MUSTAFA ARMAĞAN - BÜYÜK TAARRUZ’DA GERÇEKTE NE OLDU? - 01 Eylül 2024 Pazar

MUSTAFA ARMAĞAN - BÜYÜK TAARRUZ’DA GERÇEKTE NE OLDU? - 01 Eylül 2024 Pazar

MUSTAFA ARMAĞAN - BÜYÜK TAARRUZ’DA GERÇEKTE NE OLDU? - 01 Eylül 2024 Pazar


26 Ağustos günü başlayan Büyük Taarruz 5 gün sürmüş, 27 Ağustos’ta Afyon Karahisar kurtarılmış, 1 Eylül’de Yunanların I. ve II. Kolordu Komutanları Trikupis ve Diyennis’in Albay Halit (Akmansü) tarafından esir alınmasıyla sona ermişti. 10 gün süren 350 kilometrelik takip (günde ortalama 35 km), yakıp yıkarak İzmir’e çekilen Yunan birliklerinin 18 Eylül’de Çeşme’den, 19 Eylül sabahı da Erdek’ten gemilerle ayrılması üzerine nihayet bulmuştur. 

Taarruzun hazırlıklarına 15 Ekim 1921’de başlanmış, aynı yılın 10 Aralık’ında harekâtın bahara bırakılması uygun bulunmuştu. Sonra Haziran ayına, Temmuz ayında Akşehir’de yapılan komutanlar toplantısında ise Ağustos ortasına ertelenmişti. General Celâl Erikan’a göre Gazi, taarruzun 24 Ağustos’ta yapılmasını istemişti. Fakat 17 Ağustos 1922’de cepheye son gidişinde (bu gidiş de basından saklanacaktı), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’nın emrindeki birliklere taarruz tarihini 26 Ağustos olarak bildirmiş olduğunu  öğrenince bu tarihi kabullenmişti. (Komutan Atatürk, İş Bankası: 2006, s. 667; Kurtuluş Savaşı Tarihi, İş Bankası: 2008, s. 347.)

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın Büyük Taarruz’a koyduğu isim “Afyon-Dumlupınar Meydan Savaşı”ydı. İsmet Paşa’nın teklifi üzerine 5 gün, 5 gece süren bir dizi muharebenin son aşaması olan ve bizzat M. Kemal Paşa’nın yönettiği 30 Ağustos günü Yunanların yenilgiye uğratıldığı Çalköy, Aslıhanlar, İşören bölgesindeki muharebe Başkumandanlık Meydan Muharebesi diye adlandırılmıştır. Gelin görün ki yaygınlaşan bu kullanım, sanki bütün savaşın Başkomutanlık Meydan Savaşı olarak adlandırıldığı gibi bir anlam sapmasına yol açmaktadır. Oysa 30 Ağustos’taki muharebe, 5 gün süren Büyük Taarruz’un son halkası olup tamamı değildir. Tamamı için Başkomutanın kendi kullandığı “Afyon-Dumlupınar Meydan Savaşı” denilmelidir. Erikan’a göre Başkomutanlık Meydan Savaşı terimi isabetli değildir. (Kurtuluş Savaşı Tarihi, s. 354-355.)  

Kutul Amare kahramanı Sakallı Nureddin Paşa’nın komutasındaki 1. Ordu cephesinde 26 Ağustos sabahı fecirle beraber başlayan (05.30) top atışları gün boyu sürerken birliklerimiz dikkat dağınıklığından istifade ederek düşman siperlerine yaklaşmış ve piyade hücumuyla ilk siper hattını ele geçirmişti, ne var ki daha fazla ilerleyemediler. Ancak ertesi gün düşmanın kuzeye atılması hedefi gerçekleşti. 

Doğuda bulunan 2. Ordu’nun ilk görevi düşmanın bir karşı hücumda bulunmasına mani olmak (“tesbit”), daha sonra da kuzeyden sarkarak güneydeki süvari birlikleriyle beraber düşmanın Kütahya ve İzmir’e kaçış yollarını tutmaktı. Ancak bu hedefe tam olarak ulaşılamadı. 4,5 km genişliğindeki Kızıltaş vadisinden gerçekleşen sızma Uşak, İzmir, Manisa yönündeki kaçışa imkân verdi ve ardından “Akdeniz”e doğru takip başladı. 

9 Eylül’de İzmir’e giren Nurettin Paşa komutasındaki 1. Ordu görevini yapmıştı. 2. Ordu Komutanı olan Yakup Şevki Paşa ise ağır davrandığı için suçlanmakla birlikte ihtiyatlı davrandığını söylemek daha doğru olur. 

Bu arada silahlı kuvvetlerimizin ana hedefi İzmir’e odaklanınca İnegöl-Bursa civarında kalan Yunan tümeni riski belirdi. Bu sırada Yunanlar İstanbul’u işgal etmek istedi ama İtilaf devletleri izin vermedi. Trakya’dan güçlü tümenleri Anadolu’ya kaydırma çabaları da aynı sebeplerle sonuçsuz kaldı. 

Yunan ordusunun hataları daha sonra çok konuşulacaktı. Hatta Cevdet Kerim İncedayı 1925 yılında basılan İstiklal Harbi (Garp Cephesi) adlı kitabında M. Kemal Paşa’nın General Trikupis esir alınıp yanına getirildiğinde kendisine ilginç bir şekilde, “Bu nasıl sevk ve idaredir? Sizin için teşebbüs edilecek birçok hareketler vardı, hiç birine neden tevessül etmediniz?” mealinde çıkıştığını kaydeder (2007, s. 224).      

Yunan ordusu gerçekten 

denize döküldü mü? 

Plan, düşmana doğu ve güneyden çarparak kuzeye atmak ve İzmir’e kaçış yollarını kapamak için güney ve kuzeyden süvari birlikleriyle çekilme yollarını tutarak bir kıskaca alıp tamamen imha etmek üzerine kuruluydu. “Sad harekâtı” denilen kuşatma neredeyse başarılmıştı ama 2. Ordunun telgraf hattı bozuk olduğu için hareket emri geç verilebildi, bu ordu harekete geçmekte geç kalınca kıskaç iki yönde de tam kapatılamadığı için düşmanın İzmir’e çekilme yolu açık kaldı. Bu yarıktan sızan 30 bin kişilik düşman kuvvetleri önlerindeki şehir ve kasabaları yaka yaka İzmir’e kadar yürüyebildi. (General Erikan bu taktik yanılgıları sert bir şekilde eleştiren nadir cesur yüreklerden biridir.) Hatta bazı tümenler rehine olarak binlerce Türkü yanlarına alıp Çeşme ve Urla’dan 18 Eylül’e kadar Yunan gemilerine binebilmişti. (İbrahim Erdal, Mübadele.) 

Yalnız bunların burada tutunabilmeleri ve Yunanistan’dan getirilen gemilere rahatça binebilmeleri Yunanistan’dan getirilen bu taze kuvvetler sayesindeydi ki, toplamları 3 alaydı. Yani “denize döktük” dediğimiz Yunanların 7 Eylül’de İzmir’e yeniden asker çıkardığını yazmaz tarihlerimiz. İşte bu yeni birliklerin, Yunan askerlerinin Urla yarımadasından çekilmesine faydaları dokunmuştu. (Erikan, Kurtuluş.., s. 379.) 

Kuzeydeki 3. ve 10. Yunan tümenleri de Bandırma’ya doğru çekilip, Kapıdağı yarımadasında bekleyen gemilere birkaç alayını bindirebilmişti. Bursa’ya kaçan tümenler ise şehirde köprüleri havaya uçurmak vs. gibi tahribat yaptıktan sonra Mudanya’ya doğru çekildi. Gidebilenler gemilerle Yunanistan’a nakledildi, kalanlar ya öldürüldü veya esir edildi. 

Öte yandan, Yunanlar Anadolu’dan kaçarken her nasılsa sürülerle koyun, keçi vs. yanında ele geçirdikleri binlerce Türkü esir alarak beraberlerinde götürecek zamanı da bulabilmişti. Esirler hem emekleriyle Yunan ordusuna çalışarak hizmet edecek, hem de ileride esir değiştirme sırasında işe yarayacaktı; tabii Yunanlar bu insan göçüyle Batı Anadolu’daki nüfus dengesini son anda da olsa Rumların lehine değiştirmeyi de umuyorlardı. 

Yunan palikaryaları 10 gün süren çekilme sırasında Afyon, Uşak, Eskişehir, Alaşehir, Aydın, Turgutlu, Salihli ve Manisa’yı (burada 14 bin evden ancak 1,400’ü kurtulabilmişti) yakıyor, özellikle tarihî eserler ve camilere zarar vermeye özen gösteriyorlardı (Tansel, Mondros’tan..., s. 172-173). Oysa eğer Kızıltaş vadisi zamanında kapatılabilseydi bütün Yunan ordusu imha edilecek veya esir alınacak, böylece şehirlerimiz sağ salim teslim alınabilecekti.

İzmir yangını meselesi bunun devamıdır ama onu ele almaya 2 hafta kadar zamanımız var. 

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/buyuk-taarruzda-gercekte-ne-oldu-46389.html