ORHAN ALİMOĞLU - ‘EHLİ DERT’ ŞAİR MEHMED ÂKİF’E DAİR - 22 Temmuz 2023 Cumartesi

ORHAN ALİMOĞLU - ‘EHLİ DERT’ ŞAİR MEHMED ÂKİF’E DAİR - 22 Temmuz 2023 Cumartesi

ORHAN ALİMOĞLU - ‘EHLİ DERT’ ŞAİR MEHMED ÂKİF’E DAİR - 22 Temmuz 2023 Cumartesi


Başlıktaki ehli dert terkibi, Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n Necât yani Mevlid’i Şerif’teki: “Sana lâyık kullarınla hem dem et/Ehli derdin sohbetine mahrem et” beytinden mülhemdir. Yani Âkif merhumun derdi, “Dîn ü devlet, mülk ü millet” derdidir. Çünkü bunlar sâlim olursa herkes selâmet ve huzur içinde olur.

Âkif merhum Devlet-i Âliye’nin sıkıntılı zamanında dünyaya gelmiş. Ve umumiyetle hüzünlü ama müstakim bir ömür sürmüş. Safahat’ında:

“Bana dünyaya çıkarken ‘batacaksın’ dediler / Çıkmadan batmayı öğren, ne kadar saçma hüner / Ye’si ezber bilirim, azmi yüzünden tanımam / Öğreten böyle öğretmişti, anladın mı imam?”

diye ahvalini nazmeder. Fakat kendisi İpekli Tahir Efendi gibi âlim, fâzıl bir babaya, Emine Şerife Hanım gibi nezahet, iffet, feraset sahibi bir anneye sahip olduğundan İslamiyet’in devam eden sahih, sağlam temiz damarını erken ve tam idrak eder.

Yıllar önce bir gazete veya dergide okuduğum Oğuz Atay merhumun şu tespiti de kayda değer: “Âkif gibi temiz, samimi, berrak, dürüst bir şahsiyet bu devirde zor bulunur. Peşin hükümle bizim sol taraf onu okumuyor. Ama sağ taraf okusa da anlamıyor gibime geliyor. Ve böyle müstesna bir zâta, kıymete yazık oluyor…” Oğuz Atay da dürüstlüğü ve berrak üslubuyla tanınan, zor tutunan ve kadr-u kıymeti az bilinen “Albayım, insanlık kucağımızda öldü.” diyen bir zat.

Âkif merhum gene bir şiirinde;

Viranelerin yascısı baykuşlara döndüm

Gördüm de hazanında bu cennet gibi yurdu

Gül devrini görseydim eğer bülbül olurdum

Yâ Rab beni evvel getireydin ne olurdu?” der.  

Bu hüzünlü sitemi; hem imanının, hem yakîninin, hem nazının tezahürü kabul edilmelidir. Hâkikaten çok zor zamanda gelmiştir. Buna rağmen çok müstesna dostlar edinmiş, kendisine düşen tebliğ ve neşir vazifesini mükemmelen yapmıştır. Devlet-i Âliye’nin parçalanma planlarının yapıldığı, dahilde de içtimai bir rehavet ve adem-i idrak sebebiyle tuzakların bozulamadığı bir devirdir.

Liselerde İstiklâl Marşı’nın kabulü ve Âkif merhumun vefatı yıl dönümleri münasebetiyle anma merasimleri yapılır. O merasimlerde çoğunlukla konuşma ve şiir okuma vazifesi bu fakire terettüb ederdi. Buraya yazdığımız beyit ve kıtalar o günlerden hafızamızda kalanlardır. Yeri gelmişken mühim bir hususa işaret etmek isterim. Bizim okullarda umumiyetle birçok konuyu sınava kadar veya mezuniyete kadar ezberlemek alışkanlığı var. Böyle olunca imtihandan sonra zihinler boşalıyor. Atasözüdür: “Boşa, şeytan arkadaş olurmuş” o zaman o boşalan yerlere faydalı lüzumlu olmayan malayani mahiyetinde şeyler doluyor.

Âkif merhum yine bir hazin hadise münasebetiyle:

“Üç beyinsiz kafanın râmına üç milyon halk

Bak nasıl doğranıyor kalk baba kabrinden kalk

Diriler koşmadı imdadına, sen bâri yetiş…

Arnavutluk yanıyor… Hem bu sefer çok müthiş

Baba! En sevgili annen, o senin öz vatanın

Olacak mıydı feda hırsına üç kaltabanın?

Dedemin sürdüğü, can ektiği toprak gitti...

Öyle bir gitti ki hem: Bir daha gelmez ebedî!

Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba?

Meşhed’in beynine haç saplanacak mıydı baba!

Nerde olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova...

Sen misin, yoksa hayâlin mi? Vefasız Kosova!

Hani binlerce mefâhirdi senin her adımın?

Hani sînende yarıp geçtiği yol "Yıldırım "ın?

Söyle, meşhed, öpeyim secde edip toprağını;

Yok mudur sende Murâd´ın iki üç damla kanı?

Türk Arapsız yaşamaz, kim ki yaşar der delidir

Arabın, Türk ise hem sağ gözü hem sağ elidir

Veriniz baş başa; zîrâ sonu hüsrân-ı mübin:

Ne hilafet kalıyor ortada billâhi, ne din!

Bunu benden duyunuz, ben ki evet Arnavudum...

Başka bir şey diyemem... İşte perişan yurdum!”

 

Âkif merhum söylediklerini hep uyandırmak, toparlanmak, zulme müstahak olmamak için söyler. Ve hep bir olgun Müslüman vasfıyla çareler gösterir. Nitekim Safahat’taki pek çok manzumesi, âyet ve hâdislerin şerhi mahiyetindedir. Pür ciddiyet ve samimiyet sahibi bir Müslüman olan Mehmed Âkif; “Kim Müslümanların derdini kendine mâl etmezse onlardan değildir.” Hadis-i şerifinin şerhinde şöyle bir hikâye anlatır:

“Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi

Saldırırmış ansızın, yaydan boşanmış ok gibi

Lâkin aşk olsun ki, aldırmazda otlarmış eşek

Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek

Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı

Hasmı derken çullanırmış yutmadan son lokmayı

Bir hakikattir bu şaşmaz bildiğin üslûba sok

Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok

Saygısızlık el verir bir parça olsun arlanın

Vakti çoktan geldi hem geçmektedir arlanmanın!”

Bu hikâyede çok ibret var, biraz dikkatle ders alınabilir. Âkif merhum keza ailenin ehemmiyetine dâir şöyle söyler ki anlamak isteyenlere yeterince açıktır:

“Biz ki her mevcudu yıktık, gayesiz bir fikr ile

Yıkmadık bir şey bıraktık… sade bir şey: Aile

Hangi bir bünyanı mahvettikte islâh eyledik

İşte viran memleket her yer delik her yer deşik.

Bunların tamiri kabil, olsa ciddiyet sebat

Lâkin Allah etmesin bir düşse şayet âilât

En kavi kollarla hatta kalkamaz imkânı yok

Kim ki kalkar der onun hayvan kadar izânı yok.”

Hiçbir öğrenci velisi, hiçbir hoca, hiçbir okur yazar gençlerimizin Âkif merhumun Safahat’ına, hatta İstiklâl Marşı’mızın tamamını anlamakta zorlanmasından, anlayamamasından memnuniyet duymaz, aksine üzüntü duyar. Onun için ailecek bir okuma anlama seferberliğine belki hemen Safahat’tan başlamalıyız. Bu işin kolaylığını anlatan Prof. Dr. Aykut Kazancıgil hocanın “her doğum bir mucizedir” adlı nehir söyleşi kitabında anlattığı şu anekdot ümit ve cesaret vericidir;

Aykut Hoca, ilk okul çağındadır. O zamanın lüks oyuncaklarından bir kayık istemektedir. Babası Ord. Prof. Dr. Tevfik Remzi Kazancıgil, bir şartla alırız der. Bir kitap var onu okursan alırız. Aykut Hoca kabul eder. Babası kitabı getirir. Ahmet Cevdet Paşa merhumun emsalsiz kitabı Kısas-ı Enbiyâ’nın orijinal metnidir. Aykut kitabı görünce efkârlanıp, düşünürken aile dostları Ord. Prof. Dr. Mükrimin Hâlil Yinanç Hoca ziyaretlerine gelir. Aykut’u efkârlı görünce meseleyi anlamak ister. Ve o iş kolay, bir abdest al gel, der. Beraber başlayalım. Nitekim hocayla birkaç aylık çalışma neticesinde kitabı okumaya muvaffak olur.

Buradan anlıyoruz ki en zor mevzuyu bile anlamak için (önce abdest) bir samimi ve gayretli talebe, bir işine aşık hoca, bir de onları destekleyecek aile lâzımdır.  

Âkif merhumu iyi anlayamayan bazıları onun aleyhinde olarak tasavvufa uzaklığını söylerler. Âkif, tasavvuf sanılan yanlış felsefi görüşlere karşıdır. Yakın dostum Fatim Gökmen hocanın ifadesiyle “Hâkiki tasavvufu bunlardan ayırırdı. Meselâ Gazâli’nin kudreti önünde eğilir ve Mevlâna’ya bayılırdı.” (Âlim bir dost Fâtim Gökmen s.51. Pendik Bld. Yay.)

Devletin çalkantılı yıllarında emin insanlarla temas kurar, dikkat ve gayretiyle iyi bir tahsil yapar. Ecdâdın “Bütün adam” yetiştirme tarzına uygun olarak hem veterinerlik hem tarih hem ilâhiyat ve bunlara bağlı içtimai ilimlere sahip olur. Bu sayede ilim irfan ahlâk ve haysiyet sahibi bir dost çevresi teşekkül eder. Babanzade Ahmet Naim, Fatim Gökmen, Hasan Basri Çantay, Eşref Edip, Neyzen Tevfik ve kardeşi Şefik Kolaylı, Raif Yelkenci gibi çok nadide dostlara sahip olur. Hayr’ül halefi diyebileceğimiz Sezai Karakoç, Nurettin Topçu, Ali Ulvi Kurucu, Vehbi Vakkasoğlu, M. Ertuğrul Düzdağ, A. Vahab Akbaş gibi zevatı kiramın hakkında yazdıklarını okumalı ve okutmalıyız. Özellikle de Hasan Basri Çantay’ın “Âkifnâmesi”ni ve Mithat Cemal’in “Mehmet Âkif”ini tavsiye ederiz. Keza Pendik Belediyesi’nin Ummana Dökülen Irmaklar – “Mehmet Âkif Ersoy’un dost çevresi” adlı külliyat yayını da bir kadirşinaslık örneği olmuştur. Kuşcubaşı Eşref’ten Ebül’ulâ Mardin’e, Hasan Basri Çantay’dan Ömer Rıza Doğrul’a, Fâtim Gökmen’e pek çok güzel insan hakkında hazırlanan cep kitapları çok istifâdeli olmuştur.

Âkif merhum İstiklâl marşımıza “Korkma” diye başladığına göre her hâl ve şartta ümit şevk ve cesaret vermeye devam eder. Şu beyti de unutulmamalıdır:

“Ye’is öyle bir bataktır ki düşersen boğulursun

Ümmide sarıl sımsıkı seyret bak ne olursun

Allah’a dayan saye sarıl hikmete ram ol

Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.”

Âkif merhum Sadi-î Şirazî, Hafız-î Şirazî ve Fahreddin Râzî hazeratına da meftundur. Fahreddin Razî Hz. gençliğinde çok afacan, zabtı zor bir âdemmiş. Şehrin hakîmi onun alnına Hâr-ı Râzî dövmesi yaptırmış. Bir müddet sonra toparlayıp akıllanınca bu yazıyı bir F harfi ilavesiyle Fahri Râzî’ye (Râz şehrinin kendisiyle iftihar ettiği) çevirmiş. R.Nuri Güntekin’in Miskinler Tekkesi romanında böyle hoş bir anekdot var. Âkif merhum, Fahreddin Razî başlıklı manzumesinde şöyle anlatır;

“Nâmı sernâme-i manzumem olan Fahreddîn

Yedi yüzyıl kadar olmuş, olalı huld-güzîn

Elli altmış sene tahsil ile uğraşmışken

Hikmetin, mârifetin gâyetini aşmışken

O dehâsıyla, o fazlıyla diyor kim “Eyvah!

Olduğum var ise ömrümde nihâyet âgâh

Sâde mâhiyet-i aczimden ibâret kalıyor!

Anlaşılmaz hele binlerce hakîkat kalıyor

Hâke ric’at ediyor gerçi bu fânî ecsâd

Hangi yer olsa gerektir fakat ervâha me’âd?

Öyle pek nâmütenâhi değil idrâk-i beşer

Halli matlûp mesâil ise bitmez, o biter!

Ter gelir hiç yürümez sendeki ilm-i ma’kûl

Orda kösteklidir ikdâm-ı terakki-i ukûl

Âh yetmiş iki yıl dâim olan devr-i hayât

Bana bir fâide bahş etti mi sandın? Heyhât!”

Biri gelmiş yanına kendi ehibbâsından

Hazret’in hâlini gördükte ma’al-istiğrâb

Sormuş esbâbını almış bakınız böyle cevâb:

“Tam otuz yıl ki hak?kat diye neşr eylediğim

Bir mühim mes’eleden şimdi hab?r oldum kim

Başka bir türlü imiş ben hatâ eylemişim

Anladım zannederek anlamadan söylemişim!

Ye’si ta’dil ne mümkün, bana durmak ne demek!

İşte mahvoldu bir anda o kadar yıllık emek!

Ya bugün hak görünen şeyde nedir elde senet?

Ki yarın olmayacak böylece şayeste-i red

Sıyt-ı irfânı semâlarda gezen Fahreddin

Görerek aczini olmakta iken ser-be-zemin

Ne bu tavrın, ne bu va’zın senin ey gerden-keş

Üç buçuk söz ile allâme mi oldun a gebeş!

Ne küçük der, ne büyük der, ne selef der, ne halef

Sâde tahk?re yürürsün bu mudur sence şeref!

Niçin eslâfı muhakkar görelim ey ahlâf!

Biraz insaf gerektir bize insaf, insaf! beyitleri de gençlerimizin hafızasına nakşedilmelidir. Müdekkik, muhakkik, mütefekkir ve hâllal-i müşkilât hocalarımızdan Ahmet Güner Sayar’ın “Siyaset ve velâyet penceresinden Mehmet Âkif” isimli makalesi ile emsali makaleleri okunabilse ne güzel olur. Delikanlı kız ve oğlanlar için bir de lügatçe – küçük sözlük koyalım dedik.

Muhabbet merhamet, adalet talibi ve mübessibi ve hissi selim sahibi aziz Âkif merhumun şu beytiyle yazımızı bitirelim:

Oku sana bir hisli yürek lazımsa

Oku zirâ onu yazdım iki söz yazdımsa

 

Mehmet Âkif merhumu ve bütün göçen dostlarını minnet, hürmet, muhabbet ve rahmetle yâd ederiz. Hayatta olanlara da sıhhat ve afiyette hayırlı uzun ömür dileriz.

 

lügatçe – küçük sözlük:

adem-i idrâk: idrak yokluğu

ahlaf: sonra gelenler

ecsad: cesetler

ervah: ruhlar

esbab: sebebler

eslâf-ı muhakkar: Hakir görülen selefler.

gerden-keş: inatçı, asi.

hâk: toprak

huld: cennet

ehibba: ahbaplar

ikdâm-ı terakki-i ukul: sebatkâr, ileri akıl

istiğrâb: Hayret etme, garibine gitme.

matlup: talep edilen

mesail: meseleler

me’âd:  ahiret, sonu

meşhed: şehitlik

sıyt-ı irfân: irfanıyla şöhretli

selef, halef: önceki, sonraki

serbezemin: başı eğik

sernâme: başlık

şayeste-i red: reddedilmeye layık

terettüb: üzerine düşen vazife

terkip: birleştirme

Ye’si ta’dil: üzüntüyü gidermek

 

 

https://www.dunyabizim.com/ehli-dert-sair-mehmed-kife-dair-makale,2944.html