8 Mart Dünya Kadınlar günü tartışmalarla geçti. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesinden bahsedildi gün boyu. Tek Parti devrinde sanki erkeklerin oy verme hakkı vardı da kadınlarınki eksik kalmıştı! Bir ülkede tek bir parti varsa “seçim”in göstermelik olmaktan başka ne anlamı olabilirdi ki?
Öyle masallar anlatılıyor ki bu döneme dair, insan neyden ve hangi ülkeden bahsedildiğini anlamakta zorlanıyor zaman zaman.
Dediklerine göre kadınlar 1930’larda özgürleşmiş…
Özgürleşmekten anladığınız başlarının açılması ise ve tesettür dinin ve geleneğin bir dayatması ise açtıranlar da kadınlara açıklığı dayatmıyor muydu? Hem de ne dayatma? Meclise değil, okula bile girmelerine izin verilmeyen boyutta bir dayatmaydı bu. Neyse ki bu dehşetli uygulama Recep Tayyip Erdoğan iktidarında çözüldü de kadınlarımız özgürce kararlarını verebilir hale geldi.
Kadınlarda özgürleşme (Frenkçesi emancipation) dediğiniz, bize rehber diye dayattığınız Avrupa’da bile yüzyıllara yayılmış bir süreçtir. Mesela tahsil görme hakkı… Osmanlı Devleti’nin 1914 yılında bir İnas Darülfünunu yani Kız Üniversitesi ve İnas Sanayi-i Nefise Mektebi yani Kız Güzel Sanatlar Mektebi açtığını (hatta ilk kadın ressam olarak bilinen Mihri Hanım da burada hoca olarak ders vermişti) bilmiyoruz ama ‘Osmanlı’da kızlar okutulmazdı’ diye bomboş nutuk atmaya bayılıyoruz.
İyi de Avrupa’da durum neydi? Şu satırları okuyun lütfen:
“Cambridge’de kadınların derslere ve final sınavlarına girmelerine izin veriliyorsa da diploma alamıyorlardı. Eşit haklar için kampanya düzenlediler. 1887’de ve yine 1897’de (yönetimi) üniversitenin tam üyeleri olarak kabul edilmeye zorladılar ama oylamayı kaybettiler. Erkek öğrencilerden sert muhalefet gördüler. (…) Kadınların 1870’lerdeki ilerlemesine rağmen üniversite 1947’de İngiltere’de kadınlara diploma veren son üniversite oldu.”
Yukarıdaki satırlar bana veya Türkiye’de yaşayan muhafazakâr bir kaleme ait olmayıp halen Cambridge Üniversitesi’nde tarih dersleri veren bir akademisyenin kitabından alınmıştır. (Metni, “Cambridge’in Hikâyesi” adlı kitabın İngilizcesinden naklettim. Meraklısı için bkz. Stephanie Boyd, The Story of Cambridge, Cambridge University Press, 2005, s. 60-61.)
Neymiş? Dünyanın en ünlü üniversitelerinden Cambridge 1947 yılına kadar kadınlara diploma vermiyormuş.
Birileri memnun olmasa da bu tür ‘can sıkıcı’ hakikatleri dile getirmekten vazgeçmeyeceğiz ki uyanışımız başlasın.
Biz devam edelim feminist ve kemalist tabulara dokunmaya.
Makbule Hanım Hacca gitmiş
Hiç merak ettiniz mi: Ağabeyinden sonra 19 yıl daha yaşayan Mustafa Kemal Paşa’nın kız kardeşi Makbule Hanım hakkında neden bu kadar az şey biliyoruz?
Geçen yıl ateşli bir kemalist yazar, Makbule Hanımın çocuğu olmasın diye “zorla yumurtalarının bağlatıldığını” yazdığında neden hiç sesi çıkmadı bu taifenin? Kaynağı neydi iddianın? Sormadılar ve cevabı da verilmedi ama video hâlâ elden ele dolaşıyor.
Hakikaten sırlarla dolu biri Makbule Hanım. Yılmaz Özdil’in millete zamanın parasıyla 2,500 liraya kakaladığı derlemesinde Makbule Hanım’a sayfalar boyu kin kusuşunu kimse sorgulamadı. Çünkü Makbule Hanım zehirli bir diken gibi ellerine, beyinlerine batmaktaydı.
Mesela şu alıntıya bakın:
“Ata’nın, medeni kanun hükümlerine göre normal veraset bahsinde bir tek mirasçısı vardır: Hemşireleri Makbule Hanımefendi… Atatürk, ekmeğin sekiz kuruş olduğu devirde hemşiresine 800 lira verilmesini vasiyet etti. Hayat, hiç olmazsa üç misli pahalılaştı. Makbule Hanımefendi rahatsızlandı ve Hac vazifesini bu tedaviye muhtaç hali(y)le yaptı. Atatürk’ün ruhuna ilk mevlidi o okuttu… Bugün kendisinin şahsi sebeplerle mali müzayakalarda olduğunu biliyoruz.”
Kemalist tarihçi Cemal Kutay’ın Millet gazetesinin 27 Kasım 1947 tarihli 95. sayısının 4. sayfasında yayımlanmış olan bu parça birçok hakikati ifşa ediyor:
1) Makbule Hanım Hacca gitmiş, yani Hacı olmuş,
2) Ağabeyi için ilk mevlidi o okutmuş.
3’ü de biz ekleyelim: Ağabeyi tarafından bağlanan maaşın harp yıllarındaki korkunç enflasyon yüzünden erimesi üzerine fakr u zarurete düşen Makbule Hanıma doğru dürüst bir maaş bağlamak, yıllarca maaşının artırılması için yalvar yakar olduğu CHP’ye değil, Demokrat Parti’ye nasip olacaktır.
Nedendi İsmet İnönü ve CHP’nin Makbule Hanım düşmanlığı?
Cevabını, bir gazetede buluyoruz. Meğer Makbule Hanım 1930 yılında abisinin Fethi Okyar’a kurdurduğu muhalif Serbest Fırka’ya girmiş, girmekle kalmamış, Yalova köylerinde dolaşıp CHP aleyhinde propaganda yapmış. Bilhassa köylü kadınlar pek bir rağbet göstermiş kendisine. Falih Rıfkı Atay’ın çok basılan ve resmi kurumların kütüphanelerinde baş yeri işgal eden ama kat’iyyen el sürülmeyen Çankaya’sında yazdığına göre bu yüzden apar topar alınıp Dolmabahçe Sarayı’na gönderilerek susturulmuş.
Ne alakası mı var?
Ee İsmet İnönü bu, muhalefet edeni affeder mi? Nasıl Fethi Okyar’ın partisini 90 günde kapattırdıysa Makbule Hanımı da siyasetten alıkoydurmuştu.
Her 8 Mart’ta çağdaşlık, demokrasi, kadın hakları nutuklarının biri biter, öbürü başlar sonra.
Maaşa mı ihtiyacın var Makbuş?
Makbule Hanım’ın sağlığında anlattığı şu hatırayla noktalayalım bahsi:
“Erkânıharp zabiti çıktığı seneydi… Eve gelmişti… Onu parlak üniforması içinde genç ve şık bir asker olarak gördüğüm o gün, kendisine ve tahsiline çok imrenmiştim… Gurur ve gıpta hisleriyle dolu olarak yanına yaklaştım:
Ağabey, dedim, beni niçin okutmadınız? Ben de sizin gibi mektebe devam etsem, hiç olmazsa bir muallim olsam, ne olurdu?
Sert bakışlarını gözlerime çevirdi:
Maaşa mı ihtiyacın var Makbuş! dedi.”
(Şemsi Belli’nin ilk olarak 1959 yılında Ankara basılan Makbule Atadan Anlatıyor: Ağabeyim Mustafa Kemal adlı kitabından (Selis Kitaplar, 2005, s. 75).
Son olarak Makbule Hanımın bir dergiye verdiği mülakattaki şu sözleri bazı çevrelerin ondan neden hazzetmediklerini açıklar mahiyette: “Allah’tan başka hiç amma hiç kimsem yok… Şu evde onun hatıralariyle baş başa ömrüm günüm Kur’an okumakla ve ibadetle geçiyor.” (20. Asır, 8 Kasım 1952)
Mesele anlaşıldı mı?