Milli Görüş hareketinin kurucularından merhum Süleyman Arif Emre’nin Siyasette 35 yıl adlı hatıratının 3. cildini okurken aktardığı bir parça dikkatimi çekti.
Yıl 1963. Kıbrıs’ta Rumlar katliama başlayınca Başbakan İsmet İnönü Bakanlar Kurulu ve bazı bürokratları toplantıya çağırır.
Toplantıda yüksek dereceli bir memur daha şahsiyetli ve bağımsız bir dış politika izlenmesini savunur. Paşa’nın memura verdiği cevap adeta bir itiraftır.
Aşağıya Yön dergisinde çıktığı şekliyle aslını alacağım bu tarihî sözler, maalesef hem Emre’nin kitabında hem de başka yayınlarda kaynağı belirtilmeden ve kısmen değiştirilerek nakledilir. Fakir gibi ‘tarih hastaları’nın işini kolaylaştırmak için Yön’ün 15 Temmuz 1966 tarihli 172. sayısında neşredildiği halini sunuyorum. (Bu arada söz konusu tarihte İnönü sağdır, yani sözlerini tekzip etmemiştir.)
İşte o ibretlik konuşma:
“Daha bağımsız ve şahsiyetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlerime havale edeceğim. Onlar etraflı çalışma yapacaklar, teklifler hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin etrafında uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeyeçalışıyorlar. Muvaffak olamazlarsa, işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum. Neticesi bana gelmeden Washington’un haberi oluyor. Sonucu, memurumdan önce (Washington’daki) sefirden öğreniyorum.
Böyle mi teslim ettik biz devleti? Bana şimdiye kadar bunlar tarafından hazırlanmış, derdimize deva bir tek rapor göstermediler. Hepsi yasak savma kabilinden şeyler. Ne yapıyorsak, gene biz kendi elemanlarımızla yapıyoruz. Peki, bu binlerce adam, “avara kasnak” gibi dolaşmıyorlar ya... Elbette kendileri için önemli marifetleri var.
İstiklâl Harbi’nden sonra, sulh anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar meselesi fiilî bir durum idi. Tazminat işini iki devlet (Yunanistan’la) aramızda hallederdik. Bütün mücadele idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizlerde bulunmaya hazırdılar. Dayattık. Biz onların niçin ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı.
Böyledir bu işler. Peygamber edası ile size dünyaları vaad ederler, imzayı attınız mı ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök… Gitmezler.”
İnönü son olarak şunları söylemiştir:
“Ancak bu meselenin üzerine vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa ne bağımsız dış politika, ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döğersiniz. Fakat zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki iç badire, bunun yanında çok kolay kalır (Talat Aydemir’in darbe girişimlerini kastediyor). Teşebbüs ettiğimizde başımıza neler geleceğini kestiremem.”
Süleyman Arif Emre ise şöyle tepki vermiş İnönü’ye:
“Demiş de ne yapmış? Bu bizi lanetleyen, yönlendiren yabancı uzmanları memleketlerine mi göndermiş? Hayır, buna cesaret edememiş. Paşa’nın cesaret edebildiği şey, ancak bu gerçeği tespit edip söyleyebilmekten ibaret kalıyor. İş meseleyi halletmeye gelince korkuyor.”
Nitekim Kıbrıs’taki Rum mevzilerini uçakla bombalatmaktan öteye gidememiştir.
1920’lerden itibaren bakanlıklarımıza yuva yapan Amerikalı yabancı uzmanlar meselesi fevkalade önemli. Durumun vahametini de merhum Emre vurgulamadan edememiş:
“Bunlar emperyalistlerin ülkemize soktukları bir tür hastalık virüsleridir. Bunlar boş mu duruyor zannediyorsunuz? Ülkemiz neden her 10 yılda bir sıtma nöbetlerine düşer gibi rejim buhranlarına düşüyor sanıyorsunuz. Ülkemizde askeri müdahalelere zemin hazırlamak için bu avara kasnaklar hiçbir şey yapmıyorlar mı? Buna inanmak safdillik olur. Harp Akademilerimize kadar talebe sıfatıyla sokulan yabancı uzmanları ve diğerlerini niçin iktidarlar görmemezlikten geliyor? Niçin bu gerçek tespit edildikten sonra kimse üzerine gitmemiştir?”
İnönü gibi Lozan’ı imzalayan bir siyasînin bu çıplak itirafı bağımsızlık meselemizin Cumhuriyetin 40. yılında da halledilemediğinin itirafı gibidir.
Peki, sonrasında olabildik mi?
Buyurun büyük soruya!