ORHAN ALİMOĞLU - TAHİRÜ’L MEVLEVÎ HAZRETLERİNE MİNNET VE ŞÜKRANLA (1294/1951) - 19 Haziran 2023 Pazartesi

ORHAN ALİMOĞLU - TAHİRÜ’L MEVLEVÎ HAZRETLERİNE MİNNET VE ŞÜKRANLA (1294/1951) - 19 Haziran 2023 Pazartesi

ORHAN ALİMOĞLU - TAHİRÜ’L MEVLEVÎ HAZRETLERİNE MİNNET VE ŞÜKRANLA (1294/1951) - 19 Haziran 2023 Pazartesi


70’li yıllarda Ankara Hukuk’ta talebe idik. Ulus’ta Hacı Bayram, Sıhhiye’de Zafer Çarşısı, Maltepe’de MEB Yayınevi, Samanpazarı’nda TTK ve bir toptan kitap satıcısına sık sık uğrar, fazla paramız olmadığından kitaplara bakmakla yetinirdik. Samanpazarı’ndaki akitapçıda güzel bir baskısı olan Şerh-i Mesnevi Tahirü’l Mevlevî isimli kitapta (14 cilt) gözümüz kalır, inşallah bir gün alabiliriz derdik.

1975 yılında talebe iken memuriyet nasip oldu. İlk maaşlarımızdan göz koyduğumuz epey kitaba sahip olduk. Memuriyet devam ederken fakülteden mezuniyet nasip oldu. 20 gün yıllık izin alıp bekar evinde mesnevi okumaya başladık. Nasıl bir zevk ve şevkle dışarıya çıkma ihtiyacı duymadan yarıdan çoğunu okumuş olduk. Ama bu Tahirü’l Mevlevî tercümesi ve şerhi bir kere okumakla tamam denecek bir eser değildi. Tekrar tekrar okunmalıydı. Onun için her tayin olduğumuz yere götürdük ve tekrar okumaya, meraklılara duyurmaya gayret ettik.

Aynı kitabevinden satın aldığımız Müslümanlıkta İbadet Tarihi (Bahari Yay.) adlı nadide eserini de zevkle okumuştuk. 20 Haziran 1951 olan hamuşana göç tarihini hatırlayınca, kadirşinaslık vazifesi olarak kısa bir şükran yazısı kaleme alalım dedik. Hz. Mevlana ve Tahirü’l Mevlevî yolunun aziz takipçilerinden Dr. Emin Işık hocamız, vefatından kısa süre öncesine kadar Sakarya Serdivan Fikir Sanatta, Şerh-i Mesnevi (T. Mevlevî) sohbetlerine devamla bizleri zevkiyâb etmişti.

İkinci baskısı olan 1971 tarihli bu esere, merhum Âmil Çelebioğlu hocamızın da hocası olan Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan bir tebrik ve teşekkür yazısı yazmış. Ondan bir bölümü nakletmenin okuyuculara da zevk vereceğini düşündük:

“Konyalı münevver bir genç, merhum Tahir Olgun’un mesnevi tercüme ve şerhini tab’a başladıklarını bana müjdelediği zaman ne kadar sevindim. Bugünün gençliği artık bu muazzam eseri okuyabilecek, üzerinde düşünmek imkânını elde edecekti. Bu hakikaten mübarek bir teşebbüstü. Senelerden beri Konya’da Mevlana için tertip edilen ihtifaller, en payidar ve en olgun semeresini şimdi veriyordu.

Kanaatimce şark, Mevlana’yı kâfi derecede tanımamıştır. Ve bunda mazurdur. Çünkü Mevlana, beşerin görüş hudutlarını aşan bir irtifadır. Yalnız, itiraf etmeli ki garp, Mevlana’yı hakikaten anlamaya çalışıyor. Ve buna ihtiyaç hissediyor. Ve ona yaklaşanlar hidayete eriyor.

Hidayete eriyor diyorum. Bu hidayet ya hem şekil ve hem ruh veya sadece ruh bakımından olur. Yalnız şeklen ve ismen müslüman, eğer onun ruhunu kendine sindirmemişse, hakiki Müslümanlığa çok uzaktır. İnsan belki kendi kendisini aldatır, fakat Allah ve Resulünu aldatmak kâbil midir?

Mevlana’da hakiki Müslümanlık belâgatın en yüksek derecesi ile ifade edilmiştir. Ve bu müslümanlık şeklin değil, mânânın Müslümanlığıdır. Aziz Tahir Olgun, Türk gençliğine hediye ettiği parlak istikbâlin nurları içinde ebediyen yaşasın”

Üstad Tahirü’l Mevlevî ârif, zarif, nüktedan ve ne yazsa zevkle okunacak zevattandır. Kadirşinas nâşirlerimizden Büyüyenay Yayınları sahibi Mustafa Kirenci bey üstadın bir çok eserini zevkli baskılarla neşretmektedir. Kendisine minnettarız. Kezâ kitabın girişinde merhum Nurettin Topçu hocamızın “Tasavvufun Merhaleleri ve Mevlana” adlı mütefekirâne bir makalesi var. Ondan da bir miktar iktibas yapalım…

“Mevlana Celâleddin’in birçoklarının meftun olduğu sanatkar tarafı onun zahiridir. Ahenk ile kafiyenin, güzel söz ile göz yaşının muhteşem terkibi olan sanat, kabuktaki parıltıdan ibarettir. Ancak halk kitlesi şöhrete düşkün olduğundan, şiirde de sanat taassubunu hakim olarak vahdet deryasının bütününden ayrılmaz damlası olan Hz. Mevlana’yı büyük şair diye övmek adet olmuştur. Güneşi güzel bir şamdan gibi yıldızları birer inci tanesi halinde tasavvur etmekten hoşlanan gözlerimiz her büyüklükte bir sanat arıyor. Sonsuzluğu bile sanat ölçüleri ile düşünebiliyoruz. Tasavvufta sanat, olsa olsa dervişin değneğidir. Biz onun dervişliğini bu değnekle anlıyoruz. Mevlana’nın dini tecrübeyi bütün derinliği ile yapmış bir mtasavvıf olduğunu düşünmek, onu gerçek çehresi ile tanımak olacaktır. Tasavvuf, esasında bir ahlaki temizlenme yoludur. Bu temizlenme işi, insan olan varlığımızdan hareket ederek Allah’a kadar götüren bir yolculuğun sonucudur. Bu yolculuk, sonu olan varlığın daha yaşarken sonsuzluğa atlayışıdır; fenâdan bekâya sıçrayışıdır.

Ruh dünyasında tam manasıyla bir atletizm denebilecek olan bu sıçrayış, gelişigüzel yapılan bir hamle ile olmuyor. Onun adabı, erkânı, usülü vardır. Tasavvufun insan olan varlığımızdan çıkarıp, Allah’a yaklaştıran, bazılarının tabiriyle Allah’la birleştiren hareketleri üç safhadan geçmek suretiyle yapılmaktadır. Birincisi hazırlık safhasıdır. Bu, tasavvufun riyâzat ve ferâgat devresidir. Allah yolcusu, bu hazırlanmada terk veya inkâr basamaklarını atlayacaktır. Kendinde dünya yükü diye ne varsa hepsini birer birer ve şuurlu bir teslimiyetle terk edecektir”...

Mesnevi şerhinin 1. cildi başındaki, Ali Nihat hocanın iki sayfalık, Topçu hocanın ve yayıncılardan Sâdi Aytan’ın dörder sayfalık edebi felsefi makaleleri zevkle okunabilir. Biz nakilân-ı âsâr vazifesi yaptığımızdan, mesnevi şerhinden de bir kaç beyit dercediyoruz.

1.Beyit       Bişnev ez ney çün şikâyet mî küned

                   Ez cüdâyîhâ hikâyet mî küned

“Şu ney’in ve nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun nevâsı ayrılık hikâyesidir” diye intişâr ve iştihâr etmiş olan bu beytin yazma ve eski nüshalara muvâfık şekli böyledir.

Hz. Pîr’in kitâb-ı münîfine (Bişnev) yani “dinle” emriyle başlamış olmasını tevcih için şârihler birçok söz söylemişlerdir. Onların hepsini nakle zemin u zaman müsait değildir. Şu kadar söylenilebilir ki, tasavvufta şart-ı âzam ve sebebi akdem: Söylemek değil, dinlemektir.

Gör zâhidi kim sahib-i irşad olayım der,

Dün mektebe vardı, bugün üstad olayım der.

meşrebinde bulunanlar, dinleyemedikleri için öğrenemezler. Sûrî ilimler gibi manevi marifetler de kulak vasıtasıyla fem-i muhsinden telakki olunur. Hz. Musa’ya vâki olan tecelli-i kelâmide: Yâni: “Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle” (Taha süresi) buyrulmuştu. Enbiya ve evliya hazeratının yüksek sözleri mahz-ı nasihattir. Onlardan feyiz alabilmek için insanda işitir kulak ve müteessir olur kalp bulunmalıdır. Tufanda helâk olanlar, Hz. Nuh’un davetine karşı kulaklarını tıkayanlar idi. 

4. Beyit      Herkesi kû dûr mand ez asl-ı hîş

                  Bâz cûyed rûzgâr-i vasl-ı hîş

“Aslından vatanından uzaklaşmış olan kimse, orada geçirmiş olduğu zamanı tekrar arar.”

İnsanın doğup büyüdüğü hoşça demler sürdüğü yeri arayıp özlemesi tabiatı icabıdır. Bu özlemenin ilerlediği sıla hastalığı hâline geldiği de vâkîdir. Vatan muhabbeti denilen, hakkında her türlü fedakârlık ihtiyar edilen hiss-i necib, incizâb hâletinin tezâhüründen başka bir şey değildir. Bir adamın doğmuş büyümüş olduğu iki evli bir köye bile ne kadar merbut olduğu, fırsat bulunca sılaya gitmek o mütevazi köyceğizi görmek düşüncesinden hâli kalmadığı herkesin malumudur. Bu hâl düşünülmeli de, yüksek bir ruhun, hassas bir kalbin vatan-ı aslî menşe-i ezelîye ne kadar müştak ve mütehassir bulunacağı ondan istidlâl edilmelidir.

Şeyh Sâdî merhum bir gazelinin matta’ında: “Ey Sâdî; vâkı’a (hub-ül-vatanı min-el iman ) yani: “Vatan muhabbeti imandan gelir” hadisi sahihtir. Lâkin ben burada doğdum diye insanın tevellüd ettiği yerde hakaretle övmesi doğru değildir” demiştir. Şeyhin bu sözü söylemesi hadisteki (vatanı), (menşe-i aslî) mânâsına almış; muhabbeti, imandan olan vatanın burası değil orası olduğunu anlatmak istemiş olmasındandır. Yoksa kendisi kırk sene seyahat etmiş bir ârif-i cihângerd olduğu halde, memleketi olan Şiraz’a dönmüş, son zamanlarını orada geçirip vatan toprağına gömülmüştür.

14. Beyit    Mâhrem-i in hûş cüz bihûş nizst

                   Mer zebanrâ müşteri cüz gûş nist.

“Dile kulaktan başka müşteri olmadığı gibi, maneviyatı idrak etmeye de bihuş olandan başka mahrem yoktur. “

Akl-ı; (meaş) ve (mead) namıyla ikiye ayırmışlardır. Akl-ı meaş: dünya işlerine vakıf olan idraktir ki: “Dünya işlerini siz daha iyi bilirsiniz” hadis-ı şerifiyle buna işaret buyurulmuştur.

Akl-ı mead: ahiret ve aslına avdet umurunu arif olan idraktir. Bunun inceliğini akl-ı meaş kavrayamaz. Onun içi Hz. Mevlana akl-ı mead erbabı olan evliyâullahın sözlerini akl-ı meaş sahibi anlayamaz, diyor. O sözleri akl-ı meaştan tecerrüt eylemiş olanların kavrayabileceğini söylüyor. Fakat (Akl-ı meaştan tecerrüd eylemiş) sözü yanlış anlaşılmasın; deli olmuş değil, yakasını aşkın pençesine kaptırmış olanlar murad ediliyor. Bunu temsil için de söyleyen dile, ancak dinleyen kulağın müşteri olacağını; yânî göz, burun, el, ayak gibi aza içinden yalnız kulağın, lisandan çıkan kelimeleri idrak eyleyebileceğini bildiriyor.

18.Beyit     Der neyâbet hâl-i puhte hîç ham

                  Pes sühan kütâh bâyet vesselâm

“Ham ervah olanlar, pişkin ve yetişkin zevatın halinden anlamazlar. O halde sözü kısa kesmek gerekdir vesselâm. “

Yani “Kâmili, kâmilden başkası anlamaz. Ta ki seyr u sülûku onun mertebesine erişmeyince” demişlerdir.

                  Kadr-î sühan-î şâiri şâir bilir ancak;

                  Rûhülkudüsün sırrı Sirafîl’e ıyandır.

Bir ilmi meslek ashabının değil, basit ve adi bir sanat erbabının bile sanata müteallik sözlerini o sanata hizmet etmemiş olanlar anlayamazlar. O lisanı anlayabilmek sanatlarına intisab ve hizmet ederek onlar gibi olmaya mütevakkıftır. Tasavvuf meslekinin ince nüktelerini, sofiye hazeratının manası pek derin sözlerini idrak edebilmek de, o mesleki celile bir kâmil vasıtasıyla intisab etmekle olur. Zaten tasavvuf; sözle değil, hal ile ilgili bir meslekdir.

Mesnevi’nin (bişnev) emriyle başlayan birinci beytinden buraya kadar olan 18 beyit bizzat Mevlana’nın kalemiyle yazılmış, bundan sonrakiler ise Mevlana tarafından söylenilmiş ve Hüsamettin Çelebi tarafından yazılmıştır.” 1.nci cildin başında üstadın 60 eserinin isim listesi vardır.

Nâşirlerden Sâdi Aytan: “İlmi hayatına gelince: Merhum, bizdeki erbab-ı kalemin ekserisi gibi hudayinabit olarak yetişmiş ve malumatını zati mesaisi ile elde etmiştir. Arabi ve Farisiyi iyi bilirdi, bilhassa Farisinin bütün inceliklerine vakıftı. Fransızcayı da kendi kendine öğrenmiş, birçoğumuzun yapamayacağı kuvvette tercümeler yapmıştır. Fransız edibi Telemaq’ın “feneon” ismindeki meşhur eserinin (mahfel) mecmuasında neşronulan kısımları bunu pek güzel ispat etmektedir. Kendisinin dediği gibi: Tercüme edilmiş bir eserde tercüme kokusu bulunmamalıdır” dediğini nakletmektedir.

Meşhur kelâmdır, Yahya Kemal merhum “Bizim Türkler Viyana’ya pilav yiyip Mesnevi dinleyerek gittiler” demiş. Erzincanî Salih Baba (v.1915) Divanında;

Hem Zebur İncîl ü Tevrat ile Furkân Suhuf
Cümlesinin müşkülâtın tercümandır Mesnevî

Gaflet ehline hikâye arife ilm-i ledün
Akl-ı küllün mazharı rûhü'l-beyândır Mesnevî

Leblerin açtıkça şahım mest olur mestâneler
Canlara verir hayâtı câvidândır Mesnevî

Kezâ Konyalı Veysel Öksüz merhum (v.1993):

“Mesneviyi çok oku

Kuran’ın bir şerhi bu

Manada yok hududu

Hak dostu yazan kızım/ kuzum” diyor.

Bu mütevazi satırlar üstad Tahirü’l Mevlevî vesilesiyle Mevlânâ’yı, sahabe-i kiramı, Resulullah'ı ve nihayetinde Allah’ı bilme -bulma arzu iştiyak ve zevkinin ziyadeleşmesine sebep olursa bahtiyar oluruz.

İsm-i şerifi geçen azizanı hürmet, muhabbet ve rahmetle yad ederiz. Himmetleri (manevi yardımları) hazır ola.

 

https://www.dunyabizim.com/tahirul-mevlev-hazretlerine-minnet-ve-sukranla-12941951-makale,2912.html