RESUL TOSUN - DÜNYEVİLEŞEN MÜSLÜMANLAR!

RESUL TOSUN - DÜNYEVİLEŞEN MÜSLÜMANLAR!

RESUL TOSUN - DÜNYEVİLEŞEN MÜSLÜMANLAR!


Bugün Ramazan ayının 18. Günü. İnanmayanlar için diğer aylar gibi bir aydır Ramazan.

İnananlar için mübarek bir aydır. Bin aydan daha hayırlıdır. Çünkü riyası gösterişi olmayan, sırf Allah için tutulan oruç ibadetinin şartlarını taşıyan her Müslüman'a farz olduğu bir aydır.

Orucun faziletini anlatmama gerek yok, her gün TV programlarında hocalar detaylarıyla anlatıp duruyorlar!

Orucun bir kişinin ibadeti olarak riayet etmesi gereken esaslar vardır; bir de sosyal ve ahlaki boyutu vardır.

Orucun ahlaki boyutu sadece aç ve susuz kalmak değildir; aynı zamanda her türlü kötü sözden, çirkin hareketten uzak durmak gibi hatta herhangi bir tartışma yaşandığında 'oruçluyum' diyerek uzak durmak gibi boyutları vardır. Bunu da hocalar bol bol anlatırlar.

Benim asıl değinmek istediğim nokta sosyal boyutudur.

İslam ülkelerinde Ramazan ayında sokaklara da maneviyatın hâkim olması, oruç tutmayanların tutanlara saygı göstermesi beklenir değil mi?!

İşte biz bir İslam ülkesi olarak orucun bu boyutunu ihmal ettiğimiz hatta kaldırdığımız bir ülkeye döndük!

Yanlış anlaşılmasın sekülerlerin saygısızlığından bahsetmiyorum. Onların büyük kısmı zaten sekülerlik yaftasının arkasına sığınıp açıkça din daha doğrusu İslam karşıtlığı yapıyorlar.

Ben bizzat orucun farziyetine iman edip oruç tutan Müslümanların duyarsızlığından bahsediyorum.

Adam beş vakit namaz kılıyor oruç tutuyor ama cami dibindeki lokantasını/kafesini, üstelik sokağa masalar koyarak işletiyor ve Ramazan gündüzünde camiden çıkanların yüzüne duman üfletilmesini açıktan yemek yenerek oruçlulara saygısızlık edilmesini içine sindiriyor!

Geçen sene sokağa masa atıp lokanta işleten bir Müslüman camiden çıkınca koluma girdi. Ona 'Ramazan'da lokantayı iftardan sonra açsan daha münasip olmaz mı? Kapıya Ramazanda iftarda ve sahurda açığız gibi bir levha koysan daha uygun olmaz mı?!' dedim. Müşterilerimizin çoğu yabancı turist gibi bir bahane ileri sürdü ki çoğunun turist olmadığı açık seçik görülüyordu. 'Peki, o zaman Ramazan münasebetiyle kapalı salonumuzda hizmet veriyoruz diye bir levha assan hiç değilse sokakta oruç tutanların yüzüne karşı aleni yemek yenmesine mani olsan! dedim 'Bu işin raconu böyle!' dedi.

Buyurun, güya şuurlu bir Müslüman ama orucun hikmetinden bu denli uzak.

Allah'ın kimsenin aç kalmasına susuz kalmasına ihtiyacı yok. Oruç aynı zamanda Müslümanı terbiye eden bir ibadettir!

Gündüz kafe ve lokanta benzeri yerleri Ramazan münasebetiyle tamamen kapatan ya da iftar sonrasında açan işyerleri yok mu? Var, var olmasına da yok denecek kadar sayıları az.

Allah onlardan razı olsun!

Bu bahsettiklerim, seküler kesimin yaşadığı bölgelerin değil muhafazakâr kesimin yaşadığı ve camilerin hınca hınç dolduğu bölgelerin fotoğrafı.

Önce Müslümanın kendi ibadetine sahip çıkması ve saygı duyması gerekir!

Ya bu sokak masalarında gündüz vakti yemek yiyen başörtülü kızlar! Hasta olabilir mazereti bulunabilir, tamam da kaldırımdaki masa yerine oruç tutanlara saygı için kapalı mekânda yeseler olmaz mı? Hep söylüyorum başörtüsü artık dindarlık alameti olmaktan çıkmıştır!

Maalesef muhafazakâr semtlerde bile sokaklarımız alenen oruç yiyenlerle dolu. Kimseyi de ikaz edemiyoruz hemen özgürlük edebiyatına başlıyorlar. Tamam, kimsenin neye inandığı bizi ilgilendirmez ama içinde bulunduğumuz toplumun hassasiyetlerine saygı göstermek özgürlüğe engel değil ki!

Rahmet ayı diye gelince seviniyorum ama sokakları gördükçe bir an önce bitmesini istiyorum ki o duyarsızlıkları görmeyeyim!

İğneyi biraz daha kendimize batıralım.

Ramazan ayının ihyasında en önemli ikinci ibadet de Teravih namazlarıdır. Yatsı namazından sonra 20 rekât olarak kılınan namazın adıdır teravih! İki rekâtta ya da dört rekâtta bir selam verilir. Dini konular herkesin ahkâm kestiği konular olduğu için şimdi bir moda çıktı sekiz rekât kıldıktan sonra ayrılmalar başladı. İşi gücü olan için bir şey diyemem ama dışarda lak lak etmek için kısa tutma âdetine ben bir türlü ısınamadım!

Bu bağlamda hatimle namaz kıldıran görevlileri ve cemaatlerini kutlarım. 81 ilimizde yüzlerce camide hatimle teravih kılınmaktadır. Diğerleri her rekâtta bir ayet okuyup yarım saatten teravih kıldırırken hatimle kılınan teravihlerde her rekâtta bir sayfa okuduğu için bir saatten fazla sürer. Teravih de odur!

Teravihin bir de Enderun Usulü kılınması vardır ki ibadetin tadına varırsınız. Namaz aralarından farklı makamlarda ilahiler okunur imam da o makamla namaz kıldırır. Kulağınızın pası silinir, ruhunuz dinlenir ibadetin halavetini tadarsınız!

Fakat onda da mikrofon ve hoparlör işin tadını kaçırır.

Maalesef camilerimizdeki ses düzenleri bir türlü rayına oturmadı. Ayarsız ses düzeni, kulağı rahatsız ettiği gibi huzuru da kaçırıyor! Aşırı yüksek volüm, eko, yankı ve benzeri düzensizliklerin hâkim olduğu camilerde bazen imamın ne okuduğunu bile anlamıyorsunuz. Ya düzeni kuramıyorlar, ya mikrofon tutmasını beceremiyorlar, hoparlör eziyete dönüşüyor. İmamların müezzinlerin güzel sesleri ve tilavetleri ayarsız hoparlörde kaybolup gidiyor.

Ezanlar da öyle. Ezan okunduğunda dinleyenlerin kulak vermesi ve huzur bulması gerekir. Tam tersine kulakları patlatırcasına açılan hoparlör, ezanı da dinleyenler için işkenceye dönüştürüyor. Hele bitişik apartman nizamı olan sokaklardaki camilerin hoparlörleri, maalesef ezanı sevdirmiyor bir an önce bitmesi bekleniyor.

İtiraz eden de ezan düşmanı ilan edildiği için kimse sesini çıkarmıyor!

Oysa dinimizde sevdirmek esastır nefret ettirmek değil!

Bu hususta önceki Başkan Mehmet Görmez, çevreyi rahatsız etmeyecek ve insan sağlığına zarar vermeyecek şekilde ayarlanmasını içeren bir genelge yayınladı ama uygulanmadı. Ali Erbaş hoca da konuyla yakından ilgilendi ama yine çözüm olmadı.

Milyonlar harcanıyor muazzam camiler bina ediliyor ama ses düzeni pazarcı hoparlörü gibi çalışıyor!

Oysa çözüm çok basit, bir ses uzmanı getirip ezanı gürültü yönetmeliğine, cami içi sesi insan sağlığına uygun olarak ayarlatacak. O kadar!

Evvelki gün Fatih Camii'nde teravih kıldım. Bin pişman oldum. Ses düzeninin bozukluğu bir yana, imamın sesini boğacak düzeyde bir gürültü ortamında kıldık namazı.

İmamın sesini bastıracak gürültü camide koşuşturan oynayan ağlayan bağıran çocuk sesiydi. İmam namaza durmadan ikaz etti ama dinleyen kim. Namaz mı kıldık, gürültü mü dinledik bilemedim.

Camilere çocuk getirilmesi konusu da maalesef rayından çıkmış durumda. Cami ibadet yeridir. İbadet vaktinde camiye çocukları doldurup gürültü yaptırmak kimse kusura bakmasın, çocuk sevgisi falan değildir.

Namaz haricinde çocuklar oynasın, koşsun, bağırsın problem yok. Ama Allah'ın huzuruna durmuş cemaatin huzurunu bozacak çocukların camiye getirilmesi doğru değildir.

Ya cami adabı öğretilmeli, çocuğun ibadet süresince huzuru kaçırmayacak şekilde cemaate eşlik etmesi sağlanmalı ya da çocuklarına camiyi sevdirmek isteyenler namaz vakti haricinde getirmeliler.

Cemaatin namazı çocuğun oyunundan daha önemlidir. Kaldı ki Peygamberimiz huzuru kaçıracak 'Küçük çocukları ve mecnunları camilerden uzak tutunuz' buyurmaktadır.

Cemaat namaz kılarken bağırıp çağıran koşuşan çocuğunu acaba o baba tiyatroya ya da sinemaya götürebilir mi?

Götüremez. Oysa namaz ibadettir, tiyatro sinema eğlencedir!

Maalesef Cuma günü Fatih Camii'nde kıldığım teravihi neredeyse yarıda bırakacaktım, o derece gürültü bağırtı çağırtı vardı. Neredeyse imamın sesini bastıracak boyuttaydı.

Kimse yanlış anlasın istemem, çocukların camiye gelmelerine karşı değilim; onların huzuru kaçıracak kadar kontrol edilmemesini eleştiriyorum.

Çocuklar camilerin neşesi olmalıdır, gürültüsü değil!

Rahmetli Mehmet Şevket Eygi bu tür olumsuzlukları 'köylülük' diye anlatırdı.

Kumaş bu ne yapalım!