Sakarya'da Arapların kurduğu bir derneğin davetine icabet eden Kuveyt Fetva Kurulu Üyesi Osman el-Hamis, Tozlu camiinde çoğunluğu Filistinlilerden oluşan Arap cemaate 15 dakikalık bir konuşma yapmış. Konuşmasının tamamında Türkiye'nin ve Türk halkının faziletlerinden bahsedip övgüler dizmiş.
Sakarya müftüsü Hasan Başiş de oradaymış.
Sakarya'daki dindarlara önyargılı medya da cemaat Arap, konuşan Arap olunca bunu haber yapmış.
Bunun üzerine Ehl-i Sünnet hassasiyetini öne çıkaran Ahmed Mahmud Ünlü, meşhur ismiyle Cüppeli Ahmet hoca, "Vahhabiler diyanetin camilerinde cirit atıyor"mottosuyla diyaneti de hedef alan konuşmalar yaptı, sosyal medyada mesajlar yayınladı.
Cüppeli hoca medyanın takibinde olduğu için söylemleri kısa sürede geniş alanlara yayılmaktadır.
Ancak konuşmalarında Diyanet karşıtı gibi algılanan sözleri seküler kesimin ve medyasının malzemesi haline geldi.
Binlerce mensubu bulunan Diyanet elbette ki ikaz mahiyetinde eleştirilebilir, eleştirilmelidir de.
Lakin birkaç münferit örnekten yola çıkarak bütün bir Diyanet camiasını töhmet altında bırakmak, Diyanet üzerinden dine ve dindarlara saldıranlara malzeme teşkil etmekten öteye geçmez, geçmiyor.
Cübbeli hocanın haklı eleştirilerine söz söyleyecek değilim.
Ancak Suud'da okuyanları ve Sakarya Müftüsü Hasan Başiş üzerinden Medine-i Münevvere'de okuyanların tamamını töhmet altında bırakan bir söylem geliştirmiştir ki burada biraz durmak gerekmektedir.
Cübbeli hoca yeterli bilgiye ulaşamadığından olsa gerek Hasan Başiş ve Medine mezunlarını sakıncalı eleman olarak tavsif etmektedir!
1976-1981 yılları arasında Medine-i Münevvere İslam Üniversitesi'nde okumuş biri olarak bu konuyla ilgili birkaç kelam etmek isterim.
Türkiye'de anarşik eylemler yüzünden okulların ders yapamadığı dönemde İslam'ı kaynağından öğrenme arzusuyla Medine'ye gittim ve üniversiteye kabul edildikten sonra bir yıl dil, 4 yıl fakülte tahsilinden sonda ülkeme döndüm.
Gittiğimde Medine'de manzara şuydu. Üniversite kampüsü şehir dışındaydı. Öğrenci yurtları da orada olduğu için bir öğrenci hiç şehre inmeden bütün günlerini orada geçirebilirdi. Şehir içinde de birkaç yurt vardı ama kapasitesi çok düşüktü..
Türk öğrenciler ise üniversitenin yurtlarında değil Ravza-ı Mutahhara yakınındaki bir Osmanlı vakfı olan Beşirağa Medresesi'nde kalıyorlardı.
Bu vakfın son nazırı Ali Ulvi Kurucu merhumdu.
Bu vakfın hemen 50 metre ilerisinde geçimini esans satarak temin eden Erzurumlu Hattat Mustafa Necatüddin hocanın dükkânı ve deposu vardı.
Mustafa Necatüddin hoca Türkiye'de Elmalılı Hamdi Yazır dahil birçok ulemadan ders almış Hanefi Maturidi yolunun yılmaz bir temsilcisiydi. Öyle ki Cuma namazları hariç Suud imamlarının arkasında namaz bile kılmazdı!
O dönemde işçi işadamı binlerce Türk vatandaşı vardı Medine'de ve hepsinin uğrak yeri Mustafa Necatüddin hocanın mekânıydı.
O Suudileri, Suudiler de onu sevmezdi!
Hocanın mekânı herkesin uğrak mahalli olduğu gibi öğrencilerin de müdavim olduğu bir medreseydi.
Medreseydi çünkü dükkânın arkasındaki depoyu dershane olarak kullanıyor ve her akşam orada dersler veriyordu.
Mesela biz 5 yıl boyunca orada akaid kitabı olarak Emali Şerhi'ni, Fıkhı Ekberi, Tahavi'yi bizzat hocadan okuduk. Hanefiyye'nin en muteber fıkıh kitapları olan Hidaye ve Kuduri'yi de.
Hatta Kuduri Şerhi ve Tahavi dersleri kasetlere kaydedildi, gelemeyenler kasetlerden dersi dinledi. Ben, hem Tahavi Hem Kuduri derslerinin teyp kasetlerini hala saklıyorum.
Medinede okuyan Hasan Başiş dâhil Türk öğrencilerin tamamına yakını Mustafa Necatüddin hocanın rahle-i tedrisinden geçmiş Maturidi akaidini ve Hanefi fıkhını benimsemiş değerlerdir.
İkinci Akif olarak bilinen Ali Ulvi Kurucu beyin sohbetinden feyiz almış, vatan millet sevdalısı bir kadrodur Medine mezunları.
Bugün kimileri Diyanet bünyesinde kimileri başka alanlarda ama Hanefi-Maturidi ekolünün mensupları olarak idame-i hayat etmektedirler.
Aradan birkaç çürük elma çıkmış mıdır? Olabilir ama inanın filandır diyebileceğim kimseyi tanımıyorum. Çıkarsa da hiçbirini savunmayız.
Suudiler de Türk talebelerinin kendi ideolojilerini benimsemediğini biliyor ve bundan şikâyetçi oluyorlardı. Benimsediğini söyleyenlerin bile kendilerini aldattığına inanıyorlar, Türklerin etki altında kalmadığından yakınıyorlardı.
Hatta sonraki yıllarda Türkiye'den talebe almamaya başladılar. 1981 yılında ben mezun olurken 200 civarında Türk talebe vardı.
10 yıl sonra gittiğimde sadece 4-5 talebe vardı!
Bugünlerde 80 civarında olduğunu öğrendim.
Bunları bilmediği için olsa gerek Cüppeli hoca Medine mezunlarını inciten sözler sarf etmiştir. Hatasını kabul eder, etmez orası beni ilgilendirmiyor. Amacım bir polemik başlatmak da değil.
Beni ilgilendiren kamuoyunun doğru bilgilendirilmesidir. Ben de onu yapıyorum.
Hasan Başiş gibi ehl-i sünnet mensubu bir müftüyü ve onun üzerinden bir topluluğu Vehhabilikle itham etmek isabetli bir yaklaşım değildir.
İddialar tutarsız ama varsayalım ki Hasan hoca iddia edildiği gibi iki kez hata etti. 35 yıllık müftüyü üstelik adı Melek Hasan'a çıkmış edep timsali bir ilim adamını onda olmayan bir vasıfla itham etmek onun üzerinden de bir toplumu toptan sakıncalı ilan etmek makul olmasa gerektir.
Allah'dan Hasan hoca, Cübbeli hakkındaki iddiaları gündeme getirmeye tevessül etmeyerek aynı hataya düşmemiş seküler kesimin eline malzeme vermeyerek isabetli bir tavır takınmıştır.
Hülasa;
Elbette ki okul seçersiniz ama önemli olan kimin nerede okuduğu değil, kimin hangi görüşe sahip olduğudur!
Cüppeli hoca konuşmasında da işaret ediyor, kimi sapkın cereyanların illa yurt dışından gelmesi de gerekmiyor.
Ülke içinde de zuhur eden bir yığın sapkın görüşler var.
Bırakın dini görüşleri her türlü sapkınlık artık herkese cep telefonu kadar yakın.
Sosyal medyadan fışkırmayan fenalık mı kaldı?
Yapılması gereken, sosyal medyayı iyiliğe güzelliğe hayır ve hasenata hadim kılmaktır.
Siz hangi görüşe sahip olursanız olunuz bir de bakmışsınız ki çocuğunuz, yeğeniniz torununuz sosyal medya etkisiyle hiç tahmin etmediğiniz bir çukura düşmüş!
Allah korusun.