MUSTAFA ARMAĞAN - BİR TARİHÇİ NASIL İNTİHAR ETTİ? - 01 Şubat 2024 Perşembe

MUSTAFA ARMAĞAN - BİR TARİHÇİ NASIL İNTİHAR ETTİ? - 01 Şubat 2024 Perşembe

MUSTAFA ARMAĞAN - BİR TARİHÇİ NASIL İNTİHAR ETTİ? - 01 Şubat 2024 Perşembe


Ahmet Refik (1881-1937) II. Meşrutiyet devrinin en çok okunan tarihçisiydi. Lale Devri, Samur Devri, Sokollu, Kadınlar Saltanatı adlı kitapları elden ele dolaşır, yazıları merakla beklenirdi. 

Asker kökenli olup piyade yüzbaşısı iken Harp Akademisi’nde ders verirdi. Bu sıradadır ki Mustafa Kemal’in derslerine girmiştir. (Ayrıntılar birazdan.) Meşrutiyetten sonra askerlikten alınarak Türk Tarih Kurumu’nun atası olan Tarih-i Osmânî Encümeni’ne atandığını biliyoruz. 

Reşat Ekrem Koçu’ya göre “Üç nesilden fazla Türk münevverinin ona bir san’at, bir heyecan, bir bilgi borcu vardır.”

Tarihi sevdiren adam” olduğu hakkını teslim eden her kalemin ortak tespiti olarak kayda geçmiştir. Ne var ki şu sorular da cevap için sabırsızlanmaktadır: 

-Yazdıkları tutarlı mıdır?

-Kaynaklara ne kadar sadık kalmıştır? 

-Duygularını satırlarına karıştırmış mıdır? 

-Tarihi tahrif etmiş midir?

Bu noktada Peyami Safa’ya kulak vermenizi rica ediyorum:

“Fakat ilmî denilebilecek bir metoddan mahrum; fakat ilmî denilebilecek herhangi bir tarih felsefesinden habersiz; fakat maziye zekâsından ziyade mizaciyle ve hassasiyetiyle bakmış, eserlerine bilgisinden ziyade gönlünü karıştırmış; (…)  fikir adamı ve ehl-i kalem olmaktan ziyade ehl-i dil; kahkaha ile gözyaşı arasında kararını bulamamış ve bütün ömrü birinden ötekine atlamakla geçmiş; şiire tarihten fazla istidatlı, fakat tarihe şiirden fazla emek vermiş; ikisinin de içine dalamamış olmanın şuursuz dramını yaşamış bir kalender; Büyük ve zavallı Ahmed Refik.” 

Galiba ruhundaki düğümleri ve bunların yaşattığı gel-gitleri en iyi ifade eden cümle Sadri Ertem’e aittir: “O izahını bulamamış bir insandı.”

Meşrutiyetten Cumhuriyete intikal eden nesillerin dramını bu cümlede özetleyebiliriz. Hakikaten izahını bulamamış bir nesildir o. Ard arda yaşadığı kırılmaların körleştirip topallaştırdığı talihsiz bir nesil demeliydim. 

Şimdi Ahmet Refik’in 1929 tarihli İlk Türk Matbaası adlı buram buram ideoloji kokan kitabından maziye reddiyesini okuyoruz: 

“İbrahim Müteferrika, memleketimize çok büyük hizmet etti. Fakat yaptığı harfler Arap harfleri idi; çünkü o devirde Türkler Arap harfleri ile yazı yazarlardı. Bu harflerle basılan kitapları okumak gayet güçtü. Dedelerimiz, babalarımız bu harfleri okumak için çok güçlük çektiler. Çocuklarımızın çoğu bu yüzden cahil kaldılar. Birçokları senelerce mekteplere gittiler, bir şey öğrenemediler. Bu hal memleketimizde birkaç yüz sene sürdü. Arap harflerini kaldırmaya, kitaplarımızı yeni Türk harfleri ile yazdırmaya kimse cesaret edemedi. Bereket versin Gazi Mustafa Kemal bunu anladı. Milletimizi cehaletten kurtarmak istedi. Arap harflerini kaldırttı, yerine kitabımızdaki yeni Türk harflerini koydurdu.

Hem seni yetiştiren okulların öğrettiği harflerle o yaygın şöhrete nail olacak, hem de “gelenin hatırı için” geçmişe kalkıp sövecek; eskiden okumanın güç olduğunu, çocukların bu yüzden cahil kaldığını savunacaksın. Cahil kaldılarsa kitaplarını nasıl kapış kapış okuyabildiler? İntihar değil de nedir bu laflar?

Tabii bu görüş değişikliğinin altında yazarın 1925’te İstiklal Mahkemesi’nde idamla yargılanmasının yattığını bilmek şarttır. Nitekim Osmanlı tarihini geniş kitlelere okutan yazarımız Temmuz 1932’de düzenlenen Türk Tarih Kongresi’nde kürsüye çıkıp Stalinist itiraf seansında söylenenleri andıran şu hazin sözleri sarf etmiştir:

“Bugüne kadar olan bütün mesaimde noksan olduğunu gördüğüm noktaları kıymetli çocuklarımızı ve aziz milletimizi tenvir edecek [aydınlatacak] yeni mesaimle doldurmaya çalışacağım. Eski eserlerimdeki görüş hatalarını yeni eserlerimle baştan nihayete kadar tashih edeceğim. Belki ve ancak ondan sonra milletime hasrettiğim hayatımı mükafatlandırmış olacağım.

Tam bu noktada af dilemesinin pek işe yaramadığını gösteren bir hadiseyi hatırlamazsak olmaz. Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde Samsun’a çıkanlardan Hüsrev Gerede şöyle yazar:

“(Mustafa Kemal) Bir akşam (Heybeli) Ada’da Yat Kulübünde tarihçi Ahmet Refik’i görür. Ahmet Refik, Harp Akademisi’ndeki öğrencilik yıllarımızda Fransızca öğretmeni Mösyö Lupat’nun yardımcısı idi. Bu nedenle sağda solda dolaşıp “Gazi benim öğrencimdir” diyormuş. Gazi bu sözlere kızdığı için Ahmet Refik’i görünce onu yanına çağırır ve masanın üstüne çıkarır. “Şimdi herkese işittirerek bağır! De ki ben cahilim ve eşeğim!” der.”

Bir zamanlar üç nesle sevdirdiği mirası bir kalemde reddeden hocanın düştüğü perişan hal hakikaten içler acısıdır. Nitekim yazar Ercüment Ekrem Talu ölümü üzerine kaleme aldığı yazıda son görüşünde “dudaklarının daimi tebessümü daha ziyade bir elem ve ıztırap kıvrımı olmuştu” der ve kendisine “Hasta mısın?” diye sorduğunu, Ahmet Refik’in ise buna “Maateessüf turp gibiyim” diye garip bir cevap verdiğini nakleder. Belli ki tarihçi yaşadığına esef etmektedir.

 

Bir tarihçi nasıl intihar etti? - Yeni Akit