Efendim, bayramınız mübarek olsun.
Bu mübarek günde Fatiha göndereceklerinize bir adres eklemek istiyorum.
Tarihimizde meçhul kahraman o kadar çok ki. Birinin onları tarihin tozlu raflarından
indirmesi yeterli.
Erbabına malum olan meçhul kahramanlarımızdan biri de Özbek asıllı Sibirya
Müslümanlarından Abdürreşid İbrahim’dir (1857-1944). Baş döndürücü süratte yaşanmış
90 yıla yakın dopdolu bir hayat onunkisi. Fakat dopdolu kelimesi de yeterli değildir. Gölgesi
bize kadar uzanan bir hayat demek daha doğru olur.
Mehmed Akif’in Safahat’ında şahsiyet ve hizmetini uzun uzadıya zikrettiği Abdürreşid
İbrahim hakkında “Cân, cihân, hepsi de boş, ‘gâye’dedir varsa hayat” diyerek onun gayesi
için yaşayan bir mücahid olduğunu vurgular. “Gayret-i diniyye”si, yani dini için gösterdiği
çaba bütün hayatını kaplamış, onu kıtadan kıtaya koşturan bir “yanardağ” haline getirmiştir.
İşte Abdürreşid İbrahim diye görünen bu “yanardağ” Rusya’dan İstanbul’a, Mekke’den
Kazan’a, Odesa’dan Kore’ye, Pekin’den Hindistan’daki Kalküta ve Bombay’a, Libya’dan
Berlin’e, Konya’dan Tokyo’ya… İslam âleminin nice diyarını adımlatmış, ancak buraları
gezmekle kalmamış, nereye gittiyse İslamiyetin orada yeşermesi ve sağlamlaşması adına
“gayret-i diniyesini” sebil ettirmiştir.
1925 yılında geldiği Türkiye’de Konya’nın Cihanbeyli ilçesine bağlı Böğürdelik köyüne
yerleşen kahramanımız burada Milli Emniyet (polis) tarafından aldığı nefese varıncaya kadar
takip ettirilmiş, bundan rahatsız olunca 8 yıl sonra tekrar Japonya’nın yolunu tutmuş, Tokyo
Camii’nin ilk imamı olma şerefini ölünceye kadar tatmıştır. Tama mezarlığındaki sade kabri
Japon Müslümanları için vazgeçilmez bir ziyaretgâhtır.
Boş durmak yazmazdı kitabında. Bir yandan Japon gazetelerine makale yazıyor, Tokyo’daki
Müslüman Tatar çocuklarına din ve tarih derslerinin yanında konferanslarla halkı
aydınlatıyor, onun sayesinde birçok Japon İslamla müşerref oluyordu. Gayretlerinin en
mühim semerelerinden biri, o zamana kadar müstakil bir din olarak tanınmayan İslamiyeti
Japon Meclisinde resmen tanınan dinler arasına sokturmasıydı (1939). Japon ders kitaplarında
İslamiyet hakkındaki hatalı bilgileri düzelttirmek de bir başka başarısıydı.
Asya halkları arasında Japonlara ayrı bir değer veren Abdürreşid Efendi onlarda fıtratın
bozulmadığını, İslamın öğretilerine uygun ahlakî vasıflarla donanmış olduklarını söyler.
Âlem-i İslâm adlı başucunda bulundurulmaya layık muhteşem kitabında şöyle der:
“Japonların âdetleri, ahlâkları ve hayat tarzları tamamıyla İslam âdetleri ve güzel Muhammedî
ahlâk ile uyumlu olup fark yok denilecek kadar ona benzer. Bir Japon ile bir Sibirya
Müslümanı yan yana geldiğinde birbirinden ayırt edilemez. Hele Japonlarda karı-koca
arasında olan muamele büsbütün İslam öğretisinin kurallarına uygundur.”
O Japonların Müslüman olması için hem gayret eder, hem de yürünecek yolu gösterir:
“Eğer bizim alimlerimiz biraz gayret eder de Japonlar bir kere bu yolda gayret ve sebatla
çalışırsa İslamiyet büyük bir hızla yayılacaktır. Eğer bizim İslam uleması tarafından biraz
gayret sarfolunursa hiç şüphe yoktur ki netice gayet parlak olacaktır.”
En önemlisi, sözde kalmamıştır bunlar. Mehmed Akif’in damadı Ömer Rıza Doğrul’un
kardeşiyle evlenen Abdürreşid İbrahim’in kızı Fevziye hanımın 7 Eylül 1949 tarihli Selâmet
dergisine anlattığına göre babası, 1910 yılında İslamı kabul eden ilk Japona Ebubekir ismini
vermiş. Gel zaman git zaman Abdürreşid Efendi ülkeden ayrılmış, ardından Ebubekir Efendi
de vefat etmiş. Fakat karısına, şayet Abdürreşid Efendi tekrar gelirse kendisinin bir Müslüman
gibi yaşayıp bir Müslüman gibi öldüğünü söylemesini vasiyet etmiş. Abdürreşid İbrahim’in
1934 yılında Tokyo’ya döndüğünü haber alan kadın köyünden kalkıp Tokyo’ya gelmiş,
kahramanımızı bulmuş ve ona kocasının vasiyetini anlatmış.
Kızı vefatından sonra yaşananları da anlatmayı ihmal etmemiş iyi ki:
“Babamın vefatı Japon radyoları vasıtasıyla her tarafa ilan olunmuş ve cenazeye iştirak etmek
isteyenlerin her taraftan gelmeleri için cenaze 4 gün bekletilmiştir. İslam âleminin mümkün
olan her yerinden herkes Tokyo’ya gitmiş ve muhteşem bir cenaze töreni yapılarak kabrine
tevdi olunmuştur.”
1944 yılında bizim gazetelerimizin böyle önemsiz hadiselerle işi olmazdı tabii ki.
Onlar yazmadıysa biz yazalım: Allah ondan razı olsun.