arayanların pejmürde halini ortaya koyar.

Muhacir karşıtı söylemin son dönemde hızlı biçimde yaygınlaştığını gördük. Bunda iktidarın pasif tutumunun etkili olduğu muhakkak. İktidar mensupları kendi yanlışlarını konuşmak yerine, zaaflarının faturasını muhacirlere kesip işin içinden çıkıyorlar. Daha kötüsü de şu ki, bu söylemden kalkarak bir dizi haksız, anlamsız uygulamayı “ne yapalım, çaresiziz” mazeretiyle kabul etmemizi istiyorlar.

Son dönemde devletin muhacirlere karşı sertleşen katılaşan uygulamaları hukukla da, insanlıkla da bağdaşmaz. Bu yaklaşım ensar olma şerefine uygun düşmez. Zor durumdaki insanlara daha fazla destek olmak yerine, hayatlarını zorlaştırmak adil ve ahlaki değildir.

Sonuç olarak kardeşliğin basit bir slogan olmadığı gibi, ensar olma şerefinin de basit bir paye olmadığının anlaşılması ve bu anlayış temelinde elimizden geldiğince kardeşlik hukukunu geliştirmek için çaba sarfetmek gerektiğini görmek durumundayız.

Allah Teala bu yönde atılacak adımlarımızı bereketlendirsin. Muhacir kardeşlerimize de bizlere de tağutların hakim olmadığı bir arzda yaşamayı nasip etsin!

Kaynak: Irkçılıkla mücadele sorumluluğu - RIDVAN KAYA