Sahte tarihte başarılar abartılır, başarısızlıkların üzeri ise maharetle örtülür. Mesela Cumhuriyet devrindeki toprak kaybımız olan petrol diyarı Musul’un nasıl elimizden çıktığını anlatmazlar. Öte yandan Güneybatı Anadolu kıyılarımızı bir sur gibi kuşatmış bulunan Oniki Ada’da Yunan bayrağının dalgalanması izzet-i nefsine dokunmuyorsa zihnin karşı tarafın safına geçmiş demektir.
Meselenin doğru anlaşılabilmesi için Oniki Ada’nın 1911-47 yıllarında yaşanan elimizden çıkış serencamını başlıklar halinde sıralayalım:
1911: İtalyanların ‘savaş ilan etmeden’ başlattıkları işgalle Trablusgarb Harbi çıktı. Enver Bey komutasında gönüllü subaylar Trablusgarb’a geçerek yerli halkı İtalyanlara karşı örgütledi ve yer yer başarıyla mücadele etti. Bu sayede kıyılara çıkmış bulunan İtalyan kuvvetleri güneye inemedi, iç bölgelere nüfuz edemedi ve işgal niyetiyle çıktıkları şimdi ikisine birden Libya dediğimiz Trablusgarb ve Bingazi’de hakimiyeti sağlayamadı.
1912: Gönüllü subaylarımızın Trablusgarb’da yerli halktan örgütlediği silahlı direnişi kıramayan İtalyanlar misilleme yaparak Oniki Ada’yı işgal etti. Ekim ayında Osmanlı ve İtalya devletleri arasında Uşi (Ouchy) Antlaşması yapılacak ve antlaşmanın 2. maddesi eğer Osmanlı Devleti Trablusgarb’daki birliklerini geri çekerse İtalyanlar da Oniki Ada’yı boşaltacaklarını karara bağlayacaktı. İtalyanlar tam adaları boşaltma hazırlıklarına başlamıştı ki, bu sırada Osmanlı için felakete dönüşecek olan Balkan Harbi koptu. Türkiye bu kritik halde Oniki Ada’yı devralıp koruyacak bir deniz kudretinden mahrum bulunduğu için İtalya’dan harp bitinceye kadar işgal etmiş olduğu adalarda kalmasını rica etti. Böylece İtalya’nın Oniki Ada’daki fiilî (de facto) hakimiyet dönemi başlamış oldu.
1913: Süfera Konferansı’nda diğer batı ve kuzey Ege adaları Yunanistan’a verilirken Oniki Ada’dan bazılarından da bahis açıldı gerçi ama Osmanlı Devleti emperyalist devletlerin bu oldu bittisini asla kabul etmedi. Adaların gerçek sahibinin kendisi olduğunu ve tapusunun yetkili organlar eliyle yapılacak bir antlaşmayla devredilmedikçe başka bir devletin olamayacağını açıkça beyan etti. Adalar Lozan’a kadar İtalyan işgali altında kaldı.
1922-23: Lozan Konferansı sırasında kuzey Ege adalarından bazıları üzerinde TBMM hükümeti bir ara hak iddia etmişse de, ısrar etmemiş, neticede Gökçeada ve Bozcaada haricindeki taleplerini kabul ettirememişti. Oniki Ada üzerinde ise İtalya’nın baskısıyla bir münakaşa zemini bile oluşmamış ve Türkiye Lozan’da, İstiklal Harbi sırasında ciddi destek ve yardımlarını gördüğü İtalya’yı karşısına almama taktiğini güderek lafı fazla uzatmadan Oniki Ada’dan İtalya devleti lehine feragati tercih etmişti.
Bu kronolojiye göre Oniki Ada 1923 senesine kadar fiilen (de facto) İtalyan işgali altında kalmış, ancak Lozan’la birlikte bu işgal hukukî (de jure) bir mahiyet kazanmıştır. İtalya ise yenildiği 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1947’de Paris’te düzenlenen konferansta İtalya Oniki Ada ile Kaş kıyılarına 2 kilometre mesafedeki Meis adasını Yunanistan’a devretmiştir.
Dolayısıyla Osmanlı Devleti Oniki Ada’dan ne 1912 Uşi Antlaşması, ne de 1913 Süfera Konferansı’nda feragat etmişti; kaldı ki son konferansın kararı tek yanlıdır ve bağlayıcı değildir. Nitekim Osmanlı Devleti bu kararı tanımamış, resmen protesto etmiştir.
Eğer Oniki Ada Uşi Antlaşması ile verildi lafını uyduran profların dediği gibi Lozan’dan önce bu adalar –Oniki Ada- İtalya’ya verilmiş olsaydı Lozan’ın 15 ve 16. maddelerinin antlaşma metninde ne aradığını da sormak gerekmez miydi?
Sanki 1912’den sonraki bir tarihte adaları bize vermişler veya silah zoruyla kurtarmışız da, Lozan’da geri vermişiz gibi(!) akla ziyan bir tablo çıkar ortaya ki, eğer hakikat bu ise zaten Lozan’ın zafer olması mümkün değildir.