Nuran ŞEKER - Sadece kumaşlar mı sentetik? - 19 Ekim 2021

Nuran ŞEKER - Sadece kumaşlar mı sentetik? - 19 Ekim 2021

Nuran ŞEKER - Sadece kumaşlar mı sentetik? - 19 Ekim 2021


Her gün bir haber duyar olduk. Laboratuvarlarda üretilen “sentetik” birçok kumaş ve temizlik hammaddelerinin devamını “sentetik” kokular getirdi. Alıştık zamanla ve nesilden nesile aktardık. Şimdilerde laboratuvarda üretilen “et” gündemimizdeyken, laboratuvar üretimi yeni keşif “kahve” oldu.

Bu denli sentetik üretim alışılmış ve kanıksanmış bir “sentetik yaşamı” da beraberinde getirdi. İnsanın uyumlanabilen bir yapısı olduğunu düşünürsek bu kabule şaşırmamak lazım.

Kendi kendine var olmayan bir yapının doğal bir yapı olan insanla ve tabiatla savaşı aslında insanın konfor ve lüks düşkünlüğünden besleniyor daha da önü alınamaz fesadı beraberinde getiriyor. Varlığı insan eliyle üretime dayalı sentezlenmiş ürünler gibi, varlığı beşer aklıyla sonradan türemiş akımlar yeni model insanı geleneksel yaşamından koparmak için artık çok efor sarf etmiyor. Zira gerek “moda” gerek “trend” gerek “akım” gerekse “furya” şeklinde sel gibi akıp gelen dilimize bile sonradan yerleştirilen kelimelerin ve sunumların algımızı nasıl esir aldığı yaşam şeklimizden yansıyor bulanıklaşan hayatımıza. Seyrine baktığımızda görüyoruz ki; kumaşların doğası bozulup sentetikleri üretilirken devamı temizlik ve kozmetik sektöründe getirildi, bitkilerin kokusunun, renklerinin laboratuvarlarda işlenmesi iştahlarını çok kabartmış olmalı ki gıda sektöründe de hızlı bir devrim! yapıldı. Tohumlar, gübreler, toprak, su… derken alıştırıla alıştırıla geldiğimiz bu sürecin gelecek nesillerimizdeki yıkımının daha büyük olacağından ürkmeli ve kendimize sormalıyız artık, neleri sorgulamalı, neleri akletmeli? Yoksa hayvansız bir dünyada et yemek, bitkisiz bir dünyada kahve içmek olası bir hal alacak. Acımasızca ifsad edilmeye mahkum olacağız. Sorgulama doğru olsa da eyleme geçmeden bir sonuç getirmeyecektir. Zira “Bir tek benimle mi olacak?” vesvesesi İbrahimî duruşu bu çağın bencil yapısına sentezlediğimizin delili olacaktır.

Ne gariptir ki; bir yandan her şeyin doğalını yemek isterken diğer yandan işleyişi sekteye uğrayan beden ve ruh sağlığımızın doğal ritmini günden güne yitirmekteyiz. Aslında tabiatı gereği insanın doğal olana meyletmesi tabiîdir. Ancak gerek görsel medya gerekse moda akımlarla kataloglardan fırlamış gibi yaşanmak istenen hayatlar, standart beden ve güzellik algısı, tek tipleştirilmiş mutfak ve gıda, yaşam ve şehir tarzı hatta tek tip dünyada fabrikasyon insanlık modeli sosyal laboratuvarlarda sentezlenirken bunu kabule meylin başka bir boyutu…

İnsan sürekli durmaksızın beslenen bir varlık; beş temel duyusu ve altıncı olarak duygularıyla ele aldığımızda ne kadar çok sentetik / doğal arasında sıkışıp kaldığımızı fark ederiz. Duyduklarımız, gördüklerimiz, kokladıklarımız, dokunduklarımız, yiyip içtiklerimiz, hissettiklerimiz hiç durmaksızın besler bizi, en büyük cevherimiz idrakimiz de doğruyu-yanlışı, iyiyi-kötüyü ayırt etmemizi sağlarken neden bu kadar iradesizleşir neden bu kadar -izm’lerin dişlileri arasında eziliriz? Bu sorunun cevabı belki de, alıştırılarak daha doğrusu bozularak fesada uğramanın nesilden nesile aktarılan uzun soluklu bir sentetik kabul hastalığıdır. Ve buna karşılık sürekli reklamlarla aşılanarak duyarsızlaşmamızdır. Her doz maalesef ki bir sonraki virüsü güçlendirdi ve hep bir sonraki nesil hasarı daha büyük yaşadı. Bunun devam etmesi de olası bir durum.

Peki biz nasıl kanıksadık herşeyi? İfrat ve tefrit arasında bocalayan dengeye bir türlü gelemeyen birkaç nesildir yaşadığımız handikaplar, kusursuzluk isteği, terapi odalarında kalması gereken telkinlerin genelleşmesi ile bireysel özgürlük algısı ilk önce kadın üzerindeki planları başarılı kıldı. Kadınlarla alakalı sektörlere bakılırsa nereye kölelik edildiği daha iyi anlaşılabilir.

Peki çocuklar? Çocukluk çağı? Evde anne sesinin yerini alan dijital sesler, ebeveyn oyunlarının yerini alan dijital oyunlar, doğal mimikleri dahi göremeden ekranın soğuk yüzünü seyreden çocuklar… akran ve kardeşlik bağından nasiplenemeyen, korku ve vesvese çağının çocukluk üzerindeki yıkımının altında kalan çocuklar… Bozuk ve bilinçsiz beslenmenin sürekli sentetik madde ve ilişkiler maruziyetinin psikolojik ve ruhsal yıkımında gelişimsel bozukluğun zirve yaptığı bir çağda tüketimin motor gücü çocuklar oldu. İkinci yuva olacak mektepler rakamlara puanlara mahkum edilen kurumlara yani okullara dönüşeli akranlarını oyun ve gelişim fırsatı değil rakip ve kullanılacak meta gören bireyselleştirilmiş ve mutsuz nesiller tüketimin en çok para getiren kısmı oldu. Reklamın gücü kadın kadar çocuklarda da moda ve dürtüsel isteklerle kendini gösterdi. AVM nesli sentezlendikçe kuşak isimleri değiştirildi ve şimdilerde “Z Kuşağı” adı altında çok farklı bir nesil varmış gibi ebeveynler daha da yetersizleştiriliyor ve psikolojik yeniklik maddi yeterlilikle yamanmaya çalışılıyor. Sonuç, kaybettiğimiz nice hazineler ve direnen “İbrahim Nesli”…

Kumaşlar, ilaçlar, gıdalar, temizlik ve kozmetik ürünler, ilişkiler ,kadınlar ve çocuklar derken… sırada kimler var dersiniz? Kanıksadığımız yapaylıklar yaşamımıza bir bir kayıp olarak, bozgun olarak giriyor. Yeni savaş düzeninin adı “bozgun”… Şimdilerde çok yoğun bir şekilde cinsiyetsiz, renksiz, kimliksiz bir toplum arzusu erkekler üzerinde planlı işliyor. Erkek ve kadını sentezleyenler, “erkeksi kadınları” türetmeyi başardılar sıra “kadınsı erkekler” türetmekte… Moda ve dijital telkinlerin evdeki başucu araçları televizyonlardan ve sosyal medyadan maalesef irin akıyor ve biz hiçbir süzgeç kullanmadan maruz bırakıyoruz bu bozguna, kendimizi ve ailemizi. Kanıksamak doğal mecrasından çıkarıyor her şeyi. Örselenmiş kadınların yetiştirdiği örselenmiş erkekler yapay hayatımıza daha korkunç sonuçlar ekleyebilir, nesillerin ve ailenin ifsadı arttıkça dünya insanının nasıl özgür köleler haline getirildiği adım adım gözlemlenebiliyor artık, çünkü gizlenmiyor aşikar yapılıyor her şey. Ancak dertlenip çözüm üretmek yerine daha da duyarsızlaştık.

Duyarsızlığı bu denli bize yaşatan ise temel duyularımızla aldığımız temel besin kaynaklarımız ve bunlarla ifsad edilmemiz. Tabi aynı kaynaklarla doğru beslendiğimizde şifa bulmamızda mümkün… Acil plan kapsamında “İbrahim Nesli” ve “Dar’ülErkam/İslam” ruhunu diriltmeyi yine “Darüşşifa” yollarını hayatımıza ve evlerimize alarak başarabiliriz. Bunca maddi ve manevi kayıplar yaşadığımız sentezlenmiş bir dünyada ve toplumda en baştan başlayabileceğimiz nokta tekrar doğal ritmik yapımızı doğal mecrasına meylettirip ilahi dengeye dönmek olmalı… Sadece helalinden doğal gıda tüketmek gayretimiz yeterli olamamakta aynı hassasiyeti evlerimizin her odasına taşımamız, her nesil için temel altı duyu besin kaynaklarımızı diriltip temiz tutmamız ilahi dengede yeniden evlerimizi ve hayatımızı inşa etmemiz aslımıza dönmemizi sağlayacaktır. 

Reçetemiz belli iyileşme yolunda yârenimizde bellidir; “insanın kendi kendini onarabilme ve yenileyebilme kabiliyeti” bu durumda ne büyük şifa umududur.

Kaynak / haksozhaber.net