OREN ZİV - "HER EVİ YAĞMALAYIN VE ÇIKARKEN YAKIN" - 09 Temmuz 2024 Salı

OREN ZİV -

OREN ZİV - "HER EVİ YAĞMALAYIN VE ÇIKARKEN YAKIN" - 09 Temmuz 2024 Salı


Haziran ayı başında Al Jazeera, “yargısız infaz” olarak nitelendirdiği bir dizi video yayınladı. İsrail askerleri Gazze Şeridi’ndeki sahil yolu yakınlarında yürüyen birkaç Filistinli’yi üç ayrı olayda vurarak öldürdü. Her bir olayda Filistinliler silahsız görünüyorlardı ve askerler için herhangi bir tehdit oluşturmuyorlardı.

Kuşatma altındaki bölgede gazetecilerin karşılaştığı ciddi kısıtlamalar ve hayatlarının sürekli tehlike altında olması nedeniyle bu tür görüntülere nadiren rastlanır. Ancak Al Jazeera’nın paylaştığı ve herhangi bir güvenlik gerekçesi olmadığı anlaşılan bu infazlar, geçtiğimiz aylarda Gazze’deki aktif görevlerinden terhis edilmelerinin ardından +972 Dergisi ve Local Call’a konuşan altı İsrail askerinin ifadeleriyle tutarlı.

Savaş boyunca Filistinli görgü tanıkları ve doktorların ifadelerini doğrulayan askerler, siviller de dahil olmak üzere Filistinlilere neredeyse “keyfi olarak ateş açma yetkisine” sahip olduklarını anlattılar.

İsminin açıklanmaması koşuluyla konuşan biri hariç altı kaynak, İsrail askerlerinin Filistinli sivilleri sırf ordunun “girilmesi yasak bölge” olarak tanımladığı bir alana girdikleri için nasıl infaz ettiklerini anlattı. İfadeler, çürümeye ya da başıboş hayvanlar tarafından yenmeye terk edilen sivil ölülerle dolu bir manzara resmi çiziyor; İsrail ordusu bunları yalnızca uluslararası yardım konvoyları gelmeden önce gizliyor, böylece “çürümenin ileri aşamalarındaki insanların görüntüleri ortaya çıkmıyor”.

Askerlerden ikisi, Filistinlilerin evlerini işgal ettikten sonra ateşe vermeye yönelik sistematik bir politika izlendiğini ifade etti.

Röportaj veren askerlerin bir çoğu, kısıtlama olmaksızın ateş edebilmenin askerlere stres atma ya da günlük rutinlerinin sıkıcılığını hafifletme fırsatı verdiğini anlattı. Kuzey Gazze’de görev yapan yedek subay S. “İnsanlar savaşı tam anlamıyla yaşamak istiyor. Ben şahsen sebepsiz yere denize, kaldırıma ya da terk edilmiş bir binaya birkaç kurşun sıktım. Bunu ‘normal ateş’ olarak rapor ediyorlar, bu da ‘sıkıldım, bu yüzden ateş ediyorum’un kod adı.”

1980’lerden bu yana İsrail ordusu, Yüksek Adalet Divanı’na yapılan çeşitli başvurulara rağmen açık ateş yönetmeliğini açıklamayı reddediyor. Siyaset sosyoloğu Yagil Levy’ye göre, İkinci İntifada’dan bu yana “ordu askerlere yazılı angajman kuralları vermedi”, bu da sahadaki askerlerin ve komutanlarının inisiyatifine çok şey bıraktı. Kaynaklar, 38,000’den fazla Filistinlinin öldürülmesine sebep olmanın yanı sıra, bu gevşek direktiflerin son aylarda dost ateşiyle öldürülen asker sayısının yüksek olmasından da kısmen sorumlu olduğunu ifade etti.

Taburunun komuta merkezi de dahil olmak üzere aylarca Gazze’deki düzenli kuvvetlerde görev yapan bir başka asker olan B., “Tam bir harekât özgürlüğü vardı. Eğer küçük bir tehdit hissi bile varsa açıklamaya dahi gerek yok, sadece ateş ediyorsunuz. Böyle durumlarda havaya değil, vücuda ateş etmek caizdir. Genç bir kızı, yaşlı bir kadını, kısacası herkesi vurmak caizdir.”

B. Kasım ayında Gazze Şehrinin Zeytun mahallesi yakınlarında bulunan ve yerinden edilmiş Filistinliler için barınak olarak kullanılan bir okulun tahliyesi sırasında askerlerin birkaç sivili öldürdüğü bir olayı anlatmaya devam etti. Ordu tahliye edilenlere askerlerin konuşlandığı sağ taraf yerine sol tarafa, denize doğru çıkmalarını emretti. Okulun içinde bir çatışma patlak verdiğinde, ortaya çıkan kargaşada yanlış yöne sapanlara hemen ateş açıldı:

“Hamas’ın panik yaratmak istediğine dair istihbarat vardı. İçeride bir çatışma başladı; insanlar kaçıştı. Bazıları sola denize doğru kaçtı, ama bazıları da sağa kaçtı, aralarında çocuklar da vardı. Sağa kaçan herkes öldürüldü, yaklaşık 15 ila 20 kişi. Bir yığın ceset vardı.”

“Filistinliler içeri girdiğimizde kaçmaları gerektiğini öğrendiler.”

B., Gazze’de sivilleri savaşçılardan ayırmanın zor olduğunu söyleyerek Hamas üyelerinin genellikle “silahsız dolaştıklarını” iddia etti: 

“16 ila 50 yaş arasındaki her erkeğin terörist olduğundan şüpheleniliyor.

Etrafta dolaşmak yasak ve dışarıda olan herkes şüpheli. Pencereden bize bakan birini görürsek, o bir şüphelidir. Ateş edersiniz. Ordunun algısı, halkla herhangi bir temasın kuvvetleri tehlikeye attığı ve herhangi bir koşulda askerlere yaklaşmanın yasak olduğu bir durumun yaratılması gerektiği yönünde. Filistinliler içeri girdiğimizde kaçmaları gerektiğini öğrendiler.”

Gazzelilerin olmadığı veya terk edilmiş gibi görünen bölgelerde bile askerler “varlık gösterme” olarak bilinen bir prosedürle yoğun bir şekilde ateş ediyorlar. S., asker arkadaşlarının “sebepsiz yere bile çok ateş ettiklerini – ateş etmek isteyen herkes, sebebi ne olursa olsun ateş eder” şeklinde ifade verdi. Bazı durumlarda bunun “insanları saklandıkları yerlerden çıkarmak ya da varlık göstermek için” yapıldığını belirtti.

Gazze Şeridi’nde görev yapmış bir başka yedek asker olan M., bu tür emirlerin doğrudan sahadaki bölük veya tabur komutanlarından geldiğini açıkladı: “Bölgede başka İsrail ordusu güçleri olmadığında ateş etmek çok sınırsız, deli gibi. Sadece hafif silahlar da değil: makineli tüfekler, tanklar ve havan topları.”

M., üst rütbeli askerlerden emir gelmemesine rağmen sahadaki askerlerin sık sık kendi başlarına hareket ettiklerini ifade etti. “Normal askerler, astsubaylar, tabur komutanları, ateş etmek isteyen düşük rütbeli askerler, izin almaksızın ateş açabiliyorlar.”

S., koruma alanında konuşlanmış bir askerin, yakınlarda dolaşan bir Filistinli aileyi vurduğunu telsizden duyduğunu hatırlıyor: “İlk başta, ‘dört kişi’ diyorlar. Bu, iki çocuk ve iki yetişkin oluyor ve sonunda bir erkek, bir kadın ve iki çocuk olarak değişiyor. Resmi kendin oluşturabilirsin.”

Bu soruşturma için röportaj yapılan askerlerden sadece biri ismiyle tanımlanmak istedi: Geçen yıl Kasım ve Aralık aylarında 55. Paraşütçü Tugayı’nda görev yapan 26 yaşındaki yedek asker Kudüs’lü Yuval Green. Green, kısa süre önce 41 yedek askerle birlikte Gazze’de görev yapmayı reddettiklerini belirten bir mektuba imza attı. 

Green, +972 ve Local Call’a verdiği röportajda “Mühimmat konusunda hiçbir kısıtlama yoktu. İnsanlar sadece sıkıntıdan ateş ediyorlardı.” dedi…

Green, Aralık ayında Hanuka bayramı sırasında meydana gelen bir olayı anlattı: “Bütün tabur aynı anda havai fişek gibi ateş açtı, parlak ışık üreten mühimmat da dahildi. Çılgın bir renk oluşturdu, gökyüzünü aydınlattı ve Hanuka ‘ışıklar bayramı’ olduğu için sembolik hale geldi.”

C., Gazze’de görev yapan başka bir asker, silah sesleri duyduklarında diğer bir İsrail askeri birimi olup olmadığını öğrenmek için telsizle iletişime geçtiklerini ve eğer başka bir birim yoksa ateş açtıklarını açıkladı: “İnsanlar, tüm güçleriyle istedikleri gibi ateş ediyorlardı.” Ancak C.’nin belirttiği gibi, sınırsız ateş açmak, askerlerin dost ateşi riskiyle karşı karşıya kalmasına yol açıyordu. C., bu durumu “Hamas’tan daha tehlikeli” olarak tanımladı. 

“Birden fazla kez, İsrail ordusu bizim doğru ateş açtı. Cevap vermedik, telsizden kontrol ettik ve kimse yaralanmadı.”

Bu yazının yazıldığı sırada, kara harekatının başlamasından bu yana Gazze’de 324 İsrail askeri öldü, bunlardan en az 28’i orduya göre dost ateşi sonucunda öldü. Green’in deneyimine göre, bu tür olaylar askerlerin hayatını tehlikeye atan “ana mesele” idi: “Oldukça fazla dost ateşi vardı; bu beni deli ediyordu,”

Green’e göre, angajman kuralları da rehinelerin kaderi hakkında derin bir kayıtsızlık gösteriyordu: “Tünelleri patlatma yönteminden bahsettiler ve eğer içeride rehineler varsa, onları öldüreceğini düşündüm.” Aralık ayında Şucaiye’de beyaz bayrak sallayan üç rehineyi Filistinli sanarak öldüren İsrail askerlerinden sonra, Green öfkelendi, ancak “Yapabileceğimiz bir şey yok. Komutanlar, prosedürleri keskinleştirerek ‘Dikkat etmeli ve hassas olmalısınız, ama aynı zamanda bir savaş bölgesindeyiz, tetikte olmalıyız’ dediler.”

B., Şucaiye’deki kazadan sonra, ordunun “emirlere aykırı” davrandığını söylediği olayın ardından, açık ateş talimatlarının değişmediğini doğruladı: “Rehineler konusunda belirli bir yönergemiz yoktu. Ordunun üst kademeleri, rehinelerin vurulmasından sonra sahadaki askerleri bilgilendirdiklerini söylediler. Ama bizimle konuşmadılar.” 

O ve yanındaki askerler, olaydan iki buçuk hafta sonra, Gazze’den ayrıldıktan sonra rehinelerin vurulmasını duydular.

Green bunun hakkında “Diğer askerlerden rehinelerin öldüğü, şanslarının olmadığı, terk edilmeleri gerektiği yönünde ifadeler duydum. Bu beni en çok rahatsız eden şeydi… ‘Rehineler için buradayız’ demeye devam ediyorlardı, ama savaşın rehinele zarar verdiği açıktı. O zaman düşüncem buydu; bugün bu doğru çıktı.” dedi.

“Bir evi yıktığımızda veya ateş ettiğimizde kimse gözyaşı dökmezdi.”

Ordu Operasyon Direktörlüğü’nde görev yapan A. adlı bir subay, tugayının operasyon odasının, Gazze dışından savaşın koordinasyonunu sağlayan, hedefleri onaylayan ve dost ateşini önleyen, sahadaki askerlere iletmek için net açık ateş emirleri almadığını ifade etti: “İşin içine girdiğiniz andan itibaren, hiçbir zaman bir bilgilendirme yapılmıyor. Askerlere ve tabur komutanlarına iletmemiz gereken talimatlar yukarıdan gelmiyordu.”

İnsani yardım yolları boyunca ateş edilmemesi talimatlarının olduğunu belirtti, ancak başka yerlerde, “başka bir direktif olmadığında, boşlukları dolduruyorsunuz. Yaklaşım şu: ‘Eğer orada yasaksa, burada serbesttir.’”

A., “hastaneler, klinikler, okullar, dini kurumlar ve uluslararası örgütlerin binaları” gibi yerlere ateş etmenin daha yüksek yetkilendirme gerektirdiğini açıkladı. Ancak pratikte, “Ateş etmeyin talimatı aldığımız durumları bir elin parmaklarıyla sayabilirim. Hassas şeyler söz konusu olduğunda bile, onay sadece bir formalite gibi geliyor. Operasyon odasındaki ruh hali, ‘Önce ateş et, sonra soruları sor’ idi. Bu fikir birliğiydi… Bir evi yıktığımızda veya ateş ettiğimizde kimse gözyaşı dökmezdi.”

A., İsrail askerlerinin, Gazze’nin işgal altındaki “ölüm bölgeleri” ile ilgili Haaretz soruşturmasına uygun olarak, operasyon alanlarına giren Filistinli sivilleri vurulduğunu bildiğini ifade etti: “Varsayılan bu. Hiçbir sivil bölgede olmamalı, bakış açısı bu. Birini bir pencerede gördüğümüzde bile ateş edip öldürdük.” 

A., raporlardan genellikle askerlerin Hamaslıları mı yoksa silahsız sivilleri mi vurduklarının belli olmadığını ekledi.

Ancak bu kurbanların kimliği konusundaki belirsizlik, A.’ya göre, Hamas üyeleri öldürüldüğüne dair askeri raporlara güvenilemeyeceği yönündeydi: “Savaş odasındaki his, yumuşatılmış bir versiyondur, öldürdüğümüz her kişiyi terörist olarak saydık,” 

“Amaç, o gün kaç terörist öldürdüğümüzü saymaktı. Her asker ‘büyük adam’ olduğunu göstermek ister. Algı da tüm erkeklerin terörist olduğu yönündeydi. Bazen bir komutan aniden rakamlar isterdi ve sonra Subay, tugaydan tugaya giderek askeri bilgisayar sistemindeki listeyi gözden geçirip sayardı.”

A.’nın tanıklığı, bir tugayın başka bir tugayın operasyon alanındaki Filistinlileri öldürdüğü bir drone saldırısıyla ilgili İsrailli Mako medya kuruluşundan gelen yakın tarihli bir raporla tutarlı. Her iki tugaydan da subaylar, suikastları hangi tugayın kaydedeceğini tartıştı. Yayına göre, subaylardan biri diğerine, “Ne fark eder? İkimiz için de kaydedin,” dedi.

A., Hamas liderliğindeki 7 Ekim saldırısından sonraki ilk haftalarda, “Askerler bu olayın kendi nöbetlerinde gerçekleştiği için çok suçlu hissediyorlardı. İntikam almaya yönelik doğrudan bir emir yoktu ama karar noktalarına geldiğinizde, ‘hassas’ durumlarla ilgili talimatlar, emirler ve protokoller sadece bu kadar etkili oluyor.

“Dronlar, Gazze’deki saldırıların görüntülerini canlı yayınladığında, savaş odasında sevinç çığlıkları duyuluyordu. Her seferinde, bir bina yıkılıyor… ve hissettiğimiz şey, ‘Vay, ne çılgınca, ne eğlenceli.’”

A., İsraillilerin intikam çağrılarını motive eden şeyin, 7 Ekim’deki ölüm ve yıkım nedeniyle Gazze’deki Filistinlilerin sevindiğine dair inanç olduğunu belirtti. Siviller ve savaşçılar arasındaki ayrımı terk etmeyi haklı çıkarmak için insanlar şu tür ifadeler kullanıyordu: “‘Şeker dağıttılar,’ ‘7 Ekim’den sonra dans ettiler’ veya ‘Hamas’ı seçtiler’. Herkes değil, ama oldukça fazla kişi, bugünün çocuklarının yarının teröristleri olduğunu düşünüyordu.”

“Oldukça sol görüşlü bir asker olarak, bunların Gazze’deki gerçek evler olduğunu çok çabuk unuttum. Bu bir bilgisayar oyunu gibi geldi. İki hafta sonra gerçek binaların yıkıldığını anladım: eğer içeride insanlar varsa binalar başlarına yıkılıyordu. Yoksa bile içindeki her şeyle birlikte yerle bir oluyordu.”

“Korkunç bir ceset kokusu var.”

Birden fazla asker, izin verilen ateş politikası sayesinde İsrail birliklerinin, önceden sivil oldukları belirlenen Filistinli sivilleri bile öldürdüğünü ifade etti. Yedek asker D., tugayının kuzeyden güneyine kaçan siviller ve yardım kuruluşları için iki “insani” seyahat koridorunun yanında konuşlandığını söyledi. Tugayının operasyon alanında, sivillerin girmesinin yasak olduğu bölgeleri belirleyen bir “kırmızı hat, yeşil hat” politikası uyguladılar.

D.’ye göre, yardım kuruluşlarının bu bölgelere önceden koordinasyon ile girmelerine izin verildi (röportajımız, bir dizi İsrail hassas saldırısının Dünya Merkez Mutfağı çalışanlarından yedisini öldürmesinden önce yapıldı), ancak Filistinliler için durum farklıydı. D., “Yeşil alana geçen herkes potansiyel bir hedef haline gelirdi. Kırmızı hattı geçerlerse, telsizden rapor edersiniz ve izin beklemenize gerek yok, ateş edebilirsiniz.”

Ancak D., sivillerin genellikle kamyonlardan düşebilecek erzakları aramak için yardım konvoylarının geçtiği alanlara geldiklerini söyledi; yine de politika, içeri girmeye çalışan herkesi vurmaktı: “Siviller mülteci ve çaresizlerdi hiçbir şeyleri yoktu. Her gün masum insanlarla veya Hamas tarafından gözcü olarak gönderildiğinden şüphelenilen kişilerle ilgili iki veya üç olay yaşanıyordu,” 

Askerler, Gazze genelinde, sivil kıyafetler giymiş Filistinlilerin ölü bedenlerinin yollar boyunca ve açık arazilerde dağınık bir şekilde kaldığını ifade etti. Yedek asker S., “Bütün alan cesetlerle doluydu. Bombardımandan kurtulan ve gidecek hiçbir yeri olmayan köpekler, inekler ve atlar da var. Onları besleyemeyiz. Ve çok yaklaşmalarını da istemeyiz. Bu yüzden, zaman zaman çürüyen beden parçalarıyla dolaşan köpekler görürsünüz. Korkunç bir ceset kokusu var.”

Ancak insani yardım konvoyları gelmeden önce, S. cesetlerin kaldırıldığını belirtti: “Bir D-9 Caterpillar buldozer geliyor, bir tankla birlikte alanı cesetlerden temizliyor, ileri derece çürümüş olan cesetler görünmesin diye onları enkazın altına gömüyor.”

İsrail dışındaki insan hakları örgütlerinden temsilciler, ordunun sahadaki uygulamaları hakkında konuştu: “Ordunun hedef gözetmeksizin Filistinlilere saldırdığına dair güçlü bulgularımız var,” diyen Yediot Ahronot’un 25 Haziran’da yayınlanan bir raporunda, “İsrail ordusunun ölüm bölgeleri ilan ettiği yerlerde yaşayan sivillerin üzerine rastgele ateş açılması” konusunda uyarılarda bulunmuştu.

Green “Aralık ayının sonunda Han Yunus’a vardığında bir evin dışında belirsiz bir cisim gördük. Bir ceset olduğunu anladık; o bir bacaktı. Geceleyin, kediler onu yedi. Sonra biri gelip cesedi taşıdı.” dedi.

Gazze’nin kuzeyini ziyaret eden askeri olmayan bir kaynak, +972 ve Local Call’a, bölgede cesetlerin etrafa saçılmış olduğunu bildirdi: “Kuzey ve güney Gazze Şeridi arasındaki ordu kampı yakınlarında muhtemelen kuzeye dönmeye çalışırken başından vurulmuş  yaklaşık 10 ceset gördük. Cesetler çürüyordu; etraflarında köpekler ve kediler vardı.” dedi.

B., Gazze’deki İsrail askerlerin cesetler konusundaki tutumundan şöyle bahsetti: “Cesetlerle ilgilenmiyorlar. Eğer yoldalarsa, kenara çekiliyorlar. Ölülerin defni yok. Askerler yanlışlıkla cesetlerin üzerine basıyorlar.”

Geçen ay, Gazze’de D-9 buldozerleri kullanan bir asker olan Guy Zaken, Knesset komitesinde ifade vererek, “Ölü ya da diri yüzlerce teröristi ezip geçtik,” dedi. Kendisiyle birlikte görev yapan bir başka asker daha sonra intihar etti.

‘Gitmeden Önce Evi Yakarsınız’

Bu makale için röportaj yapılan iki asker, Haaretz’in Ocak ayında derinlemesine bildirdiği gibi, Filistin evlerini yakmanın İsrailli askerler arasında yaygın bir uygulama haline geldiğini de açıkladı. Green, bu tür iki olaya şahsen tanık oldu:   İlki bir askerin bağımsız girişimi, ikincisi komutanların emriyle olmuştu. Bu politikaya karşı duyduğu hayal kırıklığı, nihayetinde daha fazla askeri hizmeti reddetmesine yol açtı.

Green, askerlerin evleri işgal ettiklerinde politikanın “Hareket ederseniz, evi yakmanız gerektiği” olduğunu belirtti… Ancak Green’e göre, bu mantıklı değildi: “Hiçbir senaryoda” mülteci kampının ortası, bu tür bir yıkımı haklı çıkarabilecek herhangi bir İsrail güvenlik bölgesinin parçası olamazdı: “Bu evlerde Hamas militanları olmadığı için değil, operasyonel olarak işimize yaradığı için bulunuyoruz. Bu iki ya da üç aileden oluşan bir ev. Onu yıkmak, evsiz kalacakları anlamına gelir.”

Green, “Savaş yöntemleriyle ilgili bir kanıt olmadığından emin olmak için arama yapacağımı söyledim. Ordu komutanı, intikamvari açıklamalar yaptı. Evlerin yakıldığını, çünkü D-9 veya mühendislik biriminden evleri başka yollarla yıkabilecek patlayıcı cihazların olmadığını söyledi. Bir emir aldı ve bu onu rahatsız etmedi.” dedi.

B., “Gitmeden önce her evi yakarsınız” diyerek tekrar etti: “Bu, tabur komutanı seviyesinde desteklenir. Filistinlilerin geri dönmemesi için ve geride bıraktığımız mühimmat veya yiyecekleri teröristlerin kullanmaması için yapılır.”

Askerler ayrılmadan önce yatakları, mobilyaları ve battaniyeleri bir araya toplar ve “biraz yakıt veya gaz silindirleri” ile evi kolayca yakarlar “Bu bir fırın gibidir” diye belirtti B. 

Kara harekâtının başında, ordu birkaç gün boyunca evleri işgal eder ve sonra ilerlerdi: “Yüzlerce evi yaktılar. Askerlerin bir katı ateşe verdikleri ve diğer askerlerin üst katta olup alevler arasında kaçmak zorunda kaldıkları ya da dumandan boğuldukları vakalar oldu.”

Green, ordunun Gazze’de bıraktığı yıkımın “akıl almaz” olduğunu söyledi. Savaşın başında, birbirinden 50 metre uzakta olan evler arasında ilerlediklerini ve birçok askerin “evleri hatıra dükkânı gibi” değerlendirdiğini, eskiden o evlerde yaşayan Filistinlilerin götüremediği her şeyi yağmaladığını anlattı:

“Günlerce orada bekledikten sonra en sonunda sıkıntıdan ölüyorsunuz. Duvarlara çizim yapıyorsunuz, kaba şeyler. Kıyafetlerle oynuyor, bıraktıkları pasaport fotoğraflarını buluyor, birinin fotoğrafını asıyorsunuz, çünkü komik. Bulduğumuz her şeyi kullandık: yataklar, yiyecekler… Mesela biri 100 NIS (yaklaşık 27 dolar) buldu ve aldı.

İstediğimiz her şeyi yok ettik. Bu, yok etme arzusundan değil, Filistinlilere ait olan her şeye karşı total bir kayıtsızlıktan kaynaklanıyor. Her gün bir D-9 evleri yıkar. Öncesi ve sonrası fotoğraflarını çekmedim, ama gerçekten güzel olan bir mahallenin nasıl kum haline geldiğini asla unutmayacağım.”

Kaynak: "Her evi yağmalayın ve çıkarken yakın"