RIDVAN KAYA - BİZ ALLAH İÇİNİZ VE YİNE O’NA DÖNECEĞİZ...

RIDVAN KAYA - BİZ ALLAH İÇİNİZ VE YİNE O’NA DÖNECEĞİZ...

RIDVAN KAYA - BİZ ALLAH İÇİNİZ VE YİNE O’NA DÖNECEĞİZ...


Türkiye’nin 10 şehri ve İdlib bölgesi çok ağır bir depremle sarsıldı, on binlerce insanımız vefat etti ve yaralandı. Ağır bir musibete maruz kaldık. Birkaç dakika içinde koca şehirleri yerle bir eden bu büyük afetin yaralarını sarmak belli ki çok uzun zaman alacak ve kolay olmayacak.

Rabbimiz’den vefat eden Müminlere rahmet, yaralılara şifa, yakınlarını kaybedenlere sabırlar niyaz ediyor, bu büyük afetin acısını, sıkıntısını, mağduriyetini en kısa zamanda üzerimizden kaldırması için dua ediyor, bizleri böyle ağır imtihanlarla sınamaması için yine O’na sığınıyoruz. 

Evet, bir yandan Rabbimize el açıp bizi ağır imtihanlara maruz bırakmaması için dua ediyoruz ama aynı zamanda dünyanın da bir imtihan yeri olduğunu unutmuyor, Allah Teala’nın bizi açlık, korku, mallarımız, canlarımız ve sahip olduğumuz nimetlerin kaybolmasıyla imtihana tabi tutacağını de biliyoruz. Rabbimiz bize takatimizi aşan yükler tahmil etmesin.

Acziyetimizin idrakinde olmalıyız!

Şu dehşetli hadise karşısında ne söylenebilir ki? Rabbu’l-Alemin’in hükmü karşısında zayıflığını, çaresizliğini, acziyetini idrak edene ne mutlu! Tuğyana düşmekten ve azgınlaşmaktan kaçınıp O’nun takdiri karşısında teslimiyet, sabır ve tevekküle yönelenlere ne mutlu! Rabbimiz bizi her daim hamd edenlerden, sabredenlerden, zikredenlerden ve kendi yolunda mücadele edenlerden kılsın! 

İman edenler için güzergah bellidir. Elbette zihnimiz, kalbimiz, sözümüz de böylesi ağır sarsıntılarda sarsılabilir; kafamız karışabilir; sendeleyebilir ve ne yapacağımızı, ne söyleyeceğimizi şaşırabiliriz. Ama Müminler olarak bu tür musibetlerle karşılaşıldığında Kitabullah’ın da uyardığı, hatırlattığı biçimde ancak Allah için olduğumuzu ve dönüşümüzün de yine O’na olacağını söyler ve bu bilinçle hareket ederiz.

Biz şu dünyada sahip olduğumuz her şeyin Allah azze ve cellenin bize lütfu olduğuna iman ediyoruz. Sadece evlat, mal, mülk, sağlık, zenginlik değil, aldığımız her nefes Rabbimizin rahmetidir. Dolayısıyla veren alır da!

Biz hak ettiğimiz, emek sarfettiğimiz, kazandığımız için mi bize verildi ki, kaybettiğimizde, neden elimizden alındı diye soracağız? Dünyaya kendi irademizle, gayretimizle, emeğimizle mi geldik? Dünyaya gelirken, hayata başlarken bize sorulmuş, onayımız alınmış mıydı ki, dünya hayatımız sona erdirildiğinde bize sorulsun, onay alınsın?

“Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah'tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.” (Tevbe, 9/116)

Müminler Rabbu’l-Alemin Kadir-i Mutlak olduğuna iman ederler. “O dilediğini yapandır.” (Buruc, 85/ 16)

İman teslimiyeti, tevekkülü getirir. Teslimiyet ve tevekkül yoksa karşılaştığımız her musibet bizi bitirir. Evhamlara, vesveselere, psikolojik rahatsızlıklara sürükler.

Allah azze ve cellenin şu buyruğunu hatırlayalım: “De ki: ‘Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiç bir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler.” (Tevbe, 9/51)

Çokça sabretmeli ve her durumda hamd etmeliyiz!

Allah için olma bilinci bu tür afetler, zorluklar, sıkıntılar karşısında bizi hamd etmeye, sabretmeye, mağdurlarla yardımlaşmaya sevk eder. Karşılaşılan zorlukların her zaman daha fazlasıyla, daha ağırıyla yüz yüze gelme ihtimali olduğunun idrakinde olarak daha fazla hamd etmeliyiz. Yaşadığımız musibetin yol açtığı acılar ve kayıpların Allah’ın izniyle günahlarımızdan arınmaya bir vesile (kefaretin zunub) olacağı ümidiyle sabretmeliyiz.

Müslim’in Sahihi’nde Suheyb ibni Sinan rivayetiyle naklettiğine göre Resulullah (s) şöyle buyurmuştur: “Müminin durumu şayanı takdirdir; niye olmasın ki onun her işi hayırdır ve bu da müminden başkasına müyesser değildir. O, neşe ve sevinç ifade eden bir duruma mazhar olunca şükreder, bu onun için hayır olur; herhangi bir sıkıntıya maruz kaldığında da sabreder, bu da yine onun için hayır olur.”

Yine hem hem Müslim’in hem de Buhari’nin Sahihlerinde naklettikleri bir hadiste Ebu Said ve Ebu Hureyre rivayetiyle Resulullah’ın (s) şöyle buyurduğu bildirilmiştir: “Ayağına batan dikenin verdiği acı da dahil olmak üzere Müslümanın başına gelen her türlü yorgunluk, hastalık, tasa, keder ve üzüntüyü, Allah müminin hatalarını mağfiret etmeye vesile kılar.”

İnfaklarımızla arınmalıyız!

Ve Rabbimizin “onlar bollukta da darlıkta da infak ederler” şeklindeki vasfetmesinin gereği olarak mağdurlarla, ihtiyaç sahipleriyle yardımlaşmalı; zor günlerinde kardeşlerimizin sıkıntılarını azaltmak için seferber olmalıyız. Gün nefsimizin cimriliğinden arınma günüdür.

Rabbimiz Tegabun (64) suresinin 16. Ayetinde şöyle buyuruyor: “Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil tutkularından korunursa; işte onlar, felah bulanlardır.”

İşte görüyoruz bir anda dünyaya ait sahip olduğumuz her şey kaybolup gidebiliyor. Bir ömür boyu biriktirdiklerimiz toprağa karışabiliyor, yerle yeksan oluyor. Daha da kötüsü neredeyse tüm benliğimizle yöneldiğimiz, çalışıp çabalayıp en mükemmel, en konforlu biçimde inşa ettiğimiz binalar üzerimize yıkılıp bize mezar oluyor. Tüm bu ibretamiz manzaralar karşısında Rabbimiz bizi ders çıkanlardan, ibret alanlardan eylesin. 

İnsanlık adına sevindirici manzaralar

Yardımlaşma hususunda sevindirici, memnuniyet verici bir manzara ortaya çıkmıştır. Gerek ülke içinde gerekse de Ümmet bazında ortaya konan çabaların yoğunluğu umut vericidir. Herkesin bir şeyler yapma, .bir biçimde mağduriyetlerin giderilmesine katkı sunma gayretiyle koşuşturması fıtri hasletlerin korunduğunun bir göstergesi olmuş, toplumsal değişim, ıslah çabaları için daha umutlu olmaya imkân sağlamıştır.

Aynı şekilde dünyanın gösterdiği hassasiyet da insanlık adına, insani ve ahlaki değerler adına sevindiricidir. Ortaya çıkan görüntü, milliyetçiliğin, ulusçuluğun ürettiği yalnızlık, biriciklik, “bizim bizden başka dostumuz yok” sloganında ifadesini bulan güvensizlik yaklaşımlarının anlamsızlığına ışık tutmuştur.

Öte yandan deprem hadisesi bu toplumun bilinen zayıflıklarını, toplumsal yapıda derin kökleri bulunan fay kırıklıklarını da bir kez daha açığa çıkarmıştır. Şöyle ki ilk bir iki günün şoku atlatıldıktan sonra, herkes eski konumuna avdet etmiş, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık içindeki kesimler kaldıkları yerden nefret kusmayı sürdürmüşlerdir.

İlletli ve iflah olmaz bir zihniyet

Böylesi dehşetli bir manzara karşısında dahi imansızlıklarını ifşa etmekten çekinmeyen birilerinin köklü bir hastalıkları olan seküler aklı kutsama eğilimini tazelediklerine şahit olduk. Laik-Kemalist çevreler bu tutumlarının bir yansıması olarak bir kez daha akıl ve bilim yüceltmesine girişirken, her zaman yaptıkları gibi İslami değerleri, inanç ve kavramları ise tahkire yönelmişlerdir.

Birilerinin ihmalini, ihlalini doğrudan Müslümanlara ve Müslümanların inançlarına bağlayan bu anlayış sahipleri kader, ilahi takdir vb. kavramlara Müslümanların atfettikleri anlamı hiç durmadan tartışırken, kendilerinin ‘doğa kanunu’ ve benzeri kavramlara yükledikleri derin itikadi anlamı nedense hiç sorgulamazlar.

Daha büyük düşmanlık ise sahadaki gelişmelerle ilgili olarak tezahür etmektedir. Felaketin duyulduğu andan itibaren sayısız İslami kuruluşun, yapının canla başla ortaya koyduğu çabayı küçümseme, görmezden gelme tavrı dikkat çekicidir.

Büyük ailemizle iftihar ediyoruz!

Rabbimize hamd olsun ki Müslümanlar bir kez daha insanlığın vicdanı olduklarını, umudu olduklarını ispatlamışlardır. Sadece Rabbu’l-Alemin’in rızası için koşturan, didinen, enkazdan insanları kurtarmaktan onlara barınacak mekan, yiyecek, su teminine kadar her alanda adeta çırpınan Müminler topluluğunun bir parçası olmak, bu hesapsız ama hasbi büyük aileye mensup olmak bize gurur vermektedir.

Evet, Türkiye’de İslami camia olarak pek çok eksiğimiz var. Gündemi belirleme, siyasi gelişmelere somut tavır alma, kimliğimizin gerektirdiği fikri ve ameli yetkinliğe sahip olma hususunda yetersizliklerimiz çok. Ama hayırlı ameller ortaya koyma, insanlara el uzatma bağlamında İslami yapıların ortaya koyduğu çabalar hiç kimsenin inkar edemeyeceği, görmezden gelemeyeceği çapta büyüktür.

Mağdur ve mazlum muhacir kardeşlerimize daha çok sahip çıkmalıyız!

Deprem hadisesinin toplumsal yapıya ilişkin ortaya çıkardığı en acı manzaralardan biri de ırkçılık illetinin bir kez daha olanca çirkinliğiyle, zalimliğiyle sahaya yansıması olmuştur. Böylesi bir felaket ortamında dahi insanları yerli-yabancı diye ayıranlar; her türlü karalamayı, iftirayı boca edenler; kurguladıkları komplo teorileriyle tahrik ateşini tutuşturmaya çalışanlar şeytanın askerleridir. Bunların çıkardıkları gürültüyü esas alıp yaygın ve kalabalık oldukları düşünülmemelidir ama hastalıklarının bulaşıcı olduğu görülerek elden geldiğince engellenmesine çalışmanın vucubiyeti de görmezden gelinmemelidir.

Deprem gibi ağır bir musibetten aynı şekilde etkilendikleri, can verdikleri, evsiz kaldıkları, her şeylerini yitirdikleri halde Suriyeli muhacirleri sürekli biçimde hedef gösterenler; bırakın ara vermeyi ırkçı-ayrımcı söylemlerini daha da çoğaltanlar insanlıktan nasipsiz mahluklardır.

Ne acıdır ki deprem felaketinin acılarını dahi tam hissedemeden, neler yapılabileceğini konuşamadan evvel bu zalimlerin gündemleştirdikleri yalanları, iftiraları konuşmak, tartışmak, yalanlamak zorunda kalmamız ne ilginç bir haldir.

Bu tipler ne kadar ahlaksızdırlar, ne kadar vicdansız ve de tutarsızdırlar. Neden kaçıp geldiniz diye yıllardır muhacirleri suçladılar ve şimdi daha büyük bir nüfus yerini yurdunu terk edip bir yerlere sığınmak zorunda kaldı. Ama hala ibret almıyorlar.

Ellerinde hiçbir delil yokken her türlü çirkin işi muhacirlere mal eden bu tiplerin söylemini bir kenara koyun ve öte yandan dökülen, yıkılan binalarla ilgili tartışmalara bakın! Bu binaları da Suriyeliler mi yaptı?

İşinize gelince ulusalcı böbürlenme, necip millet, biz şöyleyiz, böyleyiz, kimseye benzemeyiz diyeceksiniz ama yıkılan, çöken binalardan dolayı da tüm müteahhitleri ve bunlara izin veren kamu görevlilerini, siyasileri mahkûm edeceksiniz. Bu açık bir tutarsızlık değil mi? Sizin günahkârlarınız, suçlularınız asla sizi bağlamıyor ama başkaları hata yapınca hepsini ilzam ediyor öyle mi? 

Rabbimiz bu büyük musibeti hakkımızda hayreylesin!

Allah Teala bu dehşetli tablo karşısında dahi akletmeyip, tuğyan edenlerin; vicdanların kedi-köpekler için bile harekete geçtiği bir ortamda sırf başka bir ülkeden geldikleri için Allah’ın kullarına düşmanlık edenlerin şerlerinden mazlumları muhafaza etsin! Islah olmaya niyetleri olmayan bu zalimleri helak etsin!

Rabbimiz ölümün bizi ne zaman alıp götüreceğini bilmediğimiz bu dünyada Müslüman izzetine yakışır bir hayat sürmeyi ve huzuruna vardığımızda geçerli mazeretler sunabilmeyi bizlere nasip etsin!

Beldemiz, kökenimiz, işimiz, mesleğimiz ne olursa olsun bu dünyada asıl vazifemizin Rabbimize en güzel şekilde kulluk etmek ve onun emrini önce kendi hayatımıza, sonra tüm yeryüzüne hakim kılma çabası içinde olmayı gerektirdiği bilincine uygun hareket etmeyi bizlere nasibi müyesser kılsın.

Bizleri şu şahit olduğumuz manzaradan gerekli dersleri çıkarabilenlerden ve “her şeyimiz ancak Alemlerin Rabbi Allah içindir” diyebilenlerden eylesin!

Kaynak: Biz Allah içiniz ve yine O’na döneceğiz - RIDVAN KAYA