“Ey Türk faşisti!
Birinci vazifen Türk matbaalarını yıkmak, makinelerini ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara saldırmaktır. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli, gazeteleri çamurlara serip üzerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir. Bu temel partinin hazinesidir.”
Aziz Nesin 5 Şubat 1948 günü Zincirli Hürriyet gazetesinde kalemini bilemiş, CHP iktidarının 3 yıl önce Tan gazetesi ve matbaasına saldırtıp makinelerine varıncaya kadar tahrip ettirdiği gençleri “Gençliğe Hitabe”yi yansılayarak böyle hedef almıştı.
Yazı şöyle devam ediyordu:
“Bir gün nümayiş (gösteri) yapmak için emir alırsan, bütün polisleri yanıbaşında bulacaksın.
Meydanlarda kitaplarını yaktığın namuslu insanlar, bütün dünyada eşi emsali görülmemiş şekilde işkenceye tabi tutulabilir. Emniyet müdürlüğümüzde dövülebilir. Demir Ahmet (CHP’nin tek parti iktidarından kalma Emniyet Müdürü) tarafından sövülebilir. Bütün malları mülkleri zaptedilmiş, matbaaları yıkılmış, gazeteleri kapatılmış, evleri tarumar edilmiş, çoluk çocuğu dağıtılmış haneleri işgal, kendileri perişan edilmiş olabilir.”
Kalemi o kadar sivrilmiştir ki, şu ağır mı ağır satırları yazmaktan kendini alamaz:
“Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere Amerika’dan borç dahi alınabilir. Hattâ bu borç alınan paralar ziyafetlerde yenebilir.
Ey Türk faşist yumurcakları! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi bütün bu yapılanları kâfi görmeden, vazifen matbaaları yıkmak, makineleri ısırmak, namuslu vatanperverleri parçalamaktır.”
Ve şu son cümlesini özellikle okuyalım:
“Muhtaç olduğun kazma, balta, Halk Partisi’nin ambarlarında mevcuttur.”
O zamanlar Faşist CHP’ye çıkmıştı namı.
Türkiye’de solcular 1950 yılına kadar süren diktatörlük devrinde “faşist” kelimesini CHP için kullanırdı. Hatta sosyalist Mihri Belli ile arkadaşının meşhur Süleymaniye Camii’nin minarelerine mahya gibi asmak istedikleri fakat beceremedikleri pankartta “Saracoğlu Faşisttir” yazıyordu.
Çünkü solcuların 1925 Komünist tutuklamalarından başlayarak 1950’ye kadar ne korkunç zulümlere maruz kaldıklarını hatırlamak zor iş değildir. Gazete koleksiyonlarına bir göz atmak kâfidir CHP zulmünü görmek için. Herkesi susturup yalnız kendisinin konuşabileceği “kız gibi” bir düzen kurmak CHP’nin ustası olduğu bir iştir. Şimdi onun peşine takılan kuyrukların nasıl dolduruşa getirildikleri ve ne derin pişmanlıklar içinde uykularından uyanacaklarını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur. Unutmayın: Namık Kemal’in dediği gibi “Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır”.
Misal mi istediniz? Hemen verelim.
İşte Nazım Hikmet’in “Piraye İçin Yazılmış Saat 21 Şiirleri”nde dile getirdikleri. (Acaba bugün Nazım, Nazım diye ortalıkta gezinenler Nazım Hikmet’in CHP için böyle acımasızca bir şiir yazdığını biliyorlar mı? Hoş, bilseler de bilmezden gelirler ya…)
“6 Aralık 1945
Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
-çürüyen diş, dökülen et-,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet…”
Nazım Hikmet’in kehaneti tuttu aslında.
14 Mayıs 1950 seçimlerinde sandıkta yıkılan CHP, uzatmaları oynamakta, maçın bitmemesi için elinden gelen bütün marifetleri sergilemekten geri durmamaktadır.
Nasıl bir zamanlar kendisine Faşist diyen solcuları midesine kabul ettiyse bir zamanlar kendisine “cellat” diyen bölücü Kürt hareketini de afiyetle mideye indirmekten sakınmayacaktır.
Altı Ok kimin umurunda? Hem zaten neydi ki? Mussolini faşizminden esinlenmiş, onun oklarından alınmamış mıydı?
Hem İsmet İnönü 1972 yılında genel başkanlıktan düşürülünce Anayasa Mahkemesi’ne CHP’yi ilkelerinden saptığı gerekçesiyle kapattırmaya kalkmamış mıydı? Bana inanmıyorsanız en yakınlarından CHPli Necip Mirkelamoğlu’nun kitabını okuyun.
Fakat Tan gazetesi olayı önemlidir.
Ne olmuştu 4 Aralık 1945 günü?
Sol görüşlülerin yayın organı olan Tan gazetesi Sovyet taraftarlığı yapıyordu.
4 Aralık sabahı İstanbul Üniversitesi önünde toplanan 20 bin öğrenci önce protesto şeklinde yürüyüşe geçti, ardından Cağaloğlu’nda Tan gazetesi ve matbaasının önüne geldi, ikisini de tahrip etti, sonra Taksim’e yürüdü ve buradaki yine sol dergi büroları ile kitabevlerini yakıp yıktı. İlginç olan nokta, göstericilerin ellerinde Türk bayraklarının yanı sıra Atatürk ve İnönü’nün resimlerinin bulunmasıydı. Kalabalık dönüp valiliğin önüne geldiğinde vali ve CHP lehine tezahüratta bulundu ve gösteri sona erdi.
Yıllar sonra Başbakan Adnan Menderes bu olayı hatırlatacak ve “Daha dün işlerine gelmeyen yayınları durdurmak için İstanbul’un göbeğinde matbaaları yakıp yıkan CHP değil miydi?” diye bu eylemin CHP entrikalarının bir parçası olduğunu hatırlatacaktı.
Ve yıllar sonra, o tarihte askeri savcı olarak Sıkıyönetim Komutanlığı emrinde görev yapan Kâzım Alöç 13 Nisan 1967 günü Yeni Gazete’ye yaptığı ifşaatta Tan gazetesi ve matbaasına yapılan baskın ve tahribatın CHP örgütü tarafından düzenlendiğini söyleyecekti. Gazetedeki manşet tam da Aziz Nesin’in dediklerini doğrular mahiyetteydi:
“Nümayişçilere (göstericilere) CHP Müfettişi Alaaddin Tiritoğlu sigara ikram ediyordu.”
Doğruları korkmadan dile getirebilen nadir akademisyenlerden Prof. Cemil Koçak Tarihin Buğulu Aynası adlı kitabında solun dönekliği üzerine aşağıdaki satırları yazacaktır:
“Tan’ın yıkımına önce basın kampanyasıyla başlanılmış, saldırıya tahrik ve teşvik, basınca yönlendirilmiş, kampanyanın eylemle sonuçlanmasından sonra da, bu kez saldırıya uğrayanların bir kez daha linç edilmesine sıra gelmişti. Bu metodun tarihe gömüldüğünü kim iddia edebilir ki? Tan’ı yerle bir edenler arasında bulunan İlhan Selçuk yıllar sonra Cumhuriyet’in başına geçtiğinde, gök kubbeyi o gün başlarına yıktığı Zekeriya Sertel ile yakınlık kuracak ve Cumhuriyet “solcu” gazete olarak geçmişteki bu yayınlarını unutarak, hem eski sola ve hem de zamanın soluna sahip çıkacaktır.”
Nazım Hikmet’in resmini okurları yüzüne rahatça tükürebilsin diye bastığını söyleyen Cumhuriyet bu döneklik stratejisiyle en büyük Nazımcı kesilmedi mi başımıza?
Bir kere dönen bir kere daha neden dönmesin?
Onlar dönüyor. Yakılsak da yıkılmayacak, Hakkı tutup kaldıranlardan olacağız inşaallah.