Aşağıdaki tasvirin, bir bilim adamını mı yoksa gökyüzünden inmiş bir ilahı mı anlattığına şaşırmakta haklısınız:
“Sir Isaac Newton, ömrünün son yıllarını 18. yüzyıl Londra’sında çağının en ünlü insanı, Bilimsel Devrim’in yüce ak saçlı bilgesi olarak hüküm sürdü. Newton’un hayatının bu dönemine ilişkin rivayetler, çağımızda ona pek benzer bir rol oynayan Albert Einstein’ın fotoğrafları ve ona dair hatıralar sebebiyle yabancımız değil.”
Newton’un adı modern çağla öylesine özdeşleşmiştir ki, onu bütün zamanların en büyük bilim adamı olarak kutsayanların sayısı zannettiğimizden de fazladır. Beynimize Newton’un ismi anılır anılmaz bir kesinlik ve doğruluk izlenimi boşalır.
Peki bu ‘bilimsel’ kılıklı görüntü gerçek midir yoksa bugünkü bilim kurgumuzun kendisini geçmişe yansıtması olayıyla mı karşı karşıyayız? Bir başka deyişle Newton, sanıldığı gibi ‘saf’ veya ‘pür’ bir bilim adamı mıdır yoksa bugün bilim dışı olarak gördüğümüz pek çok alanla ilişkisi olan ‘karışık’ bir tip midir?
Öncelikle şunu bilmekte fayda var: Newton’a ait gizli bilimler ve simyacılıkla ilgili binlerce sayfa, not ölümünden iki asır kadar sonra gizli kasalarından çıkmıştır.
Kıyamet ne zaman kopacak?
Kehanet ilmiyle de yakından alakalıydı. Dünyanın sonunun ne zaman geleceğini, Hıristiyanlığın dünyaya ne zaman egemen olacağını tahmin etmek için de ciddi ciddi ter dökmüştü. 1720 tarihli bir ‘gizli’ müsveddesinde kıyametin en erken 2060 yılında kopacağına inandığını anlıyoruz. (Şurada 37 yıl kalmış!)
Hurafe sayılan astrolojiye, yani yıldız falcılığına da inanıyor, dahası bu işi hobi olsun diye yapmıyordu; astroloji çalışmalarını, aynen astronomi çalışmalarında olduğu gibi “kemâl-i ciddiyetle” yürüttüğüne kuşku yoktu.
Dini bütün bir Hıristiyan olduğunu söylememe gerek yok. Latince kaleme aldığı eseri Principia Mathematica’nın (1687) sonuna Tanrı’yla ilgili açıklamalar koyduğunu biliyoruz. Hatta ömrünün son iki yılında yazdığı, 1728’de basılan Kronoloji diye anılan eserinde milletlerin kökenlerini Nuh’un oğullarına bağlıyordu. Türkçeye de çevrilen Kutsal Kitabın Yorumu adlı tefsir çalışmasının altında da onun imzası bulunur.
Newton’un simyacılığı ve Masonluğu da pek bilinmez.
Simya, kökeni kadim çağlara uzanan geleneksel bir bilim. Simyacının görevi tabiatın madenleri olgunlaştırma yöntemini tekrarlayarak diğer madenlerin altına dönüşme süreçlerini kısaltmak ve yeryüzündeki altın mevcudunu artırmaktı. Simya, 17. yüzyılda pek çok bilim adamı gibi Newton’u da cezb edecekti.
Newton’un simyacılıkla uğraştığı 1936 gibi geç bir tarihte keşfedildi. Newton, öyle böyle değil, simya deneylerini “ne kendisinden önce, ne de kendisinden sonra ulaşılmayan boyutlarda” denemiş, tam 550 bin kelime yazmıştı simya üzerine. İlahiyat hakkında yazdıkları ise bunun üç katıdır. Para pul işleri hakkında (göreceğimiz gibi ömrünün son yıllarında Darphane Müfettişi ve Müdürüydü) 150 bin kelime sarf eden Newton’un, bilimsel sahada kullandığı kelime adedi 1 milyondur. Yani bilim dışı alanlarda yazdıkları bilimsel eserlerindekinden daha fazladır.
Peki Newton hem mekanik bilimini, hem de gizli bilimleri aynı anda seferber ederek hangi büyük gayeyi gerçekleştirmeye çalışmıştı? Yoksa bizim bildiğimizden çok farklı bir gayesi mi vardı? Yoksa simyacıların asırlardır peşinde oldukları “Yeşil Arslan”ın yeni bir avcısı mı duruyordu karşımızda? (Yeşil Arslan (Green Lion) maddi dünyayı sembolize eder ve ruhî gelişmenin önündeki engeldir. Onun öldürülmesinin insanlığın önüne engin bir manevî gelişme alanı açacağına inanıyorlardı.)
Son büyücü
Bu ‘büyük görevi’, inanamayacaksınız belki ama modern iktisatçıların neredeyse taptıkları Keynes inanılmaz bir açıklıkla dile getirmişti. II. Dünya Savaşı’nın göbeğinde, yani herkesin kendisinden medet umduğu bir zamanda Keynes, bakın ne ilginç şeyler söylemiş:
“Newton ne ‘rasyonalist’ (akılcı), ne de ‘modern çağın bilim adamlarının ilki ve en büyüğü’dür. O Maimonides [Endülüslü Yahudi filozof Musa ibn Meymun] Okulu’ndan bir Yahudi tektanrıcıdır. (…) [O] büyücülerin sonuncusu, Babillilerin ve Sümerlerin sonuncusu, 10 bin yıldan daha eski olan fikir mirasımızı kurmaya başlayanlar gibi görsel ve fikrî dünyaya aynı gözlerle gözlemleyen son büyük kafadır.”
Keynes’e göre Newton, tabiat ve karanlık metinlerin çifte dünyasını dev bir bulmaca olarak görüyor, bunun mistik anahtarlarını bulmaya uğraşıyordu. Öte yandan, bu arayışları sonucunda Masonluğa girmiş ve epeyce kademe kat etmişti. Alan Bauer adlı Mason üstadının aşağıdaki notları önemlidir:
“Masonluk filozoflar ve bilim adamlarının kardeşliği olarak 17. yüzyılda yükseldi ve yeni bir şeyi ortaya çıkardı: Simya ve bilimin birleşimi ve Newton ve çağdaşlarının yükselmesi… Masonluk o dönemde bilim ve maneviyat arasında bir kesişme noktası haline gelmişti ve entelektüel eşitliği teşvik etmişti. Newton masonluğun bu yeni formunun doğuşunda belirleyici bir rol oynadı ve böyle Newton ve onun gibi düşünenler kilisenin tahakkümünden kurtularak kendilerini bilim ve düşünceye adadılar.”
Kral tarafından Sir unvanıyla ödüllendirilmiş olan Newton son yıllarında bilimsel uğraşlardan soğumuş ve şaşırtıcı bir hamle yaparak yüksek gelir getiren Darphane Müfettişliği ve ardından Darphane Müdürlüğü’nü tercih etmişti bilimsel çalışmalara. Bu hiç Newton’a yakıştırılmayan döneminde paraları kırpmaya kalkan hainlerin kökünü kazımak için kıyasıya bir mücadele verecek, genelev ve batakhanelerdeki muhbirleriyle toplantı üstüne toplantı yapıp, kalpazanların izini sürmek için meyhanelere dadanmak, suçluların soruşturmalarını yürütmek, suçluları idam ettirmek gibi işlerle meşgul olmuştu (işi sağlama almak için idam sırasında darağacının altında durmayı ihmal etmezdi). Lakin bunlarda bildiğimiz bilim adamı Newton’u arayın ki bulasınız.
Peki bu bilim adamının bahsettiğimiz yönleri neden gündeme getirilmez? Pozitivizmin kafalarımıza inşa ettiği bilim kilisesinin temellerini çürüteceği için olmasın.
Ah o kilise ki, Hıristiyanlığın Gotik kiliselerinden daha muhkem olarak beyinlerimizde inşa edilmiştir. Onu yıkmak diğerlerinden çok daha çetin bir iş.
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/newtonun-mason-oldugu-neden-gizlendi-43873.html