Kendisini ikide bir “laikliğin kalesi” olarak niteleyen, ne nitelemesi, bunu bayrak halinde altı okun burçlarında dalgalandıran Cumhuriyet Halk Partisi 2. Dünya Savaşı’nın ardından Amerika ve İngiltere’nin zoruyla çok partili hayata geçerken laikliği yeniden yorumlamaya kalkmış ama becerememişti. Çünkü 1924 yılında belirlenen hedefi, İslamsızlaştırmaydı.
Bu uğurda mescid ve camileri kapatmaktan Mevlid okutulmasını ve Hacca gidilmesini yasaklamaya ve dinin “zehir” olduğunu söylemeye varan gaddarca uygulamalara imza atmıştı. Bu yüzden damgalıydı ve din düşmanı olmadığına halkı inandırması kolay olmayacaktı.
Kendileri dine karşı her türlü saygısızlığı ve hakareti yapmakta hürdür ama birileri onları İslam’a verdikleri zararla eleştirirse size en büyük Müslüman kesilirler. Sizin anladığınız din ile onların inandığı aynı değilmiş. İyi de biz de bunu söylüyoruz zaten: Siz kendinize mahsus bir din icad etmişsiniz ve onun mümini olmaktan mutlusunuz. Lakin ne yazık ki yaşadıklarının İslamiyet’le bir alakası bulunmuyor.
CHP’nin Tek Parti döneminde din hususunda kaç tane sabıkası olduğunu tespit edebilene rastlamadım bu zamana kadar. Merhum Eşref Edip Kara Kitap’ta (öncesinde Sebilürreşad dergisinde) bir liste çıkarmayı denedi ama yetersiz kaldı. Rahmetli Mehmet Şevket Eygi cami talanını ayrı bir kitap halinde yazmaya soyundu ama o da çok eksik. Rıfkı Melul Meriç’in Vakıflar Dergisi’nde çıkan makalesine bakılırsa sadece Edirne’de yıkılan camilerin sayısı 100’e yakındır. İstanbul’u varın, siz hesaplayın.
Bunlar yol açma vs. gibi bir zaruret bulunmadan ortadan kaldırılan eserler. Yoksa Demokrat Parti devrinde İstanbul’da yol açmak için kaldırılan veya yeri kaydırılan çok sayıda cami olduğunu inkâr ediyor değiliz. Ama CHP devrinde yapılanlar birbirine yakın camilerin önce kapatılması, ardından kiraya verilmesi veya satılması, olmadı mı, yıkılması sürecini izlemiştir ve burada iyi niyetin zerresi bulunmamaktadır.
“Siz mi dine baskı yapmadınız?”
Dinî eğitimin de aynı devirde yasaklandığı delil getirmeye hacet bırakmayacak kadar ortada. İmam Hatipler 1930’da kapatıldı, İlahiyat Fakültesi 1933’te. Okullardan din dersleri 1930’ların ortasına geldiğimizde tamamen kaldırılmış durumdaydı. Asırlarca İslam’ın bayraktarlığını yapmış olan koca Türkiye’de sadece 7 adet Kur’an Kursu’nun açık kalmasına izin verilmişti. Buralarda yetişecek birkaç yüz talebe ülkenin din adamı ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktı.
Din eğitimi reddedildi, alanı daraltıldı, kolları kıskıvrak bağlandı ve İkinci Dünya Savaşı yılları böylece geçirildi. Bazı köylerde namaz kıldıracak, cenaze kaldıracak imam kalmamış, dünya milletleri maddi olarak tükenmiş insanını imar etmek için dine yöneliyor, ateizmi resmi ders olarak okutan Stalin bile “imana gelmiş”, bir zamanlar kapattırdığı kiliseleri açtırıyor ama bizde İslamsızlaştırılmış eğitim laiklik diye tutturmuş, öyle gidiyordu.
Manevî bataryaları boşalmış bir milletin ayakta durması mümkün değildi. Tabiat boşluk kabul etmiyordu. Eğer dinden boşalttığınız alana yeni bir “dini” yerleştirmezseniz orası başka, kontrol edemediğiniz uygulamalarla dolardı. Nitekim hurafeleri bitireceğiz diye yola çıkanlar bir de baktılar ki, dinî eğitimi yasaklamalarının yarattığı boşluğu “halk dini” toprağın altından akan ırmaklar gibi başka kaynaklardan dolduruyordu ve işin kötüsü, yönetim bundan haberdar değildi.
Amerika’nın tehdidiyle çok partili hayata geçilmiş, Demokrat Parti kurulmuştu. Fuat Köprülü, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Celal Bayar halkın umudu olmuştu. Onların içlerinde açılan bu din boşluğunu giderebileceği umudu doğmuştu (tıpkı 1930 yılında Fethi Okyar’a kurdurulan Serbest Fırka’dan bunu umdukları gibi.)
Böylece Cumhuriyet Halk Partisi’nde panik başladı. Çünkü ilk defa taşın sert olduğunu anlamışlardı. Halk Partisi halktan kopmuştu nicedir. Halk başka bir yere, kendileri başka bir yere gidiyordu. Rejimin adı Cumhuriyetti ama Cumhurun çoğunluğu ile onu kelimenin tam manasıyla seçim yaptırmamak suretiyle “güden” yöneticileri arasındaki uçurum alabildiğine açılmıştı. DP malı yani oyları götürecekti. Ortada kalmışlardı. Laiklik mi yoksa Halk mı?
İlk demokratik CHP Kurultayı
İşte bu ortamda 1947 yılı geldi çattı. Memleket tam manasıyla korkunç bir sefalet içindeydi. Hayvan yemi karıştırılmış küspeyle pişirilen kara ekmeği yedirmekte oldukları garip halk yine de bunu dert etmiyor, boğazına saplanan arpa kılçıklarının açtığı yaralar yüzünden 15 gün yemek yiyemeyişini de dert etmiyor ama cenazesine kefen bulamayışını, cenazelerinin günlerce imamın gelmesini bekleyişini, çocuğuna Kur’an öğreten ninelerin katilmiş gibi yakalanarak jandarmalarca karakola çekilmesini, “tangur tungur” diye içi yanarak alay ettiği Türkçe ezanı affetmiyordu. Hele Fatih Sultan Mehmed veya Mevlana gibi bu milletin ulularının türbelerini kapatan zihniyeti düşman belliyordu. Bütün ümitler DP’deydi. Ve CHP’de kazanlar kaynıyordu.
1947 Kasımında CHP 7. kurultayı düzenledi. Kurultayda o zamana kadar susturulmuş olan ağızlar bizzat CHP’nin içinde gürlemeye başladı. Delegeler ilk defa serbestçe konuşabiliyordu. Aşağıda vereceğimiz o kurultayda bizzat Reisicumhur İnönü’nün huzurunda dile getirilen eleştirileri bu ışık altında okursanız yukarıda yazdıklarımız vuzuha kavuşacaktır.
CHP’nin yönetiminde “devrimcilik”ten “evrimciliğe” geçtiği söylenen bu geçiş kurultayında konuşulanlardan birkaçını aktaralım:
Hamdullah Suphi Tanrıöver: “Dışarı çıktığım zaman altı tane Meclis hademesi yanıma geldi: Gözleri yaşlı olarak şunları söyledi: ‘Vallahi, billahi, altı köyümüzün bir tek imamı kaldı. Ölülere nöbet bekletiyoruz. Ondan kalkıp bu köye geliyor ve boyuna köy değiştiriyor. Eğer bize imam ve hatip vermezseniz ölülerimizi köpekler gibi toprağa gömeceğiz.”
Şükrü Nayman: “Biz iftar sofraları yerine içki masaları, sabaha kadar kadınlı erkekli briç ve poker partileri yapmayı bir yenilik olarak kabul ediyor ve övüyoruz. Arkadaşlar, dinden korkmayalım. Nüfusumuzun % 80’inin okuma yazma bilmediğini kabul ediyorum. Bunlara vatan sevgisini, millet aşkını aşılayabildik mi? Bunu kim iddia edebilir? O halde manevî varlıkları yıkamayız, okullarda din eğitimi yapmaya mecburuz.”
Emin Karpuzoğlu: “Senelerden beri kıtalarda at oynatan bu milletin kalbinden, vicdanından Allah’ı çıkarmaya çalışırsanız milli duygu ve inancı ile de ne şehadet şevki ve ne de gaziliği kazandırabilirsiniz.”
7. Kurultay’da hem ekonomi yönetimi hem de laiklik uygulamaları hakkında daha birçok şey söylendi, merak eden Süleyman Kocabaş’ın İsmet İnönü (1938-1950) ve Cemil Koçak’ın Demokrat Parti Karşısında CHP adlı kitaplarına başvurabilir. Ancak bundan 75 yıl önce yapılan bu eleştiriler CHP’nin bir kulağından girip öbüründen çıkmış görünmüyor mu size de?