1939’un bitmesine 4 gün kala vukua gelen Erzincan merkezli 7.8 büyüklüğündeki depremde 32.968 insanımızı kaybetmiş, 100 binden fazla insanımız ise yaralanmıştı. 6 Şubat depreminden sonra son asrın en ağır kayıplarını verdiğimiz Erzincan depreminin dehşeti, bölgeyi ziyarete giden Reisicumhur İsmet İnönü’nün göğsüne yaslanan bir kadının resmiyle zihinlere kazınmıştı. Bu kadının ağlama hikâyesi ise bir gazetenin köşesine sıkışıp kalmıştı.
4 Ocak 1940 tarihli gazetelerdeki fotoğrafa dikkatle bakılırsa İnönü’ye sarılan kadın hüngür hüngür ağlarken Reisicumhur uzaklara dalmış, tebessüm ile teessür arası garip bir ifade yerleşmiştir yüzüne.
Muhabir Mekki Sait Esen’in verdiği habere göre kadının dramı meğer derinmiş (Cumhuriyet, 4 Ocak 1940).
Deprem vuku bulduğu esnada Diyarbakır’da gezide bulunan İnönü’nün oradan Erzincan’a geçmesi tam dört gün vaktini almış(!). Haber aynen şöyle:
“Bu kadının hazin hikâyesi (…) Bedbaht ana, zelzele esnasında kocasıyla çocuğunu kaybetmiş ve başlayan yangının ateşleri arasında eşiyle yavrusunu aramak için maalesef beyhude yere uğraşmış, ellerini yakmıştı.”
Meğer kederli kadının elleri yanık olduğu için sargı bezi içindeymiş.
Böyle on binlerce dram iç içe yaşandı Erzincan ve çevresindeki illerde. Devlet ise evlerini yeniden yapmaları için köylerdeki her aileye sekiz (8) adet çivi gönderebilmişti, (Akşam, 1 Şubat 1940). 8 çivi bir evin neresine yetecekse artık…
Erzincan’a heykel hizmeti götürmüşler
Başka haberler de var Erzincan depreminden. Mesela halkı CHP’li ve Kemalist yapmak amacıyla âlâ-yı vâlâ ile kurulmuş bulunan Erzincan Halkevi hileli beton yüzünden yıkılmış. Beton tabakası depremden sonra toz haline gelmiş.
19 Eylül 1942’ye geliyoruz, depremin üzerinden üç yıla yakın zaman geçmiş, binlerce aile, birazdan okuyacağınız gibi hâlâ derme çatma barakalarda yaşamakta ama Tek Parti devri CHP’sinin tek derdi, Erzincan’a eşi menendi görülmemiş bir hizmette bulunmaktır. Öyle bir hizmet ki asırlarca unutulmasın istemişler. Ne yapmışlar peki? Anlı şanlı bir İnönü heykeli tabii ki! Akşam gazetesindeki haberi beraberce okuyalım lütfen:
“Yeni Erzincan’da İnönü abidesi yapılacak
Güzel Sanatlar akademisi müdürlüğünden vilâyetimize gelen bir yazıdan yeni Erzincan şehrinde yapılacak tarihî İnönü âbidesinin müsabakaya çıkarıldığı anlaşılmıştır. Âbide millî mahiyette olduğundan yalnız TC tabiiyeti ve Türkiye’de heykeltıraşlık salâhiyetini haiz kimseler müsabakaya iştirâk edebileceklerdir. Teklifler 7/1/1943 gününe kadar kabul olunacak, birinciye 1500; ikinciye 500, üçüncüye 301 lira mükâfat verilecektir. Bu haber Erzincanlılar arasında sevinç uyandırmıştır.”
Son cümleye güler misiniz, ağlar mısınız?
Depremin vurduğu halk perişan, ekmek bütün ülkede karneyle dağıtılıyor zaten, askerlerimiz bile kötü beslenmeden mustarip, nöbetlerde düşüp düşüp ölüyordu (girmediğimiz 2. Dünya Savaşı’nda 22.663 askerimizin canını kaybettiğini ancak Demokrat Parti iktidara geldikten sonra öğrenebilecektik). Gelin görün ki Milli Şef’in heykelini dikmek milletin karnını doyurmaktan daha acil bir ihtiyaçtı. Heykel haberine sevinç çığlıkları atan Erzincanlılar Milli Şefin suretinin karşısına geçip afiyetle doyabilirlerdi.
Bu hastalıklı zihniyetin halen devam ettiğini daha birkaç gün önce ‘deprem gelmiş, evleri yıkmış ama heykeli yıkamamış’ lağarlığında görmedik mi? Hem de bir CHP milletvekilinin ağzından. Gazete haberlerine tüy diken bir konuşma, tanınan bir CHP milletvekilinin ağzından sadır olmuştu.
Tarih 24 Ocak 1949’dur. Onuncu Yıl Marşı’nın şairlerinden olan Behçet Kemal Çağlar Meclis kürsüsünden isyan etmektedir CHP’ye! İçinde biriken, vaktiyle söyleyemediği ne varsa kusmaktadır. Sözü Erzincan depremine getirip şunları söyler:
“Niçin yeni Erzincan on senedir hâlâ kurulamamış ve halk hâlâ tahta barakalarda üst üste sıkışmış dururken yeni şehre ayrılmış arsalar boşluğu ortasına heykel dikilmesini hoş görmek? Niçin bunu önlememek?”
Depremin üzerinden 10 yıl geçtiği halde yaptırılamayan konutlar; barakalarda üst üste sıkışarak titreşen zavallı halk; buna mukabil İnönü abidesine harcanan on binlerce lira... Bu beceriksiz idarenin mensupları günümüzde kalkıp bir yıl içinde bütün konutları teslim edeceğim diyebilen bir iktidara çamur atmak için seferber olmuş durumda.
Hangi yüzle peki?
Necip Fazıl’ın farkı
1939 Erzincan depremi hakkında kalem oynatanlardan biri de o tarihte Son Telgraf‘ta köşe yazan Necip Fazıl’dır. İlk yazısı, 29 Aralık’ta çıkan “Facia karşısında”dır. Şunları yazar:
“Aziz Anadolunun, Erzincanla Ankara ve Kayseriyle Samsun arasındaki beyzî (oval) şekle giren büyük bir parçasını, zelzele, kaynar su gibi hoplattı. (…) Olmamalıydı, fakat oldu; mademki oldu, artık duyabileceğimiz yegâne haz ve saadet duygusu, vakıanın telafisi yolunda gösterebileceğimiz azim ve fedakârlıkta. Faciayı, olmadan evvel değil, fakat olduktan sonra, Türk milletinin tahammül ve telafi kabiliyetini deneyen güzel bir imtihan telakki etmeliyiz. Bir hükümet dâvası değil, milletin her ferdiyle dahil olduğu bir devlet meselesi karşısındayız.”
İktidarda CHP de olsa meselenin hükümet değil, devlet meselesi olduğunun altını çizerek sorumlu bir kalem olduğunu ispatlayan Necip Fazıl, iki gün sonra “Zelzele” başlığı altında depremi yeniden gündemine alır. Bu defa jeoloji uzmanı bir dostuyla konuşmasını aktarır. Dostu şöyle demiştir:
“Vatanımızın mevzuu olan topraklar, henüz yerleşmemiş, oturmamış arz tabakaları sahasına dahil. Bu sahada her ân, bütün vatanı allak bullak edebilecek zelzeleler fıkırdayabilir. Taşa ve çimentoya dayanan binalar, eğer zelzele bakımından hususî bir inşa düsturu altında meydana getirilmezse, atın ilk çiftesinde toprağı boylayan toy süvariler gibi, ilk sarsıntıda yere yüzükoyun kapanırlar.”
Jeoloji uzmanı şöyle devam eder sözlerine:
“Ecdadımızın büyük taş inşalarında, zelzeleye ait mükemmel hesaplar görüyoruz. Uzun müddet mukavva ev yapmaktan başka çare bulamayan hamarat Japonlar, nihayet beton inşalarında zelzeleye karşı tedbir ifade eden yeni formüller buldu. Fakat biz, madde plânındaki inşa davamızda, ahşap binayı atarken kârgir binanın topraklarımıza göre hususî icaplarını düşünmüş değiliz. Esefle söyleyebilirim ki çok şiddetli bir zelzele, Ankara ve İstanbulda taş üstünde taş bırakmayabilir.”
1939’da yapılan bu uyarının gereğini 84 yıl sonra dahi yerine getirmiş değiliz.
Mahut kesim depremin ardından Nazım Hikmet’in Erzincan depremi için yazdığı “Kara Haber” adlı şiirini gündeme getirdi de, Necip Fazıl’ın hem bu şiir, hem de 1939 depremi üzerine yazdıklarını gündeme getiren olmadı.
Nazım şöyle yazmıştı:
“Oy dağlar, dağlar, dağlar…/Aldı ellerine kanlı başını/Karın ortasında Erzincan ağlar…/O ağlamasın da kimler ağlasın.”
Mektep arkadaşı Necip Fazıl ise ağıt yazmaktan imtina etmiş ve bir fikir çerçevesinden bakmıştır depreme. Betonarmeye geçtik ama onu bu topraklara mahsus esaslara oturtamadıkça felaketlerin arkası gelecektir diyordu. Dediği çıkmadı mı?