Geçenlerde dostum Mustafa Albayrak ‘Hocam doğru mu?’ notuyla bir video linki gönderdi. Merak edip açtım. Malum Kemalist videolarından. 1930’lu yılları zorla “altın çağ” ilan ettirecekler ya, tarihe emrediyorlar, doğuyor nur topu gibi bir efsane daha.
Kemalizm baştan beri bir efsane imalat merkeziydi zaten. Atsız, 23 Şubat 1951 tarihli Orkun dergisinde “Kemalizm denilen muazzam safsata (…) dış âlemin bir değil, birkaç merkezine bağlı olan, bu suretle diğerlerinden daha çok ve karmakarışık bir şekilde dışarıya bağlı bulunan bir ucubedir” dememiş miydi?
Videodaki mesele şuydu:
1934 yılının 14 Temmuz günü Kuşadası’nın 30 km güneyindeki Dipburnu civarına yanaşan yelkenli sandaldan üç kişi yüzmek üzere suya girer ve sahil muhafızlarının “Dur” ihtarına uymayarak kaçmaya çalışırken açılan ateş sonunda ortadan kaybolurlar.
Yapılan tahkikatta suya girenlerin Sisam adası açıklarında bekleyen bir İngiliz savaş gemisinin mensubu oldukları anlaşılır. J. W. Robinson adlı bir İngiliz cerrah teğmen sahil muhafızlarımızın açtığı ateşle ölmüş, teğmen Mondsell ise yaralanmıştır. Ceset bütün aramalara rağmen bulunamayacaktır.
İngiliz gemisi söz konusu olunca iş ciddiye binecektir ister istemez. İngiltere Dışişleri Bakanı Avam Kamarasında hadise hakkında bilgi verdikten sonra Türkiye’nin Londra Büyükelçisini makamına davet ederek hadisenin vahametine dikkatini çektiğini, Büyükelçinin hükümetine telgraf çekmeyi vaad ettiğini, İngiliz Büyükelçisine de Türk hükümetiyle görüşme talimatı verdiğini duyuracaktı.
Hadisenin devamını aşağıda anlatacağım. Ancak Kemalistler bu noktada tarihi eldiven gibi tersine çevirip olay Atatürk’e intikal ettirildiğinde ‘Gerekirse bir er için savaşmaya hazırız buyurdu’ gibi mantıksız efelenmelere yelken açıveriyor.
Film çevirmiyoruz beyler. Anlattıklarınızın, patronun daima haklı olduğuna dair meşhur fıkradakinden zerre kadar farkı yok.
Aydınlık gazetesinden Ercan Dolapçı da 29 Eylül 2024 tarihli yazısında bu olayı “Deniz sınırımızı ihlal eden İngiliz subayını vurmuştuk: 90 yıl önceki Kuşadası dersi!” manşeti altında uzun uzadıya yazmış. Yazmış da, ne yazmış? Kaynakları ne? Anadolu Ajansı kayıtlarına, gazete arşivlerine, bilimsel kitaplara mı gömülmüş?
Ne gezer, Milliyet gazetesinden bulduğu bir röportaja sarılmış mal bulmuş mağribi misali. 15-18 Temmuz 1970 tarihlerinde çıkan röportaj zamanın Kuşadası kaymakamı Dilaver Argun ile yapılmış, yani Aydınlık’taki yazı olaydan 36 yıl sonra yapılan bir röportaja dayandırılmış.
Hâlbuki konuşan şahıs olayın kahramanlarından olsa bile anlattıkları başka bilgi ve belgelerle teyid edilip kontrole tabi tutulmalıydı. Tek taraflı beyana yaslanmak olayın kendisiyle değil, aktörlerden birinin anlatımıyla yüz yüze gelmek demektir. Yapacağınız tahkikat biraz derinleştiğinde kaymakamın çelişkisi ve anlatmadığı bir gerçek gün yüzüne çıkacaktı ki hadisenin çehresini bambaşka bir ışık altında görmenizi sağlayacaktı.
Çelişki dediğim şu:
Kaymakama göre er Musa için savaşmayı göze aldığını söyleyen Mustafa Kemal güya “Kızılcahamam’dan şimdi Ankara’ya hareket ediyorum, Ege bölgesinde kısmî seferberlik emrini veriyorum” demiş. Hâlbuki o sırada Ankara’da bulunan M. Kemal Kızılcahamam’a geçmiş, ardından Ankara’ya dönmeyi bırakın, İstanbul’a gitmiştir! Seferberlik de hak getire. (İnanmayan Utkan Kocatürk’ün TTK’dan çıkan Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi’nebaksın.)
Hafıza böyle yanıltır işte insanı.
Hıristiyan ayinine katılan
Türk gemisi
Ercan Dolapçı hiçbir belgeye istinad etmeden kaymakamdan Mustafa Kemal Paşa’nın İngiliz subayını öldüren Balıkesirli er Musa’nın cezalandırılamayacağını, gerekirse bir er için Britanya imparatorluğu ile HÂL-İ MUHÂSAMA yani düşmanlık halinin göze alınacağını söylediğini naklediyor ki, hem o yıllardaki İngilizlerle iyi geçinme politikalarına (bkz. Elif Uyar, Türk-İngiliz İlişkileri (1929-1936), Antalya, 2007) hem de bizzat Dipburnu olayının gelişim seyrine tamamen terstir. İngilizlerle dostane münasebet kurmak bu dönemin temel dış politikasıdır zira.
Olayın gerçeğine eğilecek olursak şunlar karşımıza çıkar.
TC İngiltere’yi olayda bir kasıt unsuru olmadığına ikna etmeye çabalar, Türk kamuoyunun durumdan üzüntü duyduğunu, Avam Kamarasının üzüntüsünü anlayışla karşıladığını bildirerek tansiyonu düşürmeye çalışır. Büyükelçi Sir Percy Lorraine ile görüşen Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras olayın ülkede uyandırdığı derin üzüntüyü dile getirdikten sonra iki tarafın memurlarından oluşacak bir inceleme heyetinin kurulmasını ister. Heyetin hem İngiliz subayların hem de Türk erlerin kötü bir niyetle hareket etmediklerini ortaya koyacağına inanmaktadır. Aras’a göre bu üzüntü verici olayın iki dost ülke ilişkilerinde kötü bir iz bırakmaması en büyük dilekleriydi.
Bu da yetmemiş, Türk Dışişleri Bakanlığı resmi tebliğ yayınlayarak ortada bir kötü niyetin olmadığını vurgulamak ihtiyacını hissetmişti:
“Ölen İngiliz zabiti için hadise mahallinde istirahat-i ruhu (ruhunun müsterih olması) için merasim yapılması iki hükümet arasında dostane takarrür etmiştir (kararlaştırılmıştır). Türk donanmasından bir gemi ayin merasimine iştirak edecek ve donanmanın teessürünü ifade eden bir çelenk atacaktır.” (Uyar, s. 175)
Ne? Ayin mi? Hem de törenle, öyle mi? dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Yanlış okumadınız. İngilizler denizde, tam da teğmen Robinson’ın öldürüldüğü noktada Hıristiyan usulü bir dinî ayin düzenleyecek, Türk donanmasından bir gemi ayin merasimine katılacak, yetmedi, gemimiz İngiliz subayının ölümünden duyduğumuz üzüntüyü ifade etmek maksadıyla suya bir çelenk atacaktı.
Resmi tebliğ şöyle bitmekteydi:
“Dost memleketler arasında cari olan usule tamamiyle uygun zihniyette cereyan eden bu müşterek ayin merasiminden sonra müessif hadise bir acılık bırakmayacak surette tamamiyle kapanmış addolunacaktır.”
21 Temmuzda 12 dakika süren dini törene Queen Elizabeth dretnotu yanında London ve Devonshire kruvazörleri, bizden de Kocatepe zırhlısı katılmış, ardından havaya üç el ateş açılmış, çelenkler denize fırlatılmış ve üç dakika sükût edilmişti vs.
İngiltere’ye
tazminat ödüyoruz
Ayin merasiminden iki gün sonra Avam Kamarasında konuşan Dışişleri Bakanı Sir John Simon subaylarının bir yanlış anlama sonucu öldürüldüğünün anlaşıldığını söyleyecek ve küçücük bir bilgiyi kaydedecekti:
“Türk Kabinesi, hadisenin kurbanı olan İngiliz zabitinin ailesine diyet olarak bir meblağ vermeği derpiş etmiştir (öngörmüştür).”
Bilir misiniz ki öldürdüğümüz İngiliz subayın ailesine diyet ödemişizdir.
Peki, ne kadar?
Tam 2,000 sterlin. Bu rakamı bugünkü rayiçle hesaplarsanız 100,000 bin TL gibi saçma bir rakam bulursunuz. Oysa o zaman sterlin çok değerliydi ve www.measuringworth uluslararası hesaplama sitesindeki maliyet fiyatları baz alınırsa bugünkü rayiçle 150.000 sterline, yani 7 milyon TL’nin üzerinde hatırı sayılır bir rakama ulaşırsınız.
Az veya çok, ölü İngiliz subayı için bir tazminat veya ‘diyet’ ödenmişti, hem de İngilizler böyle bir talepte bulunmadıkları halde. En önemlisi İngilizleri kızdırmadan meselenin hallolunmasıydı.
Buyurun Devlet Arşivleri’nde duran kapı gibi resmi belgeye:
Kararname
Dipburun hadisesinde bir kaza neticesi olarak sahil muhafızlarımızın ateşiyle ölen İngiliz Bahriyesine mensup zabitin ailesine verilmesi tekarrür eden iki bin isterlinin mukabili olan on iki bin yedi yüz liranın 934 bütçesinin 180 inci masarif-i gayr-i melhuza tertibinden tesviyesi; Maliye Vekilliğinin 21/7/934 tarih ve 6707 sayılı tezkeresi üzerine İcra Vekilleri Heyetince 1/8/934 te tasvip ve kabul olunmuştur. 1/8/934
REİSİCUMHUR
Gazi M. Kemal
Lakin problem nerede, biliyor musunuz:
Aydınlık’taki yazıda İngiltere’ye tazminat ödediğimizden olsun, onların dinî ayinine gemi göndererek katıldığımızdan, hatta denize çelenk attığımızdan olsun tek kelimeyle dahi söz edilmemesi.
“Kız gibi tarih” dediğim tam da bu işte.
Tarihe emretmekten vazgeçin beyler! Tek Parti devrinden alışmışsınız tarihi köle gibi kullanmaya, vazgeçemiyorsunuz, anlıyoruz ama uyanın. Bilgiler tekelinizde değil artık. Namık Kemal lafı gediğine koyalı tam 148 yıl oldu zira:
Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhâ-i hürriyet
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten.
Şöyle diyor: “Zulüm ve adaletsizlikle hürriyeti ortadan kaldırmak ne mümkün. Eğer gücün yetiyorsa çalış, insanlıktan idraki kaldır.”
Atatürk’ün İngilizlere tazminat ödediğini neden yazmazlar? - Yeni Akit