“Sözün bittiği yerdeyiz”, derler. Söz bitmez, insan tükenmez gerçi ama acılar da unutulmaz. Aile olmak da, millet olmak da “kıvançta ve tasada birlik” olmak demek değil miydi?
Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri merkezli olmak üzere 6 Şubat günü vuku bulan çifte deprem hepimizi can evinden vurdu. Yazıyı yazdığım saatlerde 9 bin 57 civarında vefat ve 52 binin üzerinde yaralı sayısı muhtemelen önümüzdeki saatlerde artacak. Allah hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına sabır, yaralılarımıza şifa ihsan eylesin, enkaz altında kurtarılmayı bekleyenlere de tez vakitte ulaşılmayı nasip etsin.
Bu arada depremin İdlib, Azez, Halep gibi Suriye’nin kuzeyindeki yerlerde de en az sınırlarımız içindeki kadar ciddi can kayıplarına yol açtığını hatırdan çıkarmayıp oradaki kardeşlerimizden duayı esirgemeyelim. Zira askerimizin kontrolü altındaki bölge hariç onların bir devletleri yok; kendi başlarının çaresine bakmak zorundalar.
Hâlâ ulaşılamayan enkazlar olduğuna dair üzücü haberler gelirken sevindirici olan şu ki devlet ve milletimiz ilk saatlerden itibaren organize olup harekete geçti. Lakin mesaha pek geniş ve tahribat çok fazlaydı. Olayın vahameti, siz bu yazıyı okurken vuzuh kazanmış olacaktır. Ancak 32,741 ölü verdiğimiz 7,9 büyüklüğündeki 1939 Erzincan depreminden sonra en ağır deprem felaketini yaşadığımız kesindir.
“Erzincan depremi” deyip geçiyoruz ama o da 6 Şubat depremi gibi bir bölgeyi vurmuştu. Evet, en çok can kaybı 15,470 kişiyle Erzincan’da verilmişti ama Sivas’ta 7,583, Tokat’ta 6826, Giresun’da 1,439, Amasya’da 660, Ordu’da 463, Gümüşhane’de ise 233 can kaybı yaşanmıştı. Diğer can kaybı yaşanan iller ise Samsun (45), Trabzon (3), Yozgat (6), Tunceli (8) ve Niğde (3) idi. Yani Karadeniz’den Orta ve Doğu Anadolu’ya uzanan genişlikte son depremle kıyaslanabilecek çaptaydı. Dua edelim de kayıp sayımız o seviyeye çıkmasın.
Depremlerin tahribatı yanında milletler üzerinde birleştirici etkisi de olur. Yardımlaşma ve dayanışma duyguları milletimizde zaten kuvvetlidir ama bu tür vesilelerle onun eserini daha vazıh bir şekilde görme imkânı buluyoruz. İnşallah –bazı çatlak sesler çıksa da- bu defa da yakaladığımız millet-devlet birlikteliğiyle bu badireyi atlatacağız. Buna inancımız tamdır.
Tarihte büyük Antakya depremleri
Bölgenin son derece kırılgan olduğu tarihen sabit. Tarihte benzer üç deprem yaşandığını tespit ediyoruz.
1) 115 yılında meydana gelen büyük deprem ki, arkasından bir de tsunami patlak vermiş olup ölü sayısının 260 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Antakya ve çevresini harap eden deprem tarihteki en korkunç afetlerdendir. 7,5 büyüklüğünde olduğu tahmin edilir. Hatta Roma İmparatoru Trajan ve halefi Hadrian da depreme Antakya’da yakalananlar arasındaydı. Ufak tefek yara bere ile atlattıktan sonra şehri yeniden inşa ettirdiklerini biliyoruz.
2) Bundan dört asır sonra, 526 yılında Antakya bu defa Bizans İmparatorluğuna bağlıyken bir deprem felaketi yaşar. Mayıs 526’da vuku bulan deprem sabaha karşı şehir ve çevresini sarsmış ve tam 250 bin can kaybına mal olmuştur. Onunla yetinmemiş, ardından çıkan yangın depremden kalanları silip süpürmüştür. Bu depremin da büyüklüğü uzmanlarca 7 olarak tahmin ediliyor. Şehirde kiliseler dahil yıkılmadık bina bırakmayan depremden sadece dağa yakın evler sağ kurtulabilmiştir.
3) Bölgedeki son büyük deprem, Amik merkezli 1872 depremidir ki, Sultan Abdülaziz zamanına rastlar. Büyüklüğü 7,2 tahmin ediliyor, ölü sayısı ise 1,800. Samandağı başta olmak üzere Antakya ve civarı haricinde bugünkü gibi Suriye’nin kuzeyini de vurduğunu biliyoruz.
Deprem kuşağında değil, resmen depremin ortasında yaşıyoruz. Bu bilinçle evler ve şehirler yapmalıyız. Deprem kafamıza vura vura bu gerçeği öğretecek bize.