‘’Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı…’’ (Bakara Suresi 183)
‘’O (sayılı günler), doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur’an’ın indirildiği Ramazan ayıdır. Artık içinizden kim bu aya yetişirse onu oruçlu geçirsin.’’ (Bakara Suresi 185)
Bizi Ramazan’a kavuşturan, kendisine kulluk edebilmemiz için bizlere ömür bahşeden şanı yüce Rabbimize hamd-u senalar olsun. Bir Ramazan daha geldi ve eğer hayatta isek bilmeliyiz ki Rabbimiz bizlere kendimizi gözden geçirmemiz, tefekkür etmemiz, ‘’gidişimiz hangi yöne?’’ sorusunu sormamız için bir fırsat verdi. Bu fırsatı iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Fakat bu fırsatı doğru değerlendirmek maalesef her Müslümana nasip olmuyor. Ramazan’ı bir bilinçlenme, silkinme tabiri caizse kendimize gelme ayı olarak görenler olduğu kadar, bu ayı geleneksel/standartlaşmış kalıplar içerisinde; sahur yapma, oruç tutuma (aç kalma), iftarda hunharca yiyip içme ve teravih formuyla geçirenlerde var. (İftardan sonrasını okey masalarında geçiren üçüncü bir kesim de var ama onları bu yazının içinde mevzu bahis etmeyeceğim.) Bu anlamda Ramazan’a dair hissettiklerimi, Ramazan ne olmalı/ nasıl olmalı, kalbimizde ruhumuzda nasıl bir etki uyandırmalı, bizi nasıl terbiye etmeli sorularını harmanlayarak sizlerle paylaşmak istedim.
Anlam dünyası zengin, bir dönemler Müslümanlara büyük medeniyetler kurduran kavramlarımız modern hayatın tazyiki ve Müslümanların bu tazyike karşı düşük dirençlerinin bir sonucu olarak hem zihin dünyamızdaki yerlerini hem de hayatımıza tezahürleri bakımından bizler için anlamlarını kaybetti yahut modernitenin dejenerasyonuna maruz kaldı.
Ramazan/Oruç bahsine girmeden önce hayatımızda vazgeçilmez bir değere sahip olan ‘’ibadet’’ kavramının tehdit eden üç büyük tehlikeye dair Mehmet Görmez Hoca’nın tespitlerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
İbadetlerimizi bekleyen birinci tehlike; şuur/bilinç, akıl/ tefekkür boyutunun kaybedilmesi, ibadetlerin sıradanlaşması, rutinleşmesidir. İbadetlerin ruhunu kaybetmesi sadece şekle indirgenmesi, ruhumuzu etkilemeyen tekrarlara dönüşmesi ve hayata anlam katmamasıdır. İbadet dediğimiz şey varlığın dilidir. Yaradılışın hikmetidir. Bütün ibadetlerin temel gayesi hayatımıza anlam katmak, hayatlarımızı sıradanlıktan, pasiflikten kurtarmak iken ne yazıktır ki ibadetler bizim ellerimizde sıradanlaşmış/rutin hale gelmiş, ruhunu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Elbette ibadetlerin formu/şekli önemlidir. Ama ruh ve beden nasıl bir bütünse, bedenin içindeki ruh çıkınca nasıl ki sadece ceset kalıyorsa, ibadet ve bilinç ilişkisi de aynen buna benzer bir nitelik taşımaktadır.
İbadetlerimizi bekleyen ikinci tehlike ise, ibadetlerin gönül boyutunu, ihlas boyutunu, samimiyet ve kalp boyutunu kaybetmesidir. İbadetlerin riyaya, gösterişe dönüşmesidir.
İbadetlerimizi bekleyen üçüncü tehlike ise, ibadetlerin ahlak boyutunu kaybetmesidir. İbadetlerin bizi ahlaka taşımasında bir vesile olması gerekirken, kendisinin bir gayeye dönüşmesidir. Bu durum modern zamanda dindarlığın karşı karşıya kaldığı büyük bir tehlikedir. İbadet gaye değil vesiledir. İbadetin temel gayesi yeryüzünde Allah ile güzel ilişkileri olan, insan, varlık ve hayatla güzel ilişkiler kuran, ahlaklı bir mümin inşa etmektir. Bugün din-ahlak ilişkisi doğru kurulamıyorsa, iman/amel ilişkisi kurulamıyorsa bu ibadetlerimizin ahlaki boyutunu kaybetmesindendir.
Mehmet Görmez Hoca’nın ön gördüğü bu tehlikeleri de ancak ibadetlerimizdeki şuur ve bilincimizi diri tutarak, ibadetlerin varlık sebebi hikmetleri üzerine devamlı bir tefekkür ederek, ihlas ve samimiyet ile daima ibadet-ahlak ilişkisini gündemimiz de tutarak def edebiliriz.
Bir ibadetin kabul olması demek onun hayatımızda olumlu ahlaki bir değişimi/davranış değişimini meydana getirmesi anlamını taşır. Bu anlamda oruç özelinde konuşmamız gerekirse bir Müslümanın evvela ‘’neden oruç tutuyorum?’’ sorusunu sağlıklı bir zemine oturtması gerekmektedir. Her sorunun çözümüne dair ilk adım, o sorunun varlığına dair ön kabuldür. Bugün ezici bir çoğunluğumuzun kabul ettiği gibi tezkiye/nefsimizi arındırma, istek ve arzularımıza gem vuramama ile ilgili problemlerimiz var. Ramazan’ın gelişiyle ‘’bu sorunu çözme konusunda ne yapabilirim’’in arayışına girmemiz gerek. ‘’Kendimizi nasıl arındıracağız? ve bu arınmışlığı belli bir seviyeye getirdikten sonra nasıl hayatımıza yansıtıp, alışkanlığa dönüştüreceğiz?’’
Bu anlamda Ramazan’ı bize Allah’ı hatırlatmak için gelen bir mektep gibi görmeliyiz. Bilmeliyiz ki Allah’ı unutursak kendimizi ve fillerimizin ucunun nereye varacağını unutur, şuursuz bir yaşama kapı aralarız.
İnsan, oruçla istek ve arzularını kontrol ederek onların mahkumu değil hâkimi olur. Cehaletle hilmi ayıran en önemli kıstas oruçtur. Halim insan, içgüdülerini kontrol edip en doğru şekilde davranırken cahil, kaynayan suyun taşması gibi celallenir ve kendini kaybeder. Oruç, doğruda sebat etmek, ayakları sabit tutmak, sabretmek ve mukavemettir. Oruçla insan kendini başkalarının yerine koyar, başkalarıyla hemhal olur, diğerkamlığı öğrenir.
Yeryüzünde zayıf bırakılıp sömürülen, ezilen ve aç bırakılan insanların hâlini kavrar. İnsanı her türlü fena işi yapmaktan alıkoyan bir kalkandır oruç. İnsan oruç tutar, oruç da insanı tutar. Oruç, "Bırakınız yapsınlar, bırakınız tüketsinler!" felsefesinin dünyayı getirdiği bataklığa karşı "dilediğin gibi tüketemezsin" uyarışıdır. Modernizme meydan okumadır.
Ramazan insanın mide ve şehvetle tanımlanmasına isyandır. Menfaatler üzere bir araya gelmiş bir toplumu, değerler ile bir araya getiren bir ibadettir.
Ramazan Kur'an'la bütünleşme ayıdır. Kur'an'dan nasipsiz olanlara, Allah'ın vahyini ulaştırma ayıdır. Biz orucu en başta Kur’an’la buluşmamızın teşekkürü olarak tutarız. Oruç bir eziyet ibadeti değildir. Geçmiş kirlerden arınma, gelecek on bir ayı Ramazan kılmaya hazırlıktır. Toplumda yaşanan ahlaki, siyasi, ekonomik, sosyal sapmaların rayına oturtulması için bir fırsattır. Ramazan; tüketim, eğlence, on bir ay boyunca günah işleyip bunlardan arınma ayı değildir. Rutinleşmiş, âdet hâline gelmiş olan ibadetlerimize yeniden ruh kazandıracağımız, kulluğumuzun bilinçli yansımaları hâline getireceğimiz bir aydır.
Ramazan dışında helal-haram, meşru-gayri meşru ölçülere dikkat etmeyenler, Ramazan'da yaptıkları ibadetleri bir yıllık günahlarının kefareti olarak görebilmektedirler. Dini bir aya indirgeyen, kutsal zamanlarda dindar olmayı yeterli gören zihniyet, gittikçe yaygınlaşmaktadır. Ramazan bu anlayışa karşı bir panzehirdir.
Ramazanda ruhumuz soluk alır. Ramazan midenin beslenmesi değil, ruhun beslenmesidir.
Ramazan, tarihin hiçbir döneminde bu kadar önemli olmamıştı. Bunun nedeni ise insan iradesinin hiçbir zaman diliminde bu kadar önemli olmamasından kaynaklanmaktadır. Modern çağ seçmeyi her şeyin önüne koyan bir çağ. Her şeye çok kolay ulaşabildiğimizden (gıda, bilgi, haber, yetenek vs.), irademiz ekstra önem kazandı. Artık yokluktan değil çokluktan ölmeye başladık. Eskiden insan günaha giderken, bugün günah insanın ayağına gelmeye başladı. Bu anlamda iradenin değeri ortaya çıkmakta, bilgisiz bir iradenin insanı felakete sürükleyeceğinin bilincine varmalıyız. Günahlar sosyal anlamda bizleri çepeçevre kuşatmışta olsa buna dur deme iradesi göstermemiz gerekiyor. Bu irade inşası Ramazan’la olur. Bu yüzden Ramazan Kur’an’la fazlaca hemhal olmamız gereken aydır.
Son olarak şunu diyebiliriz ki, Ramazan insana hür bir irade kazandırmak, insanı, insan kılan iradeyi inşa etmek için gelir ve bu inşayı gerçekleştirmek her mümine farz kılınmıştır. Selam ve dua ile…
Kaynak: Ramazan nedir? Ramazan ne değildir? - ÖMER FARUK ÇELİK